Ahlat Nerededir?

Sultan Alparslan’ın Malazgirt Meydan Savaşı öncesinde otağını kurduğu yer, Kubbet-ül İslam Beldet-ül Türk: Ahlat nerededir? Ahlat’ın Türk tarihi açısından önemi nedir?

Haber: Murat Karadeniz

Ahlat, Van gölünün kuzeybatı kıyısında Süphan ve Nemrut dağları arasında bulunan plato üzerinde kurulmuş mezar âbideleriyle meşhur tarihî bir şehir ve bugün Bitlis’e bağlı 34 bin nüfuslu bir ilçedir.

Ahlat, Asya’dan Avrupa’ya uzanan ticaret yolları üzerinde bulunması, ılıman iklimi, bereketli toprakları, imara elverişli Ahlat taşı ve su kaynakları ile tarihin her döneminde bölgedeki güçlerin dikkatini çekti. Daima önemli bir yerleşim yeri olan Ahlat üzerinde kurulan medeniyetler, tarih boyunca işgaller ve yağmalamalar nedeniyle her el değiştirmede tahrip edildi.

AHLAT İSMİ NEREDEN GELİYOR?

Ahlat, Urartulardan Osmanlılara kadar birçok devlet ve hânedanın idaresinde kaldı. Şehrin en eski sakinleri olan Urartular buraya Halads, Ermeniler Şaleat (Şaliat), Süryânîler Kelath, Araplar Hilât, İranlılar ve Türkler ise Ahlat dediler. Ünlü Türk seyyahı Evliya Çelebi ise Seyahatname’de Ahlat’a “Dar-ı bele” (Oğuz Taifesi Şehri) denildiğini yazdı.

AHLAT’IN İSLAM İLE TANIŞMASI

Tarih boyunca birçok devletin hakim olduğu Ahlat’ta İslam Devleti’nin kurulduğu dönemde Doğu Roma İmparatorluğu (Bizans) hüküm sürmekteydi.

Ahlat, Hz. Ömer döneminde Cezîre fâtihi İyâz b. Ganm (r.a.) tarafından 640-41 yılında fethedildi. Yapılan antlaşmaya göre Ahlat beyi (batrik, patrici) vergi ödemeyi kabul ederek İslâm Devleti’nin himayesine girdi. Emevîler döneminde Muâviye’nin (r.a.) ölümüyle başlayan iç karışıklıklar sırasında Ahlat ve yöresindeki halk da isyan ederek Doğu Roma hâkimiyetine girdi. Ancak Emevîlerin Cezîre valisi Muhammed b. Mervân tarafından şiddetli bir şekilde cezalandırıldılar ve bölge Cezîre valiliğine bağlanarak oradan gönderilen idarecilerce yönetildi.

Abbâsîler döneminde Ahlat’taki mahallî hânedanlar yerlerinde bırakıldıkları gibi idarî teşkilât da aynen korundu. Abbâsîlerin IX. yüzyılın ikinci yarısında zayıflamaya başlaması üzerine Ahlat ve bölgedeki diğer şehirler tekrar Doğu Roma İmparatorluğu’nun eline geçti.

Doğu Roma İmparatoru Romanus Lecapenus 928’de Ahlat ve Bitlis’teki camilere haç koydurdu. Bunun üzerine bölgedeki Müslümanlar korkudan yurtlarını terkedip göç etti. Ahlat daha sonra bölge beyleri arasında el değiştirdi.

TÜRKLERİN ANADOLU’YA GELİŞİ

Türkler Anadolu’ya geldiklerinde Ahlat dışındaki Van, Erciş, Malazgirt, Bargiri gibi bölgedeki şehirlerin hepsi Doğu Roma İmparatorluğu’nun elindeydi. 1040 Dandanakan Savaşı’ndan sonra Büyük Selçuklu Devleti’nin kuruluşunu sağlayan Selçuk Bey’in torunları Tuğrul Bey ve İbrahim Yınal, Azerbaycan ve havalisini ele geçirirken aynı kuvvetlerin devamı da Ahlat’ı ele geçirdi.

