Peygamber Efendimiz Ailesini Nasıl Eğitirdi?

Peygamber Efendimiz (s.a.v) ailesini nasıl eğitirdi? Prof. Dr. Ömer Çelik anlatıyor...

Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-, insanî ve İslâmî eğitimi öncelikle kendi evinde, hanımlarına vermiştir. Zira iyi bir İslâmî eğitime sâhip olan hanım, dinini yaşarken eşi için samimi bir dost; çocukları için iyi bir anne ve onların kaliteli yetişmesinin teminatı olacaktır.

Bir Müslüman için eğitim denildiğinde ilk akla gelen şey dînî bilgisini geliştirmek ve ilmihâlini öğrenmek olmalıdır. Daha sonra da diğer hususların eğitim ve öğretimi anlaşılmalıdır. Çünkü birincisi ebedî hayatı kazandırırken ikincisi fâni olan dünya hayatının idâmesini sağlamaya yöneliktir. Cenâb-ı Hak dînî eğitimin âilede sıkı bir şekilde yapılması gerektiğine şöyle dikkat çekmektedir:

وَأْمُرْ اَهْلَكَ بِالصَّلٰوةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَاۜ لَا نَسْـَٔلُكَ رِزْقاًۜ نَحْنُ نَرْزُقُكَۜ وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوٰى ﴿١٣٢﴾

“Âilene namazı emret, kendin de ona sabırla devam et! Senden rızk istemiyoruz, biz seni rızıklandırırız. Âkıbet ise takvâ sâhiplerinindir!” (Tâhâ 20/132)

Bu âyet-i kerîmeden, dînî eğitim yapılan, bilhassa namaza itina gösterilen hânelerde maddî ve mânevî rızkın bol olacağı ve oralarda takvâ hayatının yaşanacağı, dolayısıyla âkıbetlerinin de hayırla netîceleneceği anlaşılmaktadır.

Peygamber Efendimiz, Cenâb-ı Hakk’ın emrine imtisâlen âilesinin eğitimine ehemmiyet vermiştir. Meselâ o, sabah namazının sünnetini evinde kılar, hanımlarını namaza kaldırdıktan sonra Mescid-i Nebevî’ye giderdi. (İbn-i Hanbel, VI, 236)

Nâfile namazlarını, İslâmî terbiyenin bir parçası olarak daha çok evinde kılar, ashabına da böyle yapmalarını emrederdi:

Ka’b bin Ucre -radıyallahu anh- anlatıyor:

Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-, Abdü’l-Eşhel oğulları mescidinde akşam namazını kılmıştı. Cemaat, farzı bitirince nafileyi kılmaya başladı. Bunu gören Efendimiz:

Bu, evlerin namazıdır” buyurdular. (Ebû Dâvûd, Tatavvu’, 15; Nesâî, Kıyâmu’l-leyl, 1)

Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem-, eşlerin birbirlerini teheccüd namazı mevzuunda teşvik etmelerini isteyerek, bu istikamette gayret gösterenleri şöyle medhetmiştir:

“Geceleyin kalkıp namaz kılan, hanımını da kaldıran, kalkmazsa yüzüne su serperek uyandıran kimseye Allah rahmet etsin. Aynı şekilde geceleyin kalkıp namaz kılan, kocasını da uyandıran, uyanmazsa yüzüne su serperek uykusunu kaçıran kadına da Allah rahmet etsin.” (Ebû Dâvûd, Tatavvu, 18)

Ancak Allah Resûlü’nün bu tavsiyesini tatbik edebilmek için âile içinde derin bir muhabbet havası tesis edilmeli ki yüzüne su serpilen hanım veya beyefendi, yatağından tebessüm ve sevinçle kalkıp huzûr-ı İlâhî’ye durabilsin.

