
İradenin Zaman Yönetimine Tesiri Nedir?
İradenin zaman yönetimine tesiri nedir; insan ancak zamanı yöneterek hayatını gerçekten yönetebilir mi?
Ancak irâdeli bir insan zamanını yönetebilir. Hayatı bir film sahnesi gibi düşünürsek; irâde sahibi olanlar, filmin yönetmen koltuğunda oturuyorlar demektir. Ne zaman ne yapacaklarına kendileri karar verirler. Senaryoda beklenmeyen bir gelişme olsa da zihinleri irâde manevrasına sahip olduğu için, hızla, “Âcil Durum Zaman Yönetimi Plânı” yaparlar. Vakit kaybetmeden hayat senaryolarını dolu dolu yaşamaya devam ederler.
İRADENİN ZAMAN YÖNETİMİNE TESİRİ
İrâdeli insan, zaman kontrolünü elinde tutan insandır. Zaman kontrolünü kaybeden kişinin ise hayatı ellerinden kayıp gider.
Zaman yönetimi üzerinde irâdemiz olması için öncelikle bir meşguliyetimiz olmalıdır. Rüzgârın tesiriyle savrulan yaprak gibi, içinde bulunduğu zaman diliminin onu sürüklediği yerlere giden bir insanın, zamanını yönetebilecek seviyede irâde sahibi olduğundan bahsedemeyiz. Böyle insanlar genelde,
“-Akşama kadar koşturdum, ama ne yaptığımı da bilmiyorum!” derler.
İşi olmayan adama “boş adam” gözüyle bakıldığından dolayı ona daha çok iş verirler. Ve artık o kişinin kendi zamanı üzerinde irâdesi kalmamıştır. Bununla birlikte:
“-İşim var, yoğunum!” diyerek önceliklerini belirten insanlara saygı duyulur. Onlardan bir şey istemekten imtinâ edilir. Çünkü o kişiler, kendi zamanları üzerinde bir irâde sahibidirler, zamanlarına saygı duyarlar. Başkalarının zamanımıza saygı duymasını istiyorsak, bunu önce kendimiz yapmalıyız. Zaman, başıboşluğu ve gelişigüzelliği kabul etmeyecek kadar saygın bir kavramdır.
Zaman Yönetimi Üzerinde İrâdeyi Zayıflatan Faktörler
Belirsizlik:
Belirsizlik bazen iyidir, fakat çoğu zaman iyi değildir. Hepimizin mâlumu, beynimiz nöronlara iletilen elektrik uyarılarıyla çalışır. Önceden belirlenen, adı konulan, tarihi belirlenmiş işlerde beyin, nöronlara önceden sinyal gönderir. Sinyalleri alan nöronlar da o işin vakti gelinceye kadar hazırlık yapar. İşin vakti geldiğinde ise kolaylıkla onu hazmeder ve uygular. Ne zaman gerçekleştirileceği belli olmayan işlerde ise, nöronlara bir anda elektrik yüklemesi yapıldığı için, kişi sonrasında kendini çok yorulmuş hisseder ve zorlanır.
Beyni en çok rahatlatan ve sükûnete erdiren, kaygıyı azaltan, kişiyi dikkat dağınıklığı ve telâştan kurtaran faaliyet “yazmak”tır. Başarılı olmuş bütün insanların hayatında “yazı” vardır. Yazıdan kastettiğimiz şeyler, farklı farklıdır: Meselâ basit bir yapılacaklar listesi, duygular, plânlar, alışveriş listesi… Her şey bu yazı unsurunun içine girebilir. Yazıyla hayatını tanzim etmeyi öğrenmiş kimselerin hayatında gelişigüzellik göremezsiniz.
Yazı, beynin rahatlama ve manevra alanıdır. Orada, yaşanan belirsizlikleri netleştirerek irademize yön veririz.
Şimdi düşünelim, sizce de “akışa bırakma” durumu, günümüzde biraz yanlış anlaşılmıyor mu? Birçoğumuz tevekkül ederken devesini bir yere bağlamayı unutuveriyor. Oysa tevekkülün net bir tavrı vardır: “Deveyi önce sağlam kazığa bağla!” Bazılarımız da Nasreddin Hoca gibi göle maya çalıp sonra, “Ya tutarsa…” dedik. Ancak biz Nasreddin Hoca’nın “Ya tutarsa..” ön kabulüne uymaya devam ederken, tutmasa bile aldırış etmeden yaşamaya devam dedik. Bütün davranışların, faaliyetlerin kaynağı kaderden bilinip insan irâdesi neredeyse yok sayılmaya başlandı. Bu noktada insanın irâdesini inkâr eden Cebriye’ye zaman zaman bilinçsizce kayıldığını düşünüyorum.
