Yahudi Ebû Rafi’nin Öldürülmesi

Yahudi reisi Ebu Rafi Selam bin Ebi Hukeyk neden katledildi?

İslâm’ın ilk intişar günlerinde düşmanlıklarını alenî olarak ortaya koymakdan çekinmeyen müşrikler, hicretin üçüncü senesinden itibaren faaliyetlerini gizlemeye Müslümanları, imha planlarını, perde arkasından yürütmeye başladılar. İslâm’a düşman teşkilatlar kurup, sinsi faaliyetlerini tanzim edenlerin başında Hayber yakınındaki bir hisarda bulunan Ebû Rafi gelmekde idi.

Bulunduğu mıntıkanın en zengini olarak bilinen Ebû Râfi, civardaki müşriklerin silah ve erzak ihtiyaçlarını karşılıyor, el altından azılı İslâm düşmanlarına verdiği paralarla din düşmanlarını körüklüyordu.

Ebû Rafi’nin işi bununla da bitmiyordu. Panayırda iyi nutuk çekenleri, toplantılarda tesirli şiir söyleyerek, dinleyenleri aldatmasını bilenleri, halkın içine sızarak casusluk yapmakla meşhur olanları hep arayıp buluyor ve onlarla dostluk kuruyordu. Hatta bunlara istedikleri kadar para veriyor, Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem aleyhine şiirler söyletip panayırlarda İslâm’ı kötüleyen nutuklar çektiriyor ve Müslümanların iç işlerini tecessüs için casuslar gönderiyordu.

Bütün bunları büyük bir gizlilik içinde yapan Ebû Râfi, bu uğurda harcadığı paranın büyük bir yekûn tutuşundan üzülmek şöyle dursun, derin sevinç duyuyordu.

“Daha falan ve filanın da başını koparttıracağım” diyerek ileri gelen İslâm mücahitlerini de öldüreceğini, göğsünü şişire şişire söylüyordu. Müslümanlar bu münafık Ebû Râfi’den hayli ziyan görmüşlerdi.

YAHUDİ EBU RAFİ’NİN KATLİ

Nihayet ashâb-ı kiramdan Abdullah bin Atik, Abdullah bin Utbe, Abdullah bin Enis ve Ebû Katâde bu münafığın mel’anetinden kurtulmak ve gizli faaliyetlerine bir son vermek için, aralarında müşavere ederek beş kişilik bir fedai mangası halinde yola çıktılar. Kararları kat’î idi.

Kendilerini feda edecekler, fakat bu azılı İslâm düşmanına haddini bildirip intikam alacaklardı.

Güneş batarken Ebû Rafi’nin oturduğu kal’anın yakınına yetişen fedailer, saklandıkları yerden içeri girmenin çaresini düşünmeye başladılar. Bu sırada mer’ada çalışmakta olan Yahudi işçileri kal’adan içeri giriyorlardı.

Abdullah bin Atik, hurma ağacının dibindeki çalılıkta duran arkadaşlarına:

Siz burada durun, ben bir kolayını bulup içeri gireceğim diyerek kal’anın kapısına doğru yürüdü; yaklaşınca kazayı hacet ediyormuşcasına eteklerine bürünerek çömeldi.

Herkes içeri girmiş, kapıcı da beklemekten usanmıştı.

Ey Allah’ın kulu, gireceksen gir, yoksa dışarıda kalırsın; ben kapıları kilitleyeceğim diye bağırarak kal’a kapısının arkasına girip kapıyı itmeye başladı.

Abdullah bin Atik bundan ötesini şöyle anlatıyor:

Hemen çömeldiğim yerden kalkarak hızla içeri girip bir köşeye saklandım. Dışarıda kimse kalmadığına kani olan kapıcı, kapıları kapayıp, kilidini arkasındaki bir çiviye asarak meskenine çekildi. Ortalık iyice kararıp herkes uyuyuncaya kadar bekledim.

Sonra kalkıp kapının kilidini açıp hazırladım. Yavaş yavaş kal’anın içinde gezerek tarif edildiği şekilde, Ebû Rafi’nin evini buldum. Masalcıların birine söylettiği hikaye bittiği için o da artık istirahate çekiliyordu.

Yavaş yavaş basamaklardan çıkıp odadan içeri girdim. Uyumuşlardı. Fakat karanlıkta nerede yattığını bilemediğim için:

“Ebû Râfi!” diye seslendim.

“Kimsin?” diye cevab verdi.

Sesin geldiği tarafa bütün kuvvetimle kılınç vurdum.

Hemen sesimin tonunu değiştirerek:

Ebû Rafi kiminle konuşuyorsun? O da cevaben:

Evde yabancı biri Kılıçla beni vurdu dedi.

Bu sefer kılıcın hedefini bulduğunu anlayarak hemen taş basamaklardan inmeye başladım. Karanlıktan nereye vurdu isem, ayağımın yaralandığını gördüm. Aşağıda gömleğimi yırtıp, yarayı sardıktan sonra ay ışığından istifade ile kapıdan dışarı çıkabildim.

Arkadaşlarım merakla beklemekde idiler, vaziyeti onlara haber verdim, ikna olmadılar.

“Belki ölmemiştir, sabaha kadar beklemeliyiz, ya o bizi yahud da biz onu” diyerek ağacın dibindeki çalılıklar içinde Ebû Râfi’nin ölüm haberini beklemeye başladık.

Sabah, güneş kal’a duvarlarının üzerinden ışıkları saçarken, kapı açıldı. İşçiler bağa-bahçeye gitmek için yollara döküldüler. Konuşmalarına kulak verdik. Şöyle diyorlardı:

Bu gece İslâm fedaileri, reisimiz Ebû Râfi’nin evine baskın yaparak, onu öldürdükten sonra kaçıp gitmişler. (Tarihin Şeref Levhaları)

Kaynak: Sâdık Dânâ, İslam Kahramanları 1, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

MÜNAFIKLAR İLE İLGİLİ AYETLER

Münafıklar İle İlgili Ayetler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.