İnsanların cehennem azâbından korunmaları, âile içindeki bu eğitime bağlıdır. Erhamu’r-râhimîn olan Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

“Ey îmân edenler! Kendinizi ve âilenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyunuz.” (et-Tahrîm 66/6)

Bu âyet hakkında Hz. Ali -kerremallahü vecheh- şu îzâhı yapar:

 “Kendinizi ve âile fertlerinizi ateşten koruyun,” emri, “kendinize ve âile fertlerinize hayrı, ilmi ve edebi öğretin” mânâsına gelmektedir.

İbn-i Abbas -radıyallahu anh- da âyet-i kerîmeyi:

“Onları Allah’a itaate alıştırın, isyan ve günahlardan sakındırın ve ehlinize Allah’ın zikrini emredin ki Allah da sizi cehennem ateşinden kurtarsın” şeklinde tefsîr etmiştir. (Taberî, XXVIII, 211-212)

Yine bu âyet-i kerîmenin tefsiri hakkında Zeyd bin Eslem şunu söyler:

Bu âyet nâzil olduğunda ashab:

– Yâ Resûlallah! Kendimizi koruyabiliriz, ya ehlimizi nasıl koruyacağız, diye sordu.

Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-:

“– Onlara Allah’a kul olmayı, tâat ve ibadeti emredersiniz. Allah’a isyan etmekten ve günah işlemekten de nehyedersiniz, işte bu onları korumak demektir” buyurdu. (Âlûsî, XXVIII, 156)

Allah Resûlü hanımlarının tâlim ve terbiyesinde daha ziyâde sohbet usûlünü tercih etmiştir. Sohbet Peygamber Efendimiz için, hem ashabının hem de Ehl-i Beyt’inin yetiştirilmesinde önemli bir vâsıta idi. Bundan hareketle Allah dostları da bu metod üzerinde hassasiyetle durmuşlar, hatta Şâh-ı Nakşibend hazretleri; “طريق ما در صحبتست: Bizim yolumuz sohbetle kâimdir” buyurmuştur.

Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- hanımlarının her biriyle başbaşa sohbet ettiği gibi onları bir araya toplayarak da sohbet etmiş, bu âdetine hayatı boyunca devam etmiştir. Her sabah mescidden çıktıktan sonra ve her ikindi namazını müteâkip, hanımlarını tek tek ziyaret ederek kısa bir müddet onlarla sohbet ederdi. (Ebû Dâvûd, Nikâh, 38; İbn-i Sa’d, VIII, 85) Akşamları ise diğer hanımları, yanında kalacağı hanımının odasına gelerek Resûlullâh’tan feyz alırlardı. (Müslim, Radâ’, 46; İbn-i Hanbel, VI, 107, 157)

Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in en mühim vazifesi tebliğ ve terbiye olduğu için hayatı, ilâhî hakîkatlerin insanlara ulaştırılması ile geçmiştir. Herkesten önce kendi âilesini hayatın fitnelerine karşı uyarmış, âhirete hazırlanmaları için teşvikte bulunmuştur. Ümmü Seleme -radıyallahu anhâ-, Resûl-i Ekrem Efendimiz’in bir gün hanımlarını telâşla ve tedirgin bir şekilde îkâz ettiğini şöyle nakletmektedir:

Allah Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- bir gece uyandı ve:

“– Sübhânallah bu gece ne fitneler indirildi ve nice hazîneler açıldı! Uyanın ey hâne halkı! Dünyada nice giyinmiş kadınlar vardır ki âhirette çıplaktırlar” buyurdu. (Bûhârî, İlim, 40)

Bir defâsında da Âişe vâlidemizi günahlardan sakındırırken şu dikkat çekici ifadeleri kullanmıştır:

يَا عَائِشَةُ! إِيَّاكِ وَمُحَقَّرَاتِ الْأَعْمَالِ فَإِنَّ لَهَا مِنَ اللهِ طَالِبًا

“Ey Âişe! Küçümsenen işlerden (önemsenmeyen en küçük günahlardan dahi) sakın! Zira Allah katında onları gözetleyip kaydeden bir (melek) vardır.” (İbn-i Mâce, Zühd, 29; Dârimî, Rikâk, 17)

Şer’î hususların öğretilmesine daha çok önem veren Resûl-i Ekrem Efendimiz, bilhassa îtikâdî mevzularda hemen müdahale etmiştir. Âişe -radıyallahu anhâ- şöyle anlatır:

Üzerinde resim olan bir yastık almıştım. Nebî -sallallahu aleyhi ve sellem- kapıda durdu ve içeri girmedi.

