Tarihte İstanbul Kuşatmaları

İstanbul 1453 tarihine kadar Müslümanlar tarafından 11 kez muhasara edilmiştir. İstanbul'un fethi, Müslümanlar için mukaddes bir ideal, yüce bir gaye olmuş, bu uğurda önce Arap sonra da Türk orduları İstanbul surları önünde seve seve can vermişlerdir.

İstanbul'un fethi Müslümanlar için adeta bir yarış olmuştur. İki cihan habibinin; "Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden ordu ne güzel ordudur." müjdesine erebilme yarışı.

Fethi gerçekleştiren unsurların başında, "aşk" ve "sevgi" önemli bir yer tutar. Çünkü onca meşakkatlere, tehlikelere göğüs germek gönlünde "aşk" cevheri bulunmayan bir komutan, bir asker için mümkün değildir. Sevgi teslimiyet ister. Sevgi fedakarlık ister. Fetih ordusu gönülleri Allah ve Resulullah sevgisiyle yoğrulmuş erlerden teşekkül etmişti.

Gönüller fethedilmeden ülkeler fethedilemez. Bakınız yaşı yetmiş veya seksen küsürü bulmuş Hazreti Ebü Eyyüb el-Ensarî (r.a.) bizlere büyük ibret. Sevgilinin ağzından; "İstanbul elbette fetholunacaktır..." hadisini duymuş bunu gönlüne nakşetmiş, "onu fetheden asker ne güzel asker" iltifatına nail olma aşkıyla iki sefere iştirak etmiş, o yaşta iki defa çölleri aşarak gelmiş surlar önüne. İkinci seferinde rahatsızlanarak şehid olmuş. Nasıl bir fetih ruhu, nasıl bir aşk vardı ki onlarda, ölüsünü dahi surlardan içeri düşman ayakları altında kalsa bile taşınmasını vasiyet etmişti.

İşte "Feth-i Mübîn"e bu açıdan bakıldığında; Sultan Fatih'teki teslimiyet ve fetih ruhunun, genç yaşta gösterdiği gayret, dirayet ve firasetin, orduya hakimiyetin, hocaya hürmetin kaynağının Allah ve Resulullah aşkı olduğunu görürüz. Ulubatlı Hasan'ın cevvalliği, kahramanlığı, Akşemseddin (k.s.) Hazretlerinin teskin ve temkini, gönül ferahlığı ve kararlılığında da bu aşk görülür. İstanbul'u da ancak böyle bir ordu fethedebilirdi. Çünkü komutanı-eri, mürşidi-dervişi, alimi-cahili gönüllerini bu sevgi ile örmüşler, o aşkla alevlendirmişlerdir. Onlar "o tebşir aşkına" kılıç sallamışlar, surlara tırmanmışlar, ateşe atılmışlardır. Bizans onlardaki imani vecd ile titremiştir.

TAM 11 KEZ KUŞATMIŞIZ

Biz biz olarak, kendi benliğimizle, bu aşk, bu heyecanla 11 kez İstanbul surları önüne kadar gelmişiz. Ama ne yazık ki bugün o fetih ruhundan, aşktan sevgiden ne kadar uzaklara düşmüşüz. Bu seferlerdeki heyecanı sizlere de yansıtabilmek maksadıyla, ilk seferden başlayarak fethedilişine kadar, safha safha vermeye çalışacağız:

Birinci sefer: 655 tarihinde Hazreti Osman (r.a.) zamanında yapıldı. Suriye valisi Hz. Muaviye (r.a.) Abdullah b. Sarh kumandasında Bizansa bir donanma gönderdi. Fenike kıyılarında cereyan eden savaşta Bizans donanmasına ağır kayıplar verdirildi. Bu deniz seferi İstanbul deniz yollarının Müslümanlara açılmasını sağladı.

İkinci sefer: 668 tarihinde Emevî halifesi Hz. Muaviye, oğlu Yezid kumandasında bir orduyu İstanbul'a gönderdi. Hz. Halid b. Zeyd Ebû Eyyüp'ün (r.a.) da bulunduğu bu seferde İstanbul kuşatıldı. Ebû Eyyüb (r.a.) surlar dibinde şehit oldu. Fatih Sultan İstanbul'u alınca, kabrini buldurdu. Adına bir cami ve türbe inşa ettirdi.

Üçüncü sefer: 673'te Hz. Muaviye (r.a.) devrinde bir deniz seferi daha tertip edildi ise de Bizans'ın Rum ateşi (Gregois) kullanmasından dolayı muvaffak olunamamıştır.

Dördüncü sefer: 715 tarihinde Abdülmelik oğlu Mesleme ve Mervan oğlu Ömer b. Abdülaziz şehri karadan ve denizden kuşattılar. Haliç'in ağzında bağlı zincire kadar yaklaşan İslam ordusu ikmalsizlik ve kötü hava şartları yüzünden kuşatmadan netice alınamadı.

Beşinci sefer: 781 'de Abbasî halifelerinden el-Mehdî, oğlu Harun Reşit kumandasında bir ordu şevketti. Bizans ordusunu İzmit yakınlarında yenerek Boğaziçi sahillerine kadar geldi. Bizans'ı haraca bağlayıp geri döndü.

