Sultan 1. Ahmet Kimdir?

Sultan 1. Ahmet kimdir? 14. Osmanlı padişahı ve 93. İslam halifesi Sultan 1. Ahmet’in hayatı.

Devlet işleriyle bizzat ilgilenen, Osmanlı veraset sistemini değiştiren Osmanlı Sultanı 1. Ahmet’in kısaca hayatı.

KISACA 1. SULTAN AHMET KİMDİR?

Sultan Birinci Ahmet, 18 Nisan 1590 günü, Manisa’da doğdu. Babası Sultan Üçüncü Mehmet, annesi Handan Sultan’dır. İyi bir tahsil gördü. Arapça ve Farsça’yı mükemmel derecede öğrenmişti. Ok atmak, kılıç kullanmak, ata binmek gibi savaş ve askerlik alanlarında çok usta olan Sultan Birinci Ahmet, ava ve cirit oyununa çok düşkündü. Çok sade giyinirdi. Babası Sultan Üçüncü Mehmet’in vefati üzerine 21 Aralık 1603’te, Eyüb Sultan’da kılıç kuşanarak tahta geçti.

Sultan Birinci Ahmet, Kanûnî Sultan Süleyman’dan sonraki padişahlar içinde devlet işleriyle yoğun şekilde uğraşan ilk padişahtı. Çocuk denecek yaşlarda bile mükemmel kararlar alırdı. Daima ilim ve irfan sahibi büyük kişilerle birlikte olur ve onlara akıl danışırdı.

Sultan Birinci Ahmet’in hayatında on dört sayısının önemli bir yeri vardır. Çünkü, on dört yaşında Padişah olmuş, on dört yıl saltanat sürmüş ve Osmanlı padişahlarının on dördüncüsüdür. Dindar bir padişah olan Sultan Birinci Ahmet’in Hz.Muhammed (s.a.v.)’e olan bağlılığı o kadar ilerledi ki, onun ayak izlerinin resmi içine bir şiir yazmış ve o şiiri kavuğunda ölünceye kadar taşımıştır.

Sultan Birinci Ahmet, yakalandığı tifüs hastalığından kurtulamayarak 21 Kasım’ı 22 Kasım’a bağlayan gece 1617 yılında yirmi sekiz yaşında vefat etti.

Erkek çocukları: İkinci Osman, Dördüncü Murad, Sultan Ibrahim, Bayezid, Süleyman, Kasım, Mehmed, Hasan, Selim, Hanzâde, Ubeyde,

Kız çocukları: Gevherhan Sultan, Ayşe Sultan, Fatma Sultan, Atike Sultan

1. SULTAN AHMET’İN HAYATI (1603-1617)

Sultan 1. Ahmet, (1590-1617) yılları arasında hüküm süren ondördüncü Osmanlı Sultanıdır. Babası Sultan 3. Mehmet, annesi Handan Sultan’dır.

Ondört yaşında Sultan olmuş,  Sultanlığı ondört sene devam etmiştir. Bir san’at hârikası olan zarîf Sultanahmet Câmisi O’ndan günümüze kalan en güzel bir hâtırâ ve mânevî bir armağandır.

Sultan 1. Ahmet Han’ın çocuk yaşta Sultan olmasına rağmen gösterdiği dirâyet ve kâbiliyetleri, dikkate şâyândır. Vücûdca gâyet kuvvetli idi. Çok iyi binici, atıcı ve silahşördü. Bu meziyetleri, oğullarından Genç Osman ve Dördüncü Murat’a intikâl etmiştir.

Ceddi Yavuz Sultan Selîm Han gibi sâde giyinirdi. Gece yatarken, uykunun rehâvetine dalmamak için kıldan yapılmış bir hırka giyinirdi. Halkın arasına girer büyük bir tevâzû içerisinde onların dertleri ile ilgilenirdi.

Ülkesinin genişliği ve Dünyâ coğrafyası üzerindeki mevkîinin ehemmiyeti, O’nu nefs çukuruna düşürüp mağlûb edemedi. “Bahtî” mahlası ile yazdığı dîvânı, 1. Ahmet Han’ın mâneviyat ve san’attaki mertebesini göstermeğe kâfîdir. Kâbe’nin örtüleri, O’nun devrinde İstanbul’da îtinâ ile dokunup Mekke’ye gönderilmeye başlanmıştır.