Olmayacak işlere gönül verenimiz, kısa yoldan zengin olmak isteyenimiz, çok çalışmadan kazanmak isteyenimiz çoğaldı. Bunların hepsi göle maya çalmaktır. Göle maya çalanımız çoğaldıkça yurdumuzda belirsizlik enerjisi de arttı. Gençlerin çoğunun zihninde zengin, konforlu, rahat yaşayayım düşüncesi hâkim olmaya başladı. “Başarılı ve kaliteli insan olmak için nasıl, ne kadar çalışmalıyım?” sorusu ise azaldı.
Zenginliğe ya da neticeye odaklanmak büyük resmi görememektir. Büyük resmi göremeyen birinin ise, zamanı üzerinde irâdesi olmaz. Belli bir noktaya o kadar zoom yapılmıştır ki, artık resmin bütünü görülmez olmuştur. Kamerası detaylara ayarlı olduğu için büyük resimde flu fotoğraflar çeker.
Bir fotoğraf makinesi düşünelim. Belli bir yere zoom yaptıkça piksel piksel zorlanmalarını duyarsınız. O kadar çok neticeyi ya da istediği şeyi görmeye çalışıyordur ki, artık yorulmuş hisseder. Hayatın kalanı onun için fludur, belirsizdir.
Kaçımız hayatımızı uzaktan çekilmiş flu bir fotoğraf gibi hissediyoruz? Peki, hangimiz hayatımızın her alanını kontrol etmek istiyor ve piksel piksel her karesini zoomluyoruz? İkisi de uç noktadır, ikisi de yorar. Her alanını zoomlamak ve her detaya hâkim olmayı istemek de kişiyi mekanikleştirir. Artık ânî gelişen hâdiselere tepki veremez, çözüm üretemez hâle gelir kişi… Ya da ânî gelişen bir hâdise -mutlu olacağı bir şey olsa bile- zihni her şeyi tahmin etmeye ve kontrol altına almaya alıştığı için, mutluluk hormonları yeterince salgılanmaz.
Burada bize düşen, büyük resim ile küçük resim farkını görmektir. Herkesin hayatında büyük resim belli olmalıdır. Kişi kendine “Ben ne yapıyorum? Hayattan ne istiyorum? Hayata ne katabilirim?” sorularını sormalıdır. Bu soruyla bağlantılı olarak hayatının beş, on ve yirmi sene olmak üzere plân ve hedeflerini yapmalıdır.
Yapılan araştırmalarda insanların herhangi bir rahatsızlığı tespit edilmemiş olmasına rağmen emekli olduktan sonra bazı ânî ölümler saptanmıştır. Ölen insanlar farklı yaş aralıklarında olan kişiler… Hayatlarına bakıldığında ortak paydanın şu olduğu görülüyor: “Yapacak hiçbir işlerinin kalmamış olması.” Uzun yaşamak istiyorsanız beyninize uzun vâdede plânlar ve yaşama sebebi vermeniz gerekiyor. Plânları olan beyin kendini genç, dinamik ve aktif tutar. Hayatına dair tahmini ve hedefi olmayan bir insan, kendinden ve hayatından bîhaber demektir.
Belirsizliğe kapıldığımız anlarda, kendimizi çıkışı olmayan bir girdabın içinde savruluyor gibi hissederiz. Durup renkleri birbirinden ayırana ve “Burada ne oluyor?” diye sorana kadar, zihnimizin içinde dönmeye devam ederiz. “Belirsizlik” beyni en çok yoran tesirdir. O kadar kötü görülmüştür ki, atalarımız, “En kötü karar, kararsızlıktan iyidir.” diyerek durumun vahâmetini ortaya koymuşlardır.
Şimdi de yazının başında bahsettiğimiz, bazen iyi olan belirsizlikten söz edelim. Bu durum, zamanı plânlama dışında bir belirsizliktir. Kendisi, ailesi ve çevresiyle ilgili her şeyi (duygular da dâhil) kontrol etme ve zoomlama arzusu diyebiliriz. Hayatı fazla kontrolü altına almak isteyen insanlar, aslında bir yönden kendilerine ket vurmuş olurlar. Detaylar üzerinde o kadar uğraşırlar ki, artık büyük resmi göremez olurlar.
Sözün özü, ilişkilerimizin, hobilerimizin, gündelik gelişen ânî hâdiselerin, sporun, evcil hayvanımızın hayatımızda ne kadar yer kaplayacağını bilmeliyiz. Ancak bu tesirlerin detaylarında boğularak, onları hayatımızın merkezi ve gâyesi hâline getirmemeliyiz. Meselâ düğünümüz olacaksa tarihi, nasıl bir yerde olacağı, kaç kişi davet edileceği genel hatlarıyla bilinmeli. Bununla birlikte düğün gününe kadar bütün vakti bu detayları en ince ayrıntısına kadar düşünmekle uğraşarak geçirmemeliyiz. İşte o zaman büyük resim karmaşıklaşır ve hayat, sadece o düğün için yaşanıyormuş gibi hissederiz. Hâlbuki düğün, hayatları birleştirmek için bir vâsıtadır, gâye değildir.
