Peygamber Efendimiz’in Sevdiği Şehir

Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’in hayatında ebedi istirahate çekildiği Medine şehrinin yeri ve önemi.

Âlemlerin Rabbi, Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-’dan itibaren yaratmış olduğu bütün kullarını kitaplarıyla ve peygamberleriyle (rehber, uyarıcı elçileriyle) desteklemiştir. Bu kavimlerin pek çoğu, kendi içlerinden seçilmiş peygamberleri yalanlamış olsalar da Allâh’ın o örnek peygamberleri, ağır imtihanlarına rağmen tebliğ vazifelerini lâyıkıyla tamamlamışlardır.

Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm-’ın Nemrut’la imtihanı, Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm-’ın Firavunla imtihanı, Hazret-i Yâkub -aleyhisselâm-’ın çocuklarıyla imtihanı çok çetin geçmiştir. Bütün peygamberlerin şefaat hakkı için yolunu gözlemiş olduğu Âhirzaman Peygamberi Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in çetin imtihanları ise daha doğmadan başlamış ve ömrü boyunca, altmış üç yıl devam etmiştir.

PEYGAMBERİMİZDEN MİRAS KALAN MÜBAREK ŞEHİR

İlk elli üç yıllık hayatının on üç yılı Mekke’de tevhid mücadelesi ile geçmiş, Medîne’ye hicrette ise bir taraftan İslâm şehir devletini inşa ederken, diğer taraftan müşrik, yahudî ve münâfıklarla mücadele etmek zorunda kalmıştır. Zira kıyamete kadar devam edecek olan dînin son Peygamberi, ümmetine “üsve-i hasene” bir şahsiyet sergileyecek, arkasında fazilet ve dâvâ erlerinden oluşan “münevver” bir Medîne ve din kardeşlerinin birleştiği bir “Mescid” bırakacaktır.

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, küçük yaşından itibaren “Muhammedü’l-Emîn” olarak anılmış, büyük bir sevgi ve îtibar görmüştür. Bu bir de nübüvvetle taçlanınca, O’na gösterilen hürmet ve muhabbet de o nisbette artmıştır. Ümmetine bıraktığı mukaddes emanetleri, Kur’ân-ı Kerîm, Sünnet-i Seniyyesi ve Ehl-i Beyt’idir.

Aziz hatırası demek olan hadîs-i şerîflerini her an O’nun mübarek fem-i saâdetlerinden çıkıyor gibi okur ve dinleriz. Sünnet-i Seniyyesi’ni, hâlâ yanı başımızda olduğu düşüncesiyle baş tâcı ederiz. O’na olan hasretimizin merkezi ise, Ravza’sının bulunduğu Medîne-i Münevvere’dir. Kabrinin ve hatıralarının burada bulunması, hasretimizin bu mübârek şehre yönelmesine vesîle olur.

Âlemlerin Rabbi, âyet-i kerîmelerde şöyle tanıtmaktadır o En Sevgili’yi:

“Andolsun, size içinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz O’na pek ağır gelir. O size çok düşkün, mü’minlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.” (et-Tevbe, 128)

“Kim Rasûle itaat ederse, Allâh’a itaat etmiş olur…” (en-Nisâ, 80)

“…O’nun emrine aykırı hareket edenler, başlarına bir belânın gelmesinden veya can yakıcı bir azâba uğramaktan sakınsınlar.” (en-Nûr, 63)

Âlemlere rahmet, insanlığa “üsve-i hasene” olan Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, insanların içinde yaşayıp sosyal hayatın her noktasında örnek olmuştur ümmetine... Yakınında bulunan sahâbîlerine her sabah namazı sonrası hitap edip tebliğ ettiği gibi, birçok zaman sessiz kalıp onların konuşmalarını dinler, sorularını cevaplar, bazen de:

“-Beni görmeden bana îman eden ümmetime!” buyurarak, zaman ve mekânda kendisinden uzakta bulunan ümmetine hitap eder, onlara nasihatler gönderirdi. Hattâ:

“-Benden bir şey işitip onu işittiği şekilde başkasına ulaştıran kimsenin kıyamet günü Allah yüzünü ağartsın…” (Tirmizî, İlim, 7) buyurarak hadîs-i şerîflerini bütün ümmetine ulaştıranları müjdelerdi.