SULTAN 1. AHMET DÖNEMİ 

Sultan Ahmet tahta çıktığında, Osmanlı Devleti, içte “Celâlî İsyanları” ile uğraşmakta, doğuda İran ve batıda Almanya ve müttefikleri ile savaş hâlinde bulunmaktaydı. Almanya fenâ şekilde hırpalandı ve sulh istedi. “Zitvatorok Antlaşması” imzalandı. 1611 senesinde Celâlî İsyanları tamamen bastırıldı. Sıra üçüncü gâile olan İran’a geldi. Nihayet İran ile de anlaşma yapıldı. Akdeniz’de çok mühim deniz muhârebeleri kazanıldı.

1605’te Estergon ve Uyvar fethedildi. Uyvar önünde kazanılan zafer, o derecede nisbetsiz iki kuvvet arasında idi ki, Avrupa’da uzun asırlar devam edecek olan “Türk gibi kuvvetli” sözü, bu sebeple bir darb-ı mesel hâline gelmiştir.  Aynı sene bir de gâyet başarılı bir Avusturya seferi yapıldı. Macaristan kralına taç giydirildi. Denizlerde Malta seferi yapıldı.

Sultan 1. Ahmet Han, Kânûnî’den sonra devlet işleri ile bizzat ve yakînen meşgûl olan nâdir Sultanlardan biri idi. Çocuk yaşta Sultan olmuş, daha o yaşta bile zekâsı ve rûhî derinliği sâyesinde mükemmel kararlar alıp, devleti yönlendirmiştir. O, dâimâ ilim ve irfân sahipleri ile istişâre ederdi. Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri gibi bir velînin başarılı bir talebesi idi.

SULTAN AHMET’İN RÜYASI

1. Ahmet Han’ın Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri’ne karşı son derece büyük bir meclûbiyeti olmuştur. Bu meclûbiyet de 1. Ahmet Han’ı, sahip olduğu zâhirî saltanat imkânlarına rağmen büyük bir istiğnâ ile mâneviyat âleminin zirvesine erişmesine sebep olmuştur. Sultan Ahmet Han’ın kemâl yolunda ilerlemesi şu rü’yâ ile başlamıştır:

Sultan Ahmet, bir gün rü’yâsında; Avusturya kralı ile güreşe tutuştuğunu, sırtüstü yere düştüğünü ve sırtının toprağa yapıştığını gördü. Ürpererek uyandı. Çok heyecanlandı. Üzüldü. Çünkü rü’yânın zâhirî görünüşü korkutucu idi.

Saraya tâbirciler dâvet edildi. Lâkin rü’yânın yapılan tâbirleri, I. Sultan Ahmet’i tam olarak tatmin etmedi. Devlet erkânı, 1. Ahmet Han’a, bu rü’yâyı bir kere de Üsküdar’da bulunan Şeyh Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri’ne  tâbir ettirmesini tavsiye ettiler. 1. Ahmet Han, bir mektup yazarak rü’yâsını Hüdâyî Hazretleri’ne arz etti.

Haberci, mektubu alıp sür’atle Üsküdar’a geçti. Azîz Mahmûd Hüdâyî’nin kapısını çaldı. Büyük velî Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri, elinde daha önce hazırlamış olduğu bir zarf ile kapıya çıktı. Habercinin getirdiği mektubu alırken, ona bunu verdi ve:

“–Sultanımızın beklediği cevap burada yazılıdır!” dedi.

Mektubu şaşkınlık içinde alan haberci, derhal Sultan’a götürdü ve gördüklerini anlattı. Ahmet Han’ın gönderdiği mektup, daha açılıp okunmadan kerâmeten cevaplandırılmıştı. Sultan Ahmet Han, mektubu heyecanla okudu:

“–Allâh Teâlâ, insan vücûdunda sırtı, kâinâtta ise toprağı en kuvvetli olarak yarattı. İnsanın sırtı ile toprağın birbirlerine değmesi, bu iki kuvvetin bir araya gelmesi demektir. Böylece,Sultanımızın sırtının toprağa gelmesi ile bu iki kuvvet birleşmiş demektir. Dolayısıyla, bu rü’yâdan İslâm’ın temsilcisi olan Sultanımız’ın, küffâra karşı zafer kazanacağı anlaşılmaktadır...”

