
Saltanattan Sabrın Zirvesine: Allah’la Olma Şuurunu Kaybetmeyenlerin Hikâyesi
Mal, mülk, evlât ve saltanata rağmen Allah’tan ayrılmayan gönüllerin ibret dolu hikâyesi…
Yavuz Sultan Selîm’in son anlarından, Süleyman ve Eyyûb Peygamber’in imtihanlarına… Dünya nimetleri içinde bile Allah ile olma şuurunu yitirmeyenlerin hikâyesi…
ZENGİNLİK VE İMTİHAN İÇİNDE ALLAH’LA OLMAYI SEÇENLERİN HİKÂYESİ
Sen Bizi Kiminle Sanırdın?
Hükümdarlık yıllarının neredeyse tamamını seferlerde geçiren, binbir türlü çilenin kendisine hiçbir zaman bezginlik ve yorgunluk vermediği Yavuz Sultan Selîm’in son anlarını, nedîmi Hasan Can şöyle anlatır:
“Yavuz’un sırtında şîrpençe adı verilen bir çıban çıkmıştı. Çıban, kısa zamanda büyüdü, bir delik hâline geldi. Öyle ki, yaranın içinden Yavuz’un ciğerini görüyorduk. Kendisi çok muzdaripti. Âdeta yaralı bir arslan gibiydi. Acziyeti bir türlü kabullenemiyor, cengâver askerlerine taktik ve tâlimat vermeye devam ediyordu. Yanına yaklaştım. Bana kendi hâlini kasdederek:
«–Hasan Can, bu ne hâldir?» dedi.
Ben de, artık fânî yolculuğun sonuna, bâkî hayâtın başına ulaşmış olduğunu sezdiğim için hüzünle:
«–Pâdişâhım, artık Allah ile beraber olma zamanınız herhâlde geldi!» dedim.
Koca sultan döndü, yüzüme hayretle baktı:
«–Hasan, Hasan! Sen beni bu âna kadar kiminle beraber zannederdin? Cenâb-ı Hakk’a teveccühümde bir kusur mu müşâhede eyledin?» dedi…
Artık bambaşka âlemlere dalmış olan Sultan, bana son olarak Sûre-i Yâsîn’i okumamı emretti. «Selâm» âyetine geldiğim zaman da rûhunu Rabbine teslîm etti.”
Hayatlarında Allah ile olanlar, son nefeslerinde de bu nîmete mazhar olurlar. İşte maiyyet de, bu irfân ufkunda yaşamaktır. Fânî dünyanın gel-geç sevdâlarını ve nefsânî câzibelerini bertarâf ederek, kalbi, ona en lâyık olana, yani Hâlık’ına tahsis edebilmektir. Zira Allah ile meşgul olmayan bir kalbi, mâsivâ işgâl eder.
Hz. Süleyman ve Hz. Eyyûb’un (a.s.) İmtihanı
Diğer bir misal:
Dünya saltanatında Süleyman -aleyhisselâm-’ın seviyesine hiçbir beşer ulaşamamıştır. Lâkin dünya, Hazret-i Süleyman’ın gönlünü meşgul etmemiş, Allah ile beraberliğine mânî olmamıştır.
Rivâyete göre; kıyâmet gününde zengin bir kul getirilir. Allah Teâlâ:
“–Seni Bana kulluktan alıkoyan ne idi?” diye sorar. O zengin:
“–Yâ Rabbî! Malımın çokluğu beni meşgûl etti.” der.
Cenâb-ı Hak, Süleyman -aleyhisselâm-’ı misâl getirerek:
“–Sen Süleyman kulumdan da mı zengin idin? Onu niye o kadar mülkü meşgul etmedi?” buyurur. (Bkz. Bursevî, Rûhu’l-Beyân, IV, 258; Beyhakî, Şuabu’l-Îmân, V, 202-203)
Yine insanın en kıymetli varlıkları olan mal, can ve evlâttan imtihan noktasında Eyyûb -aleyhisselâm-’ın hayâtı, her hâlükârda Allah ile beraberlik şuurunun kazandırdığı sabır ve şükrün müstesnâ bir numûnesidir:
Allah Teâlâ, Eyyûb -aleyhisselâm-’ı çok ağır imtihanlardan geçirdi. Evvelâ mallarını elinden aldı. Ardından büyük bir zelzele ile çocuklarını aldı. Daha sonra da vücûduna ağır bir hastalık verdi. Eyyûb -aleyhisselâm- yıllar süren bu hastalığı boyunca hiçbir şikâyet ve feryadda bulunmadı. Hanımı Rahîme Hatun ona:
“–Sen bir peygambersin; duân makbûldür. Duâ et de şifâya nâil ol!” dedi.
Eyyûb -aleyhisselâm- ise:
“–Allah bana seksen sene sıhhat verdi. Hastalığım ise henüz seksen sene olmadı. Ancak birkaç senedir muzdaribim. Cenâb-ı Hak’tan sıhhat istemeye teeddüb ederim!” buyurdu.
Ne zaman ki hastalığı, kulluk vazifelerini gönül huzuruyla yapabilmesine mânî olmaya başladı, o zaman Cenâb-ı Hakk’a niyazda bulundu. Rivâyete göre bu hakîkati Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle ifâde buyurmuşlardır:
“Allah Teâlâ’ya yemin ederim ki Eyyûb, belâdan inlemedi, sızlanmadı. Lâkin yedi sene, yedi ay, yedi gün, yedi gece o iptilâ üzere kaldı. Ayakta namaz kılmak istedi; duramadı, düştü. Hak yolundaki hizmetinde kusur görünce de (Rabbine niyâz ederek): «Bana gerçekten hastalık isâbet etti» dedi.”[1]
O’nun bu dâsitânî sabrı ve teslîmiyeti neticesinde Allah Teâlâ, kendisinde dert ve sıkıntı olarak ne varsa hepsini giderdi ve ona eski hayâtını misliyle iâde etti.
Eyyûb -aleyhisselâm-, hastalıktan âfiyete kavuşmuş olarak geçirdiği ilk gecenin sabahında derinden bir «âh!» çekti. Sebebi sorulunca dedi ki:
“–Her gece seher vaktinde: «Ey bizim hastamız, nasılsın?» diye bir ses duyardım. Şimdi yine o vakit geldi, fakat: «Ey bizim sıhhatli kulumuz, nasılsın?» sesini duymadım. Bunun için hüzünlendim.”
Dipnot:
[1] Bkz. Kurtubî, Tefsîr, XI, 323, 327.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hak Dostlarının Örnek Ahlakından 2, Erkam Yayınları
YORUMLAR