Sultan Alparslan Kimdir?

Sultan Alparslan kimdir? Büyük Selçuklu Devleti’nin ikinci hükümdarı, fethin babası, büyük cihangir; Sultan Alparslan’ın hayatı...

Sultan Alparslan, Büyük Selçuklu Devleti’nin ikinci hükümdarıdır (1064-1072) ve 1071 Malazgirt Zaferi ile Anadolu'nun kapılarını Türklere açmıştır.

SULTAN ALPARSLAN KİMDİR?

Alparslan, Horasan Meliki Çağrı Bey’in oğludur. 1 Muharrem 420 (20 Ocak 1029) yılında doğduğu tahmin edilmektedir.

Alparslan, genç yaşta Karahanlılar (1049) ve Gazneliler’e (1058) karşı kazandığı zaferlerle büyük itibar kazandı. Babası Çağrı Bey’in 1059’daki ölümünün ardından Horasan Meliki oldu ve hânedan içinde itiraz görmedi.

Taht Mücadelesi

Amcası Sultan Tuğrul Bey’in 1063’te vefatından sonra kardeşi Süleyman’ın tahta çıkmasını kabul etmeyen Alparslan, taht mücadelesine girdi. Rakipleri arasında ağabeyi Kavurd, amcası İnanç Yabgu ve Selçuk’un torunu Kutalmış da vardı. Alparslan önce bu iç isyanları bastırdıktan sonra, Kutalmış ile mücadele etti.

Âsi emîrleri itaat altına alıp İnanç Yabgu’yu ve Kutalmış’ı mağlup eden Alparslan, başkent Rey’e girip tahta çıktı; Kirman Meliki Kavurd da kendi topraklarında onun adına hutbe okuttu. Saltanatı 27 Nisan 1064’te Abbâsî Halifesi tarafından resmen onaylandı.

Rum Gazası

Alparslan, Rey’e girişinden sonra iki ay içinde idari işleri ve ordu hazırlıklarını tamamlayarak Şubat 1064’te “Rum gazâsı” adı verilen batı seferine çıktı. Hükümdarlığı boyunca batı yönüne ağırlık veren Alparslan, Türkmenlerin yerleşmesi için Anadolu’yu fetih hedefi olarak belirledi. Selçuklu Devleti, Orta Asya’dan gelen Türkmenler için güvenli bir sığınak olurken, bu topluluklar fetihlere katıldı ve yeni yurtlar edinmek amacıyla Anadolu’ya yönlendirildi. Ancak Anadolu’ya ulaşmak için, Urmiye’den Tiflis’e uzanan Bizans’a bağlı küçük prensliklerin direnişi kırılmak zorundaydı.

Alparslan, oğlu Melikşah ve veziri Nizâmülmülk’le birlikte Rey’den Azerbaycan’a hareket etti. Yolda Türkmen reisi Tuğtegin’in takviyesiyle güçlenen ordu, Aras’ın kuzeyindeki kaleleri ele geçirdi. Gürcistan’a giren Alparslan ordusu, pek çok şehir ve kaleyi fethederek 1064 Haziranında Ahılkelek’i aldı. Lori prensi Kuirike Selçuklular’a tâbi oldu ve cizye vermeyi kabul etti.

Bunun ardından Alparslan, Doğu Anadolu’da Bizans elindeki Ani’yi kuşattı. Bir aydan fazla süren muhasara sonucu, 16 Ağustos 1064’te Ani fethedildi. Ani’nin zaptı büyük yankı uyandırdı, Abbasi Halifesi Kāim-Biemrillâh Alparslan’a “Ebü’l-feth” lakabını verdi. Ani’nin düşüşü üzerine Kars prensi Gagik, Alparslan’ı törenlerle karşıladı ve tâbiiyetini sundu.

Alparslan, Kirman Meliki Kavurd’un isyan haberi üzerine Doğu Anadolu seferini yarıda bırakarak Aralık 1064’te Rey’den Hemedan’a geçti. Kavurd’un af dilemesiyle sonuçlanan bu olayın ardından Merv’e giderek idarî düzenlemeler yaptı ve hânedan üyelerini farklı bölgelere melik ve emîr olarak tayin etti.

Doğu Seferi

1065 sonbaharında büyük bir orduyla Hârizm’e hareket eden Alparslan, İslâmiyet’i kabul etmeyen Türk ve Moğol kabilelerini bozkırlara sürdü, Kıpçakları itaat altına aldı ve Mâverâünnehir’de fetihler yaptı. Cend şehrinde atası Selçuk’un mezarını ziyaret ederek bölgeyi Melikşah’ın hükmü altına bağladı. Doğu seferi, Hazar Denizi’nden Taşkent’e kadar uzanan toprakların büyük kısmının Selçuklu hâkimiyetine girmesiyle tamamlandı.