Ahmet Han, bu tâbirden çok memnun oldu ve:

“–İşte gördüğüm rü’yânın gerçek tâbiri budur!” dedi.

Bu rü’yâ, istikbâldeki Estergon Kalesi’nin fethini müjdeliyordu.

Bu müjdeye pek sevinen Sultan, derhal Mahmûd Hüdâyî Hazretleri’nin duâsını alıp Avusturya üzerine yürüdü. Hudut boylarındaki kuvvetlerle birleşen Osmanlı ordusu, Avusturya’ya üstüste darbeler indirmeye başladı ve onları sulha mecbûr etti. Bilhassa Estergon’un ele geçirilmesi, Avusturyalılar’ı perîşân etmişti. Böylece onüç sene süren Osmanlı-Avusturya harbi, Zitvatoruk’ta nihâyete erdi ve yirmi yıl müddetle antlaşma imzâlandı. Bu antlaşmaya göre, Kanije, Estergon, Eğri kaleleri Osmanlılar’a geçmiş, Avusturya savaş tazmînatı ödemeye mecbûr kalmıştır.

Sultan Ahmet Han, şâhit olduğu büyük kerameti üzerine Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri’nin mânevî terbiyesine giren I. Ahmet Han, bu mânevî takviye ile şahsiyetinin kemâline ulaştı. Böylece fenâ fi’ş-şeyh olup O’nunla aynîleşti.

CAMİ İNŞAATINDA ÇALIŞAN SULTAN

Sultan Ahmet Han’ın bir san’at hârikası olan şaheser câmînin temel atma merâsimine devrin en meşhûr meşâyıh ve âlimleri dâvet edilmişti.

Temele ilk harcı koyan Azîz Mahmûd Hüdâyî oldu. Sultan I. Ahmet Han ise, basit bir amele gibi o gün akşama kadar elinde kazma-kürek inşaatta çalıştı.

Bu mübârek câmînin mânevî husûsiyetlerine âit şöyle bir  rivâyet de vardır:

1. Ahmet Han, genç yaşta vefât ettikten sonra kızı Gevher Hatun, rü’yâsında babasını Cennette çok ihtişâmlı bir mekânda görmüş. Merakla sormuş:

“–Baba, hangi amelinle bu güzel mertebeye vâsıl oldun?”

Sultan Ahmet:

“–Kızım, bu câmîyi yaptırırken sırtımda taş taşıdım!. Bu makâmı elde etmemin sebebi budur!” demiş.

Aynı rü’yâda Sultan Ahmet’in kardeşi de yeğeni Gevher Hatun’a:

“–Daha bizim yanımıza gelmeyecek misin? Haydi ikinci çocuğunu doğur da gel!” demiş.

O sırada Gevher Hatun, gerçekten ikinci çocuğuna hâmileymiş. Çok heyecanlanmış. Tâbirciler, te’vîl etmişlerse de rü’yânın mânâsı âşikâr imiş. Nihâyet Gevher Hatun, ikinci çocuğunu doğurduktan sonra bir-iki gün içinde vefât etmiş.

OSMANLI’NIN ZİRVE DÖNEMİ

Ahmet Han zamanı, devletin toprak genişliği bakımından en doruk noktada olduğu bir devirdir. Dünyâ kralları, bu devletin ihtişâmı karşısında eğiliyor ve sadrazamların eliyle tâc giyiyorlardı.

Sultan Ahmet, yaptırmış olduğu câmînin sol tarafında küçük ve dar çilehanesinde zaman zaman riyâzâta girerek, yoğun devlet işlerinden sıyrılıp rûhunu gönül iklîmine yönlendirirdi. Murâkabe hâlinde yaşayarak Rabbi ile başbaşa kalırdı.

