Turgut Cansever’in Şehircilik Anlayışı

İslam mimarisi nasıl olmalıdır? Türkiye’de konut sorunu nasıl çıktı ve çözülür? “Bilge Mimar” olarak addedilen Turgut Cansever’in gözünden şehircilik anlayışı ve Türk evi.

Batı Medeniyetinin izlerini taşıyan beton yapılaşmanın aksine medeniyetimizin “Tevhid” odaklı mimari yaklaşımını esas alan kimi mimarlarımız İslam’ın estetik ve mimari anlayışının güzide örneklerini ortaya koyarak büyük bir boşluğu doldurmuşlardır. Bilge Mimar Turgut Cansever bu isimlerin şüphesiz en önünde yer almaktadır. Geçen yüzyılın tüm yıkımına inat ömrü boyunca gelenekten gelen mimari anlayışı savunan, ortaya koyduğu eserlerle bunu taçlandıran büyük bir mimar ve münevverdir Turgut Cansever. “Bilge Mimar” sıfatı bu münevver yönü sebebiyle kendisine verilmiştir.

İSLAM MİMARİSİNDE ALLAH’I VURGULAMAK ŞART

Turgut Cansever’e göre İslam Mimarisinde Allah’ı vurgulamadan, onun büyüklüğünü ifade etmeden hiçbir yapı inşa edilemez. Müslümanın yaptığı her şeyi en güzel şekilde yapması gerektiğini şu ayetle örnekler: “O, yarattığı her şeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya çamurdan başlayandır.” (Secde Suresi, 7) Farklı coğrafi bölgelerdeki farklı ırkların vücuda getirdikleri kültürlerin çıkış noktaları millî olmak değil, İslamî olmaktır. Ancak mahalli çözümlerde bazı farklılıklar oluştuğu aşikârdır. Yani İslam temeli oluşturur, kültürler ise bunun üzerine kurulur.”

Cansever, Türk mimarisini inşa ederken Batı kültürünün tesirlerinden değil, kendi inanç değerlerimizi yeni şartlar içinde hayata geçirmemiz gerektiğini vurgular. Eğer bu değerlerden kopmadan mimariyi inşa edersek üslup bütünlüğünün her yerde yakalanabileceğini, böylece tüm varlık alanlarının İslam’a uygun şekilde inşa edilebileceğini söyler.

İslam mimarisinde, malzemenin olduğu gibi doğal haliyle kullanılması gerektiğini, bu malzemenin niteliklerini inkâr etmeden ve önemlerine aşırı vurgu yapmadan kullanılmasını savunur. Yine İslam şehrinde evlerin insanın fıtratına uygun bir şekilde inşa edilmesini savunan Cansever, evlerin mimarisinin Müslüman için ne denli önemli olduğunu açıklar. Ev için Osmanlı evlerinin örnek alınması gerektiğini, hatta şehir ve mahalle inşası için tek örneğin Osmanlı olduğunu her imkânda vurgular.

İnsan ve İslam mimarisi vurgusunu, yine tevhit anlayışı üzerinden şekillendiren Cansever, İslam’da aslolanın hayatın merkezine Allah’ı yerleştirmek olduğunu, böylece İslam mimarisinde de son yüzyıllarda Batı’nın oluşturduğu insan merkezli mimarinin kullanılmaması gerektiğini söyler. Zaten İslam’ın vermiş olduğu varlık, bilgi ve idrak anlayışı, ister istemez sanatın bütün formlarını etkileyen olgulardır. Bununla birlikte İslam mimarisinin her zaman mutluluk, ümitvar ve neşeli olma hali İslam’ın bütün sanatlarında ortak bir özellik olarak gözükür.