Temmuz 1066’da oğlunu veliaht tayin eden Alparslan, hutbelerde Melikşah’ın adının da okunmasını sağladı. Ancak Kirman Meliki Kavurd, 1067 başında isyan etti ve ordusu dağıtılınca tekrar af diledi. Alparslan, Kavurd’u affedip kızlarına çeyizlik vererek onu kendine bağladı. Aynı yıl, Şîraz Meliki Fazlûye’nin isyanıyla da mücadele etti.

1068 başlarında ikinci Kafkas seferini düzenleyen Alparslan, Nizâmülmülk ve Savtegin ile Kartli, Şirak, Vanand, Nig, Gugark, Arrân ve Gence gibi Azerbaycan’daki küçük prenslikleri ve Şeddâdî emîrlerini Selçuklu hâkimiyetine aldı. Bazı prensler İslâmiyet’i kabul ederken, kesin Selçuklu denetimi 1069’daki Savtegin seferiyle sağlandı.

Kafkasya seferi devam ederken Karahanlı Hükümdarı İbrâhim Han’ın ölümü ve oğulları arasındaki taht kavgaları Selçuklu menfaatlerini tehdit edince Alparslan ülkesine döndü. Ancak İbrâhim Han’ın yerine geçen Şemsülmülk Nasr’ın durumu kontrol altına alması üzerine müdahaleden vazgeçti. Doğudaki tehlikenin ortadan kalkmasıyla Alparslan, dikkatini Anadolu, Mısır ve Suriye’deki gelişmelere çevirdi.

Her ne kadar Alparslan Kafkasya ve Doğu Anadolu seferlerini yarıda bıraktıysa da, Anadolu’daki Türk ilerleyişi devam ediyordu. Bu ilerleyiş; Tuğrul Bey döneminden itibaren Anadolu’ya göç eden Türkmenler, taht kavgaları sırasında Alparslan’dan kaçan şehzadeler ve kumandanların ayrı hareket eden güçlerinden oluşuyordu. Bu kuvvetler birçok önemli şehri ele geçirerek Bizans için büyük tehdit oluşturuyordu.

1068’de tahta geçen Romanos Diogenes, Anadolu’daki durumu kontrol altına almak için baharda çoğunluğu ücretli askerlerden oluşan ordusuyla sefer düzenledi. Kayseri’den başlayarak Menbic Kalesi’ni ele geçirdi ancak Selçuklu ve Türkmenler başka yerlerden akınlarına devam etti. Aynı yıl ikinci seferinde Kayseri, Palu ve Sivas’ta harekât yaptı; Türkmenler ise Konya’ya kadar ilerleyip şehri yağmaladı. 1070’de üçüncü seferini yapamayan Diogenes’in gönderdiği ordular da başarı sağlayamadı. Afşin Bey komutasındaki Türk akıncıları Marmara sahillerine kadar ulaştı.

Malazgirt Savaşı

Bu gelişmeler üzerine Romanos Diogenes, Türk tehdidini kökünden çözmek için 13 Mart 1071’de büyük ve iyi donatılmış bir orduyla dördüncü Anadolu seferine çıktı. Amacı yalnızca Anadolu’daki akıncıları temizlemek değil, aynı zamanda Selçuklu başkentine kadar ilerlemekti.

Anadolu’da Romanos Diogenes ile Alparslan karşılaşması yaklaşırken, Alparslan Suriye’de Fâtımîler’i yıkmayı hedefliyordu. Selçuklular, Abbâsî halifesini güçlendirip Mekke ve Medine’de onun adına hutbe okunmasını sağladı. 1070’de Hamdânî Hükümdarı Nâsırüddevle’nin çağrısıyla büyük orduyla Suriye’ye yönelen Alparslan, önemli kaleleri ele geçirip Urfa’dan haraç aldı. Halep kuşatıldı, ancak emîr affedildi. Bizans’ın barış teklifini reddeden Alparslan, Anadolu’daki Bizans tehdidini hafife aldı. Ancak Romanos Diogenes’in büyük orduyla Anadolu’ya ilerlediği haberini alınca ordusunun bir bölümünü Suriye’de bırakarak hızla Musul’a hareket etti (Nisan 1071). Bu hazırlıklar, Alparslan’ın Bizans’la son kozunu paylaşmaya hazırlandığını gösteriyordu.

26 Ağustos 1071 Cuma günü Malazgirt Ovası’nda gerçekleşen savaş, Selçuklular’ın büyük zaferiyle sonuçlanarak Türkler’e Anadolu kapılarını açmış ve dünya tarihini etkilemiştir.