SULTAN ALPARSLAN OTAĞI

Anadolu’yu yurt edinmek isteyen Selçuklular Ahlat’ta kurdukları garnizonla burayı üs olarak kullanarak Anadolu’nun diğer yerlerine akınlar yaptı. Türklerin Anadolu içlerindeki ilerleyişi Doğu Roma İmparatorluğu’nu rahatsız etti ve İmparator Romen Diyojen Türk tehlikesini bertaraf etmek için doğu seferine çıktı.

Sultan Alparslan, Suriye’de iken gelen Bizans elçisi imparatorun Malazgirt ve Ahlat’a karşılık, Menbiç’i Selçuklulara bırakmak istediğini bildirdi. Teklifi kabul etmeyen Sultan Alparslan, büyük bir Bizans ordusunun geldiği istihbaratı üzerine, ordusunun bir bölümünü Şam’ı fethetmek üzere Suriye’de bırakarak Musul’a geçti. Burada Selçuklu ordusunun yaşlı ve yorgun askerleri terhis edilip yerlerine zinde kuvvetler alındı ve çeşitli savaş hazırlıkları yapıldı.

Çeşitli milletlerden oluşturulan 200 bin kişilik Doğu Roma ordusunun öncü birlikleri Ahlat Selçuklu Garnizonu kumandanı Emîr Sunduk tarafından bozguna uğratıldı.

Sultan Alparslan otağını Ahlat’a kurdu. Türk ordusunun mevcudu 50 bindi. Alparslan, öncü savaşlarından sonra Ahlat’tan ayrılarak Ahlat-Malazgirt arasındaki Rahve ovasında karargâhını kurdu ve askerlerini tepelere yerleştirip ovayı kontrolü altına aldı. Şiddetli çarpışmaların ardından Sultan Alparslan’ın bizzat yönettiği Kurt Kapanı (Turan, Hilal Taktiği) taktiği ile Bizans ordusu çembere alındı. Öte yandan Bizans ordusunda savaşan Peçenek, Uz, Kıpçak (Türkleri) askerleri Selçuklu tarafına geçti. Neticede öğle vaktinden geceye kadar devam eden bu meydan savaşında Doğu Roma (Bizans) ağır bir yenilgiye uğradı.

26 Ağustos 1071 Cuma günü Malazgirt ovasında yapılan meydan savaşında Selçukluların kazandığı büyük zafer Türklere Anadolu kapılarını açtı.

Ahlat, Sultan Alparslan döneminden itibaren Anadolu’ya yapılan akın ve fetih hareketlerinde bir üs olarak kullanıldı. Selçukluların büyük emîrlerinden Afşin Bey Ahlat’tan Anadolu içlerine akınlar düzenledi.

KUBBET’ÜL İSLAM BELDET-ÜL TÜRK

1100 yılında Anadolu’da kurulan ilk beyliklerden olan Ahlatşahların (Sökmenliler) başkenti olan Ahlat, İslâm âleminin en büyük şehirlerinden biri haline geldi ve tarihinin en parlak dönemini yaşadı. Şehir, Türk kültürünün nadide eserleri ile bezendi. Bu gün Bulanık ilçesine bağlı Abri köyü Ahlat’ın ilim yuvasıydı. Abri ve Ahlat içindeki ilim yuvalarında yetişen bilim adamları Ahlat adını bütün dünyaya tanıttı. Ahlat, Belh ve Buhara (bazı kaynaklarda Merv) ile birlikte Kubbet’ül İslam (İslamın Kubbesi) Beldet-ül Türk (Türk Beldesi) olarak anıldı. O zaman şehrin nüfusu 300 bin civarındaydı.