VAHŞİ ŞEHİRLEŞME

Batı’nın ya da Hıristiyanlığın mimarisine baktığımızda ise bir karamsarlık, keskinlik, insana ıstırap veren haller, ihtişamı gözler önüne sermeye çalışsalar bile vardır. “Bütün dünyayı aynı kılığa sokan” “teknokratlaşmış” mimariyi, büyüklük tutkunu Batı monumentalitesini (anıtsal anlayışı) sorgular. İnsan ölçüsünde mütevazı binalar tercihi, beşeri ebedilik yanılsamasına karşı fanilik bilincinin ifadesidir. “Babil kuleleri” dediği apartmanları mahalle ve komşuluk ilişkilerini (cemaati) mahvetmesi yanında, pahalı da bulur. Sadece dikey değil yatay düzlemde de küçük ölçekçidir: “Vahşi şehirleşmeye” karşı nüfusun aşırı yoğunlaşmasını önleyen (Almanya örneğindeki gibi) yıldız kümesi modeli orta ölçekli şehirlerin, alt-metropollerin kurulması gerektiğini savunur.

TÜRKİYE’DE ŞEHİRCİLİK

Türkiye’de şehircilik alanında büyük hatalar yaşandığını söyleyen Cansever’in, bu husustaki düşüncelerinden de yeterince istifade edilmemiştir. Bir şehir plancısı olarak ilgi çekici ve önemli görüş ve tespitleri olmasına rağmen, bunların uygulanmasına fırsat verilmemiştir. Şehir planlaması ve mimarî alanda Türkiye’de yapılan uygulamaların çoğuna, bu yüzden muhalif bir duruş sergilemiştir. Yanlış ve gelenekten kopuk şehircilik anlayışı yüzünden şehirlerimizin çoğunun tahrip edilerek yozlaşmasından dolayı büyük üzüntü duymuştur. Özellikle şehirlerimize kimlik kazandıran tarihî dokulara karşı yapılan saygısızlıklarla mücadele etmiş ve bu alanda yaşanan yanlışlıkların şehirlerimizde kaos yarattığını ifade etmiştir.

TÜRKİYE’DE KONUT SORUNU

İslam şehrinin insanlık tarihinin en müstesna ürünü olduğuna inanan Cansever’e göre Osmanlı şehirleri de güzelliğin yaşandığı yerlerdir ve İstanbul başta olmak üzere Osmanlı şehirleri insanlık tarihinde benzeri olmayan çözümlemeleri gündeme getirmiştir. Mimarın görevinin dünyayı güzelleştirmek olduğunu her vesileyle tekrarlayan Cansever, Türk mimarisinin zengin birikiminden yararlanılmadan, bir çıkış yolu bulmanın mümkün olmadığını savunmuştur. Birey olarak insanların standart birer varlık olarak kabul edilmesi nasıl büyük bir yanlışlık ise, apartmanlaşma sisteminin de bütün aileleri standartlaştırması aynı şekilde yanlıştır.

Bu hususta Cansever şöyle der: “Toplumun temel birimi olarak aileyi çevreleyen evlerin, ailelerin birbiriyle düzenlenmiş münasebetlerinin bütünü olan mahallelerin yerine, teknokratların insanlardan kopuk olarak belirlediği tarzda meydana getirilen apartman bloklarına insanları yerleştirerek yığınların oluşmasına yol açıyoruz.”

Ülkemizde hâlâ yaşanan ve mantıklı bir çözümle aşılamayan konut sorunu giderek büyümektedir. Konut sorununun çözümü için çaba devletin ve bu alanda çaba gösteren özel sektörün izlediği politikaların kültürel alt yapıdan yoksun olduğunu kabul eden Cansever, bugün dünyada ve Türkiye'de konut standartlarının ve mimarînin, hiçbir çağda olmadığı kadar çirkin ve gayri insanî hâle geldiğini ileri sürmüştür.