Altıncı sefer: 1391 tarihinde Sultan Yıldırım Beyazıt tarafından şehir kuşatıldı. Bu, Bizans'ın Türkler tarafından ilk muhasarasıdır. Haraç vermeleri mukabilinde muhasara ablukaya tahvil olundu.

Yedinci sefer: 1395'de Bizanslıların taahhütlerine uymaması üzerine Yıldırım Beyazıt şehri ikinci defa kuşattı. Lakin tam o sırada büyük bir Haçlı ordusunun gelmekte olduğu haberi alındı. Muhasara kaldırıldı ve Yıldırım Beyazıt Haçlı ordusunu perişan etmek üzere Niğbolu'ya doğru hareket etti.

1396 tarihinde, Niğbolu meydan muharebesini kazanan Yıldırım Beyazıt, Anadolu Hisarını yaptırdı. İstanbul'u bir daha muhasara etti. Bizans'ın dışardan yardım görmesine tam engel olunamaması muhasarayı uzattı. Bu sırada Bizans'ın, İstanbul'da Türk mahallesi kurulması, cami ve mahkeme tesisi, yıllık 10 bin altın haracı, İstanbul'daki camide hutbenin Yıldırım adına okunması vs. ağır şartları kabul etmesi üzerine muhasara kaldırıldı.

Sekizinci sefer: 1400'de Yıldırım Beyazıt dördüncü defa kuşattı. Çünkü Bizans sözünde durmamaya başlamıştı. Hatta Haçlı ordusu teşkili için Avrupa seyahatine çıkmıştı. Bunun üzerine Yıldırım Beyazıt şehri katî netice almak üzere muhasara etti. Şehir düşmek üzereyken Timur'un Osmanlı hudutlarına girdiği, Sivas'a hücum ederek harap ettiği haberi geldi. Moğol ordusuyla kati bir savaşa girmek lüzumunun belirmesi üzerine Yıldırım muhasarayı ablukaya çevirerek Anadolu'ya geçti.

Dokuzuncu sefer; 1412 tarihinde Şehzade Musa Çelebi tarafından muhasara edildi. Şehri topa tutarak adamakıllı sıkıştırdı. Yıldırım Bayezid'in vefatından istifade eden Bizans Anadolu'daki Mehmet Çelebi ile işbirliği yaparak, entrika ile muhasarayı neticesiz bıraktı.

Onuncu sefer: 1422'de Sultan 2. Murat Han tarafından yapıldı. Dört ay kadar süren kuşatmada her türlü savaş taktiği ve teknik imkanlar kullanıldı. Topkapı ve Edirnekapı surlarına taarruzlar yapıldı. Surların yüksekliğinde demir tekerleklerle hareket ettirilen, ahşaptan, yürüyen kulelerle surlara yaklaşıldı. Kuvvetli topçu atışları ve kanallar kazılmak suretiyle kuşatma devam etti. Alim ve evliyalar da orduya dualarla iştirak ediyordu. Emir Sultan diye bilinen Buharalı Muhammed Şemsüddin (k.s.) Hazretlerinin sefere katılması da orduya ayrıca manevî güç veriyordu. İstanbul'un düşmesi an meselesi idi. Bizans'ın takati tükenmek üzereydi. Yine meşhur Bizans entrikası, Sultan 2. Murat'ın kardeşi küçük şehzade Mustafa Çelebi'nin Anadolu'da baş kaldırması, Bizans'ın da ağır sulh şartlarını kabul etmesi üzerine muhasara kaldırıldı.

Onbirinci sefer: 1453 tarihinde Fatih Sultan Mehmet Han Hazretleri tarafından gerçekleştirildi. Çocukluğundan beri alimlerin dizi önünde, manevî bir terbiye ile yetişen Sultan Fatih ilim ve teknikte de çağın üstünde idi. O bütün hazırlığını İstanbul için yapmıştı. İki cihan sultanının tebşirine nail olabilmek için adeta sabırsızlanıyordu.

Cedlerinin bunca seferlerinden tecrübeler edinmiş, İstanbul'u Müslüman belde yapmak için fethi engelleyen sebepleri ortadan kaldırmış, fethe giden yolları açmıştı. İlk iş olarak Bizans'ın ikmal yolunu kesmek maksadıyla Rumeli Hisarı'nı çok kısa bir zamanda kendisi de bil-fiil çalışarak tamamladı. Tarihin ilk ağır topunu döktürdü. Gemileri karadan yürüterek, İstanbul fethinin kaçınılmaz olduğunu düşmanına gösterdi. İmparatorun tekliflerine karşı cevabı; "Ya ben Bizans'ı alırım, ya Bizans beni alır" oldu. 53 günlük muhasaradan sonra 29 mayıs 1453 günü Bizans çıbanını ortadan kaldırarak Şarkî Roma imparatorluğuna son verdi. İslambol haline getirerek "Ne güzel komutan" müjdesine erdi.

Kaynak: Mustafa Eriş, Altınoluk Dergisi, Sayı: 51

 

İslam ve İhsan

İSTANBUL’UN FETHİ

İstanbul’un Fethi

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.