Selçuklu ordusu, Artuk, Mengücük, Saltuk, Danişmend ve diğer Türkmen beylerinin güçleriyle, Bizans ordusunun ancak dörtte biri büyüklüğündeydi. Bu başarıda yüksek moral ve taktik üstünlük belirleyiciydi. Bizans ordusu; Frank-Norman, Bulgar, İslav, Peçenek, Oğuz, Gürcü ve Ermeni unsurlardan oluşan, birbiriyle anlaşmazlıklar yaşayan ücretli askerlerden meydana gelmişti. Selçuklu ordusu ise yalnız Müslüman Türklerden oluşuyor, ücret almadan savaşıyordu. Kumandanlar arasındaki birlik de Selçuklu tarafındaydı.

Bizans’ın ağır zırhlı, kütle savaşına dayalı ordusuna karşı, Selçuklu’nun hafif teçhizatlı, çevik süvari birlikleri savaşın kaderini belirledi. En önemli faktör ise Alparslan’ın sahte ricat taktiğini başarıyla uygulamasıydı; bu manevra, Bizans ordusunu çembere alarak mağlûbiyetlerini hızlandırdı.

Tarihçilerce ortak anlatıma göre, Alparslan mağlûp Bizans imparatorunu savaş alanında onurlandırdı, tacını kendi tahtının yanında taktı ve dostluk kuruldu. Bugün mevcut olmayan bir barış antlaşması imzalandı. Ancak Romanos Diogenes’in tahttan indirilip gözlerinin oyularak öldürülmesi (4 Ağustos 1072) bu anlaşmanın uygulanmasını engelledi.

Sultan Alparslan’ın Ölümü

Bütün celâdet ve haşmetine rağmen son derece duygulu olan Alparslan, 1072 Eylül sonunda Türkistan seferine hazırlanırken Romanos Diogenes’in acıklı sonunu öğrenince üzülmüş, barış antlaşmasının geçersiz olduğunu ilan ederek Bizans üzerine ordu gönderilmesini emretmiş, Artuk Bey’in kuvvetleri Anadolu’ya girerken kendisi de 200.000 kişilik ordusuyla Mâverâünnehir’e hareket etmiştir. Doğu seferinin sebebi, Karahanlı Hükümdarı Şemsülmülk Nasr Han’ın oğullarıyla devamlı savaşması ve Selçuklular’dan toprak almaya çalışmasıdır. Alparslan, belki Karahanlılar’ı tamamen ortadan kaldırmayı hedeflemiştir. Ancak Barzem Kalesi kumandanı Yûsuf Hârizmî (Barzemî) tarafından yapılan suikast sonucu ağır yaralanıp dört gün sonra şehid oldu (24 Kasım 1072). Ölümünden önce Melikşah’a biat edilmesini ve devletin geleceği için çeşitli tavsiyelerde bulunmuş, dul kalan eşinin kardeşi Kavurd’un Kirman ve Fars’ı yönetmesini ancak Şiraz’da sıkı kontrol altında tutulmasını vasiyet etmiştir. Bu vasiyet, Kavurd’un isyanıyla gerçekleşmemiştir.

Batı Türkleri’nin atası sayılan Alparslan, Arap ve Bizans tarihçilerinin de onayladığı üzere cesur, yiğit (ebû şücâ‘), kudretli ve azametli (adudüddevle) bir liderdi. Heybetinin yanında adaletiyle (es-sultânü’l-âdil), affedici ve müsamahakâr oluşuyla tanınmıştır. Çok dindar ve dinî hükümlere sadık bir şahsiyetti; bu yüzden halk arasında velî mertebesine yükseltilmiş, kerametler ona isnat edilmiştir. Sarayında günlük elli koyun kesilen imaret ve fakirlere düzenli harçlık dağıtımı vardı. İslâmiyet’in henüz ulaşmadığı bölgelere cami yaptırmış, ilim ve sanat adamlarını devlet himayesine almış, bu işleri veziri Nizâmülmülk’ün aracılığıyla yürütmüştür. Bastırdığı altın paralar ise devrindeki ekonomik gelişme ve refahı göstermektedir.

Kaynak: DİA’dan derlenmiştir.

İslam ve İhsan

SULTAN ALPARSLAN’IN TARİHE GEÇEN KONUŞMALARI

Sultan Alparslan’ın Tarihe Geçen Konuşmaları

MALAZGİRT SAVAŞI’NIN NEDENLERİ, SONUÇLARI VE ÖNEMİ

Malazgirt Savaşı’nın Nedenleri, Sonuçları ve Önemi

AHLAT NEREDEDİR?

Ahlat Nerededir?

MALAZGİRT NEREDEDİR?

Malazgirt Nerededir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • Eğitim hayatını bulamadım

    Gayet iyi ödevim için işe yaradı sağolun☺️

    Çok iyi özet ve çok doğru

    çok güzel olmuş çok işime yaradı proje ödevim de

    güzel olmuş fakat biraz uzun olmuş

    • bence yeterince uzun tam kıvamında hem kısa olsa ne işine yarardı

    mükemmel olmuş

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.