Bu yozlaşma döneminin temellerinin Tanzimat'a kadar uzadığını söyleyen Cansever, bu dramatik tablonun nasıl oluştuğunu şöyle anlatmaktadır: “100-150 senedir Batı yaşama biçimini taklit etmek peşindeki ülkemizde özellikle şehirlerde,  son 15-20 senedir de kasabalarda yurttaşlarımız evvela evler yerine apartman dairelerinde oturmayı batılılaşma modasının bir icabı olarak tercih eder oldular. Bugün ise artık halkımız teknokratların kendi kaprislerini tatmin için vücuda getirdiği Babil kulelerinin içinde nasiplerine düşen bir delikte oturuyorlar.

İnsanların bir kısmı modern teknolojinin ürünü olan gayri insanî kulelerin mağaralarında, pek büyük bir kısmı da gecekondularda, sefalet mahallelerinde yaşamaya mahkûm bulunuyorlar. İnsanı insan yapan çevre bilincini canlı tutan, yaşanan çevre kültürü yerine 50 yıldır ülkemizde daha etkin hâle getirilen tiyatro, sinema vs. gibi seyir kültürünün de etkisi altında, insanlar artık evlerinin mimarî güzelliği ve mükemmelliğini tatmayı ve yaşamayı unutmuş bulunuyorlar.

Yüksek bir kültürün başarısı olan böyle bir çevre bilincini var eden hukuk ve idare sistemleri de bugün artık çoktan kaybedilmiş, yok edilmiş bulunuyor. Artık hiç kimse mahallesinde, yaşadığı şehirde olan bitenle ilgilenmiyor. Zira her şey insanların ulaşamayacağı idarî makamların gizli kapıları ardında ve teknokratların fildişi kulelerinde kararlaştırılıyor. Artık çocuklar evlerinin bahçelerinde, daha sonra evlerinin önünde, mahallelerinin meydanlarında büyümek, dünyayı tanımak ve oynamak imkânından, mahallede ve evde yaşlıların sevgi dolu saygınlığıyla korunmak, yönlendirilmek imkânından mahrum bulunuyorlar. Artık yaşlılar, saadetlerini yapan ailenin bütünlüğü yerine ölümü beklemeye ve yalnızlığa mahkûmlar. Anneler, bebeklerini çocuk arabalarında, otomobillerin zehirli gazları içinde gezdiriyorlar.” (İslâm'da Şehir ve Mimarî, İstanbul 1997, s. 143)

Konut sorunun çözümünde Türk evinin baz alınması gerektiğini söylemekten yorulmayan Cansever, medeniyetimizin ortaya koyduğu müstesna kültürel varlıklar olduğunu vurgulamaktadır. İnsanlık tarihinin değerli ürünleri sayılan bu hazine, geleceğimize ışık tutması açısından değerlendirilmelidir.

Çok yönlü araştırmalar yapmış olan Cansever, bu hususta şunları söyler: “Türk evinin elde kalmış pek az sayıda örneğini şehirlerimizde zor da olsa görebiliyoruz. Hâlâ tahrip edilmeden kalmış sokakları, evleri ve şehir mekânlarını korumak Türk toplumunun en önemli kültür sorunudur. Türk evi ve mahallesinin, şehrinin mimarî özellikleri bakımından insanlık tarihinde eşsiz ve çok önemli bir yeri vardır. Bu evleri, sokakları, mahalle ve şehirleri korumak, mimarlık tarihinin bu müstesna kültür hazinesini gelecek nesillere ulaştırmak, insanlığı zenginleştireceği ve geleceğe ışık tutacağı için son derece önemli bir görevdir.”

Kaynak: Yunus Emre Altuntaş, Altınoluk Dergisi, Sayı: 444

İslam ve İhsan

OSMANLI DEVLETİ’NE BAŞKENTLİK YAPAN ŞEHİRLER HANGİLERİDİR? | OSMANLI BAŞKENTLERİ

Osmanlı Devleti’ne Başkentlik Yapan Şehirler Hangileridir? | Osmanlı Başkentleri

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN SEVDİĞİ ŞEHİR

Peygamber Efendimiz’in Sevdiği Şehir

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.