Sultan Ahmet, câmînin inşâsı sırasında Mısır’da Sultan Kayıtbay türbesinde bulunan Hazret-i Peygamber’in “Nakş-ı Kadem” denilen mübârek ayak izlerini Eyyûb Sultan türbesine getirtmişti. Câmînin inşâatı tamamlanınca da, bunu, câmîye koydurdu.

Ancak Sultan, bu nakil işleminin yapıldığı gece şöyle bir rü’yâ gördü:

“Bütün Sultanların toplandığı yüce bir meclis kurulmuştu ve Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem- de kadılık makâmında oturmaktaydı. Bir nevî mahkeme kurulmuştu. Sultan Kayıtbay, türbesini ziyârete vesîle olan bu “Kadem-i Seâdet”in alınıp İstanbul’a getirilmesinden dolayı Sultan Ahmet’ten dâvâcı olmuştu.

Allâh Resûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem- de, kadı sıfatıyla, “Kadem-i Şerîf”in, derhal geri gönderilmesine hükmetti...”

Sultan dehşet ve korku ile uyandı. Rü’yâsını içlerinde Hüdâyî’nin de bulunduğu ulemâ ve meşâyıha tâbir ettirdi. Yapılan tâbire göre denildi ki:

“–Sultanım! Rü’yâ gâyet açıktır. Yoruma bile gerek yoktur. Emânet derhal geri gönderilmelidir...”

Peygamber âşığı Sultan I. Ahmet Han, verilen karara boyun büktü ve emâneti titizlikle ve mahzûn bir şekilde yerine iâde etti.

Ancak yüreği aşk-ı Peygamberî ile dilhûn olmuş bulunan I. Ahmet Han, Resûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’in mermer üzerindeki mübârek ayak izlerinin maketini yaptırdı. Kavuğunun üzerine asarak tedâîsinden feyz almağa çalıştı.

HÜDAYİ YOLU

Rivâyet olunur ki, Sultanahmet Câmisi ve külliyesi tamamlanınca, açılış merâsimine başkanlık etmesi için Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri dâvet edildi. O gün deniz, çok fırtınalı ve dalgalıydı. Bu sebeple kayıkçılar, denize açılmaya cesâret edemiyorlardı. Mahmûd Hüdâyî Hazretleri, Üsküdar iskelesine indi. Beş-altı müridiyle birlikte kendi kayığına binerek dalgalar arasında Sarayburnu’na doğru yol aldı. Allâh Teâlâ’nın izni ile kayığın ön, arka ve yanlarından deniz, bir kayık mesâfesinde süt liman oluyor, dalgalar kayığa hiç tesir etmiyordu. Herkes, korkudan denize çıkamazken, Mahmûd Hüdâyî Hazretleri kayığıyla selâmetle karşıya geçti.

Sultanahmet Câmisi, muhteşem bir merâsimle ibâdete açıldı. Cum’a hutbesi, teberrüken bu büyük velîye okutturuldu.

Hâlen Üsküdar ile Sarayburnu arasındaki bu deniz yoluna, “Hüdâyî Yolu” denir. Kayıkçılar, şiddetli fırtınalarda bu yolu takip ederler.  Bu durum, Hüdâyî Hazretleri’nin günümüze kadar uzanan bâriz bir kerâmetidir.

Osmanlı Devleti’nin son günlerine kadar Boğaz’da deniz seferi yapan kaptanlar; yolcularını, Üsküdar’dan geçerken Azîz Mahmûd Hüdâyî -kuddise sirruh- dergâhına, Beşiktaş önünden geçerken Yahyâ Efendi dergâhına, Beykoz’dan geçerken de Hazret-i Yûşâ -aleyhisselâm- tarafına doğru tevcîh ederek “Fâtiha”ya dâvet ederlerdi.

Bir zamanlar halkın, İstanbul’da medfûn olan büyük velîlere karşı edebi  işte böyleydi!..

ÜFTADE HAZRETLERİNİN DUASI

Sultan Ahmet, Üsküdar’a gittiği bir günde, çarşıda Hazret-i Hüdâyî’ye tesâdüf eder. Derhal atından inerek, yerine şeyhini oturtup kendisi de atın arkasından yaya olarak yürümeye koyulur. Hüdâyî’nin gönlü, koca Sultanın yaya olarak yürümesine râzı olmaz ve bir müddet sonra:

“–Sırf şeyhimin duâsı ve sultanımın emri yerini bulsun diye bindim!.” diyerek attan iner.