PEYGAMBERE İTTİBA

Sevgi ve ittibâ (bağlılık), birbirinden ayrılmayan ve birbirini besleyen iki ayrılmaz değerdir. Kişi sevdiğine itaat eder; itaat edip tâbî olabilmesi için de sevmesi; hattâ aynîleşmesi gerekir. Bu vesîleyle Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz hadîs-i şerîflerinde:

“Canım kudret elinde olan Allâh’a yemin ederim ki, sizler îman etmedikçe Cennet’e giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de îman etmiş olmazsınız…” buyurmaktadır. (Müslim, Îman, 93, 94)

Birbirini seven kişiler ise bir vücudun âzâları gibi bir bütün olarak birlikte var olur, çalışır ve yaşarlar. Kendisi dışındaki her şeyden O’nu daha çok sevdiğini söyleyen Hazret-i Ömer’e, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz itiraz etmiş ve:

“-Hayır, vallâhi; Ben sana kendinden de daha sevgili olmadıkça gerçekten îman etmiş olmazsın!” buyurmuştu. Bunun üzerine Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-:

“-Vallâhi şimdi Sen bana kendimden bile daha sevgilisin!” diyerek cevap vermişti. Bunun üzerine Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“-İşte şimdi oldu, ey Ömer!” buyurdu. (Buhârî, Eymân ve Nüzûr, 3)

Aynı minvaldeki başka bir rivayette de:

“Nefsim elinde olan Allâh’a yemin ederim ki, hiçbiriniz ben kendisine babasından evlâdından daha sevgili olmadıkça îmân etmiş olmaz.” buyurmuştur. (Buhârî, Îman, 7)

MEDİNE-İ MÜNEVVERE

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in vefâtı, O’nu canlarından çok seven ashâb-ı kirâmı çok sarsmıştır. Hattâ metanet ve basîretiyle bilinen Hazret-i Ömer bile; “Kim Muhammed öldü derse, kılıcımla boynunu vururum!” diyerek âdeta çılgına dönmüştür.

Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- ise; “O’nun üzerine nasıl toprak atabildiniz?!” diyerek yürek yangınını seslendirmiştir.

Vefatının üzerinden 1400 yıl geçmesine rağmen Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz dünya çapında genişleyen ve ziyadeleşen bir muhabbet dalgasıyla sevilmekte ve özlenmektedir. O hasreti bir nebze olsun teskin edebilmek için her yıl pek çok ülkeden insanlar akın akın Medîne-i Münevvere’ye gitmektedirler.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Beni vefâtımdan sonra ziyaret eden, sağlığımda ziyaret etmiş gibidir, şefaatim ona vâciptir.”[1] buyurmak sûretiyle ümmetiyle görüşmeyi dilemiştir.

Bu müjde sebebiyle Medîne-i Münevvere’ye ulaştığımızda bayram yerine döner yüreklerimiz, dönüşte de hasret ve hüznüyle mâtem yerine… Eski adı “Yesrib” olup Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in hicretiyle “Medînetü’n-Nebî: Peygamber Şehri” olan Medîne, havasına, suyuna, toprağına, insanına sirâyet eden bir muhabbet ve rahmet iklimiyle karşılar misafirlerini…

En abus çehreler bile Ravza-i Mutahhara’yı görünce tebesssüm eder, en katı kalpler bile ortasından ayrılarak rahmet şelâlesine döner. O mübarek topraklara ayak bastığı andan itibaren diller “Talea’l-bedru” okur, kalpler coşar, pervane kesilir.

Mescid-i Nebevî’nin bahçesinden içeri girildiği anda, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in merhameti, kardeşliği, yardımlaşması, ikramları kaplar her yeri… Sanki bahçenin her bir köşesinde ümmetini mütebessim sîmâsıyla izler.

Mescid-i Nebevî’de ayak bastığımız yerler, gâh Ebû Eyyüb el-Ensârî’nin evidir, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i misafir eden… Gâh Peygamberimiz’in sırtında, omzunda taş taşıdığı Mescid-i Nebevî’nin eski duvarlarıdır. Gâh Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in alnının terinin damladığı, gâh gözünün yaşının döküldüğü topraklara basarız adımlarımızı… Bu dağların, bu toprakların O’nu görmüş olması, bizim de oralarda bulunuyor olmamız, yeter bizi kanatlandırmaya…

Bir ara Ashâb-ı Suffe’yi görür gibi oluruz, bir ara Uhud’dan, Hendek’ten dönen ashâbı… Bazen Hayber’in sevinç seslerini duyarız, bazen şehidlerin vakur nidâlarını… Bazen Bilâl’in yanık sesi yankılanır kulaklarımızda, bazen çocukların Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in etrafını sarıp kuşlar gibi şakımaları…

Ey Allâh’ın Rasûlü! Seninle birlikte yaşamak, Seni sevmek, Sana ümmet olmak ne güzel! Ey Allâh’ın Rasûlü, bizi de ümmetin defterine yaz. Yâ Rabbi! Bizi de cennette Rasûlü’ne komşun olacaklar arasına dâhil eyle! Âmîn.

Not: Bu yazının daha geniş şekline, www.sebnemdergisi.com adresinden ulaşabilirsiniz.

 Dipnot:

[1] Beyhakî, Şuabü’l-Îmân, 3.

Kaynak: Seher Küçük, Şebnem Dergisi, Sayı: 177

 

İslam ve İhsan

MEDİNE-İ MÜNEVVERE

Medine-i Münevvere

MEDİNE’NİN FAZİLETLERİ

Medine’nin Faziletleri

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.