Ahlat’ın Ahlatşahlar döneminde ulaştığı zenginlik birçok hükümdarda oraya sahip olma arzusu uyandırdı. Erzurum hakimi Tuğrul Şah’ın Ahlat Şah Balaban’ı öldürmesi üzerine şehir 1207’de Eyyûbî Meliki Âdil’in eline geçti ve Ahlatşahlar hânedanı sona erdi.

AHLAT’IN YAĞMALANMASI

Eyyübi Meliki Evhad’ın halkın önemli bir kısmını öldürtmesi, ileri gelenleri Silvan’a sürmesi ve ahî teşkilâtının dağılması veya zayıflaması Ahlat’ın ilim, kültür ve iktisadî hayatında büyük bir gerilemeye sebep oldu. Moğollardan kaçarak Azerbaycan ve Doğu Anadolu’ya gelen Celâleddin Hârizmşah, 1229 yılının sonbaharında şehri kuşattı. 8 ay süren kuşatma yüzünden pek çok insan açlıktan öldü, halkın büyük bir kısmı da şehri terketti. 18 Nisan 1229’da Ahlat zaptedildi ve Celâleddin Hârizmşah’ın muhalefetine rağmen şehir 3 gün boyunca görülmemiş biçimde yağmalandı.

1230’da Anadolu Selçuklu Sultanı Alaattin Keykubat, Yassı Çemen Savaşı’nda Harzemşahları mağlup ederek Ahlat’a hakim oldu. Veziri Ziyâeddin Karaarslan’ı göndererek Ahlat’ta iskân ve imar faaliyetini başlattı ve Sinâneddin Kaymaz da subaşı tayin edildi.

AHLAT’TA GÜÇ MÜCADELESİ

Moğollar, 1243 Kösedağ Savaşı’ndan sonra Ahlat’ı istilâ edip Gürcü kumandanı Prens Avak’ın kız kardeşi Tamtam’a verdi. Ahlat 1246 ve 1275 yıllarında meydana gelen depremler sebebiyle harabeye dönmüş olmasına rağmen yine de önemini kaybetmedi. 1335’ten sonra Moğollar arasında başlayan iç mücadeleler sırasında şehir büyük zarar gördü. Bölge beyleri Karakoyunluların aksine Timur’a baş eğmeyi siyasetlerine daha uygun bulmuşlardı. Timur döneminde Ahlat’a hâkim olan Emîr Muhammed ya Bitlis hâkimleri hânedanına mensuptu veya Bitlis hâkimi Şemseddin adına burayı idare etmekteydi.

Karakoyunlu İskender Mirza Erciş, Adilcevaz ve Ahlat yörelerinde harekâtta bulunan Timur’un oğlu ve halefi Şâhruh’un ülkesine dönmesinden sonra Bitlis, Ahlat ve diğer bazı şehirlere hâkim olan Emîr Şemseddin’i 1422’de yakalattı ve Ahlat hisarının teslim edilmemesi üzerine onu şehrin önlerinde öldürttü. Fakat hisar ele geçirilemedi. Bitlis de üç yıl kuşatılmasına rağmen fethedilemedi. İlhanlı (Moğol) İmparatorluğu’nun parçalanmasından sonra valiler ve emirler arasında el değiştiren Ahlat 1451-1462 yılları arasında Karakoyunluların yağma ve tahriplerine ma’ruz kaldı.

1462 tarihinden itibaren Karakoyunlu Cihan Şah Mirza’nın yerini Akkoyunlu Uzun Hasan aldı. Ancak onunda Ahlat üzerindeki hakimiyeti uzun sürmedi. 1473 yılında Fatih Sultan Mehmet Han’ın Otlukbeli Savaşı’nda Uzun Hasan’ı mağlup etmesiyle yöredeki Akkoyunlu hakimiyeti sona erdi. Ahlat ve civarının hakimiyeti Akkoyunlulardan sonra Safevilerin eline geçti.