Böylece de şeyhi Üftâde Hazretleri’nin:

“–Oğlum, Sultanlar rikâbında yürüsün!” şeklindeki duâsı yerine gelmiş olur.

Azîz Mahmûd Hüdâyî’nin himmeti, 1. Ahmet Han üzerinde ömür boyu devam etmiştir. Şu hâdise onlardan biridir:

Sultan Ahmet Han, bâzı devlet erkânıyla gezmeye çıkmıştı. Ormanlık bir yerde istirahat ederlerken hizmetçiler bir koyun kesip kızarttılar. Sultan’a ikrâm ettiler. Sultan Ahmet Han, “besmele” çekerek elini ete uzattığı an, Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri orada beliriverdi. Sultan’a:

“–Sultanım! Sakın yemeyiniz; o et zehirlidir!” buyurdu.

Etten bir miktar kesip, oradaki bir köpeğe verdiklerinde, köpeğin derhâl öldüğü görüldü.

Sultan Ahmet Han, Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri’ne müstesnâ bir hürmet gösterir ve ikrâmda kusûr etmezdi. Bir gün Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri ile sarayda sohbet ediyordu. Bir ara abdest tazelemek isteyen Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri için ibrik ve leğen getirdiler. Sultan, hocasına hürmeten ibriği eline aldı ve abdest suyunu kendisi döktü. Sultan Ahmet Han’ın annesi de kafes arkasında havluyu hazırlamıştı. Vâlide Sultan bir ara kalbinden:

“Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri’nin bir kerâmetini görseydim!” diye geçirmişti.

Bunun üzerine Mahmûd Hüdâyî, Vâlide Sultan’ın gönlünden geçenlere vâkıf olarak:

“–Hayret! Bâzıları bizden kerâmet arzu ederler. Halbuki Halîfe-i rûy-i zemînin elimize su dökmesi ve muhterem vâlidelerinin de bize havlu hazırlamasından daha büyük kerâmet mi olur?” buyurdu.

DÜNYA VE AHİRET SULTANI

Ahmet Han, 1617 senesinde hastalandı. Sırtında bir yara çıkmıştı. Mâbeynci Mustafâ, Sultan’ın vefâtından bir gün önce huzûrunda iken, Ahmet Han’ın, odada görünmeyen bazı kimselerle dört defâ:

“–Ve aleyküm selâm!” dediğini işitti.

Sebebini sorduğunda Sultan Ahmet Han:

“–Şu anda yanıma Hazret-i Ebûbekr-i Sıddîk, Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman ve Hazret-i Alî geldiler. Bana:

«–Sen dünyâ ve Âhıret’in sultanlığını kendinde toplamışsın. Yarın Resûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem- Efendimiz’in yanında olacaksın!..» buyurdular..” cevabını verdi.

SULTAN 1. AHMET NE ZAMAN ÖLDÜ?

Sultan 1. Ahmet yakalandığı tifüs hastalığından kurtulamayarak 21 Kasım’ı 22 Kasım’a bağlayan gece 1617 yılında 27 yaşında vefât etti.

Cenâzesinin yıkanması için mürşidi Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri dâvet edildi. Ancak:

“–Sultanımı çok severdim. Dayanamam. İhtiyârlığım sebebiyle beni mâzur görün!” buyurdu.

SULTAN 1. AHMET TÜRBESİ NEREDE?

Talebelerinden Şâban Dede’yi gönderdi. Şeyhülislâm Hocazâde Mehmet Çelebi’nin kıldırdığı cenâze namazından sonra, kendi yaptırdığı Sultanahmet Câmisi yanındaki türbesine defnedildi.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, İbret Işıkları, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

SULTAN 1. AHMET'İN HEDİYESİ

Sultan 1. Ahmet'in Hediyesi

OSMANLI PADİŞAHLARI VE HAYATLARI

Osmanlı Padişahları ve Hayatları

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.