Ben:

– Bir günah işlediysem Allah’a tevbe ederim, dedim.

“– Bu yastık da ne?” buyurdu.

Üzerine oturman ve yaslanman için aldım, dedim.

“– Bu resimlerin sâhipleri kıyâmet gününde azaba dûçâr olacaklardır. Onlara «Yarattığınız şeylere can verin!» denilecektir. Ayrıca melekler, içinde resim olan eve girmez” buyurdu. (Buhârî, Libâs, 92)[1]

Fahr-i Kâinât Efendimiz’in hanımlarını îkâzı ile alâkalı diğer bazı misalleri şöyle zikredebiliriz:

Ümmü Seleme -radıyallahu anhâ- diyor ki:

Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- yanımda idi. Evde de kardeşim Abdullah ile bir muhannes[2] konuşuyorlardı. Bu şahıs, kardeşim Abdullah’a:

– Ey Abdullah, şayet yarın Allah, Tâif’in fethini müyesser kılarsa, ben sana Gaylân’ın kızını göstereceğim, diyerek onun bazı kadınlık vasıflarını anlatmaya başladı.

Bu söz üzerine Efendimiz:

“– Böyleleri bir daha yanınıza girmesin!” buyurdu.

Bu sözüyle muhannesleri kastetmişti. Bundan sonra o şahsın, ümmühât-ı mü’minînin evlerine girmesi menedildi. (Bûhârî Megâzi, 56; Müslim, Selâm, 32)

Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem-, bir keresinde de yanına âmâ sahâbîsi geldiğinde, hanımlarına perde arkasına çekilmelerini emretmiştir. (Ebû Dâvûd, Libâs, 34; Tirmizî, Edeb, 29)

Dipnotlar:

[1] Peygamber Efendimiz’in resmi ve resimli şeylerin istimalini katʻî bir şekilde nehyetmesinin hikmeti, müşriklerin resim ve tasvirlere tapmaları sebebiyle, zihinlerde küllenen eski hatıraların canlanmasına mâni olmaktır. İslam dininin her ne sûretle olursa olsun, az çok şirk ile şâibedâr olmaması Resûl-i Ekrem’in büyük bir kıskançlıkla ihtimam gösterdiği bir mes’ele idi. Bununla birlikte resmi şiddetle yasaklayan bu hadîs-i şerîfler İslâm’ın ilk günlerinde vârid olmuştur. Fakat İslâm’ın şirke galebesi tahakkuk ettikten sonra resmin tâzim ifâde etmeyecek bir sûrette kullanılmasına müsâde edilmiştir. (Kâmil Mîras, II, 316-318; VI, 414-421)

 Bununla beraber İslâm ahlâkına ve âdâbına aykırı resimlerin bugün de yasak olduğu hususunda şüpheye mahal yoktur.

[2] Erkekliği olmayan, ahlâkını, hareketlerini, sözlerini ve şeklini kadınlara benzeten kimse.

Kaynak: Üsve-i Hasene, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

AİLE HAYATINDA HUZURUN REÇETESİ

Aile Hayatında Huzurun Reçetesi

HUZURLU ÂİLE HAYATI NASIL OLUR?

Huzurlu Âile Hayatı Nasıl Olur?

EVLİLİK VE AİLE HAYATI

Evlilik ve Aile Hayatı

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.