ANADOLU’NUN KAPISI TÜRKİYE’NİN TAPUSU

Yavuz Sultan Selim Han döneminde 1514’te Safeviler ile yapılan Çaldıran Savaşı sonucunda Ahlat, Osmanlıların hakimiyetine girdi. 1533-1535 yılında yapılan Irakeyn seferi sonunda Kanûnî Sultan Süleyman tarafından Osmanlı topraklarına katıldı. Osmanlılar birkaç yıl sonra Ahlat için göl kıyısında yeni bir hisar inşa etti ve yeni Ahlat da burada kuruldu. Fakat çeşitli sebeplerle Moğol istilâsından itibaren ehemmiyetini kaybetmeye başlayan şehir, Safevîler ve Osmanlılar zamanında Van gölü havzasının en sönük şehirlerinden biri haline geldi. Nitekim Amasya Antlaşması’ndan birkaç yıl sonra yapılan sayımında şehrin nüfusu askerler, diğer vazifeliler ve din adamları dışında 1600 civarındaydı.

1635 yılnda Revan seferine çıkan Sultan 4. Murat Ahlat’a uğradı. Yeniköprü’de konaklayarak Ahlat’taki ecdat mezarlarını ziyaret etti. 1639 yılında İran’la yapılan Kasr-ı Şirin Antlaşması’ndan sonra doğu sınırları değişmedi ve Ahlat tarihteki ihtişamından uzak olmasına karşın daima Osmanlı hakimiyetinde kaldı.

Kâtip Çelebi Ahlat’ın elma ve kaysısı meşhur bağlık bahçelik bir şehir olduğunu kaydeder; 1655 yılında Ahlat’a uğrayan ve şehir hakkında geniş bilgi veren Evliya Çelebi de Van gölünde tutulan balıkların Acem tüccarlarına satıldığını ve elde edilen parayla da Van çevresinde görevli askerlerin ulûfelerinin karşılandığını söyler.

Ahlat Tanzimat’tan sonra Van eyaletinin Van sancağına, Sultan II. Abdülhamit döneminde ise Bitlis vilayetine bağlandı.

Ahlat, 1914 yılında uğradığı Rus işgalinden 21 Şubat 1916 yılında kurtuldu. Fakat süreçte şehir katliam ve yağmalara sahne oldu. Bundan mezarlıklar bile nasibini aldı.

Ahlat, Cumhuriyet döneminde 1929 yılında Van’a bağlandı. 1936 yılından itibaren Bitlis’e bağlı bir ilçe merkezi oldu.

Tarihimizde kılıçla kalemi en iyi kullanan bir Türk şehri olan Ahlat, aynı zamanda “Anadolu’nun kapısı Türkiye’nin tapusu” olarak da zikredilmektedir.

AHLAT FOTOĞRAFLARI - Ahlat’ta Gezilecek Yerler


Selçuklu Meydan Mezarlığı (Ahlat)


Selçuklu Mezar Taşları (Ahlat)


Selçuklu Meydan Mezarlığı (Kış)


Ulu Camiî Kalıntısı (Ahlat)


Mezar Taşı ve Kümbet


Emir Bayındır Kümbeti ve Mescidi (Ahlat)


Ulu Kümbet (Ahlat)


Çifte Kümbet (Ahlat)


İskender Paşa Camiî (Ahlat)


Abdurrahman Gazi Türbesi (Ahlat)


Emir Bayındır Köprüsü (Ahlat)


Mağara Evleri (Ahlat)

AHLAT NEREDE? AHLAT’A NASIL GİDERİM? - HARİTA

İslam ve İhsan

SULTAN ALPARSLAN KİMDİR?

Sultan Alparslan Kimdir?

MALAZGİRT SAVAŞI’NIN NEDENLERİ, SONUÇLARI VE ÖNEMİ

Malazgirt Savaşı’nın Nedenleri, Sonuçları ve Önemi

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.