Hayat bir yolculuktur. Bir menzilden başka bir menzile gidiyorsak, yolculuk güzergâhı harita üzerinde belli olmalıdır. Hangi şehirden diğerine kaç saatte ulaşacağımızı plânlamalıyız. Bununla beraber yolculuğa çıktıktan sonra karşılaşmamız muhtemel olan durumları bütün yönleriyle tahmin etmemizin imkânsız olduğunu da bilmeliyiz. Muhtemel problemler karşısında esnek davranarak yolu değiştirmeden aynı güzergâh üzerinde devam etmeliyiz. Bize düşen, haritayı çizmek, tedbirleri almak… Sonrası, yolculuğun tadını çıkarmak…
Kararsızlık:
Herkes kendisi için en doğru kararı vermek ister. Hızlı karar verenlerin de, uzun uzun düşünenlerin de ortak noktası, kendileri için “mükemmel olanı” tercih etmek istemeleridir. Karar verme noktasında söyleyebileceğim en net şey şudur: Hiçbir karar kusursuz değildir. Her karar, attığımız her adım, bir risk içerir. Artısının yanında, eksi tarafı da vardır. Bir şeyler kazanırken bir şeyler kaybederiz. Çünkü bir şeyi tercih etmek, başka bir şeyden vazgeçmektir.
Ne yardan, ne de serden geçemeyenler, sonunda ikisini de kaybetme riskiyle karşı karşıyadır çoğu zaman... Yar sevgilidir, ser de baş… Kendi rahatı ve sevgili arasında o kadar kararsız kalmıştır ki, artık sevgili başka yâre gider, kafası da başka yarda olduğu için bir daha rahat etmez. O aradaki zaman kaybında da giden, kendi ömrüdür.
Karar vermediğimiz her an, ömrümüzden eksilir. Bu, hangi kıyafeti giyeceğine, ne yiyeceğine karar vermek gibi basit meseleler de olabilir, hangi üniversiteyi tercih edeceğine karar verememek gibi büyük meseleler de olabilir. Çoğu kişi, izleyeceği filmi seçerken izleme süresinden daha fazla vakit harcamaktadır.
Her sabah en iyi ihtimalle on dakika ne giyeceğinizi düşündüğünüzü varsayalım. Bir ayda toplam beş saat eder. Her gün on beş dakika ne yiyeceğinize karar vermekle geçiyor diye düşünelim, ayda yedi buçuk saat yapar. Senede doksan saat, yaklaşık 4 gün yapar. En iyi ihtimalle yemek ve giyinme ihtiyacınız için yaşadığınız kararsızlıkla ömrünüzden her sene 6,25 gün, elli yıl yaşasanız 312,5 gün kaybediyor olabilirsiniz. Bu misaller çoğaltılabilir.
Bu sebeple dünyada başarılı olmuş insanların çoğunun gardıroplarına bakıldığında genelde aynı renk, aynı kesim kıyafetler olduğu görülmüştür. Günlük yaşanan kararsızlıkların en basit çözümü, önceden verilen kararlardır. Hafta sonu bir haftalık yemek listesini buzdolabının üzerine asmak, bir haftalık kıyafetini detaylara kadar kombinleyerek askıda hazırlamak, izlenecek filmler, okunacak kitaplar, ziyaret edilecek yerler defteri hazırlamak ve ihtiyaç olduğunda listeden seçmek gibi…
Aslında hepimiz sık sık film tavsiyeleriyle karşılaşırız. Ancak biz o an izlemeyeceğimiz için dikkate almayız ve gerçekten film izlemeye ihtiyaç duyduğumuzda izleyecek film bulamayız. Bu sebeple tavsiye filmleri bir düzen içinde not etmek, bize epey vakit kazandıracaktır.
Bir de kararsız kitap kurtları var… Her ay düzenli kitap alışverişi yapıp, hangi kitaptan başlayacağına karar verirken uzun vakit kaybedenler… Bunun için de o anki ihtiyaç ve ruh hâlinizi tespit ederek bir okuma listesi yapabilir ve o listeye göre kitaplarınızı bitirebilirsiniz.
Günlük hayatta en sık yaşanan kararsızlıklardan bahsettim. Sizler de bu misallere göre kendi özel kararsızlıklarınıza çözümler üretebilirsiniz.
Peki, ânî gelişen hadise ya da durumlar karşısında ne yapmalıyız? Böyle durumlarda hemen bir durum değerlendirmesi raporu hazırlamalıdır. Önünüze boş bir kâğıt alarak bir tarafına o durumun sizin için “olumlu”, diğer kısmına da “olumsuz” tesirlerini yazabilirsiniz. Yazdığınız bu maddelere puan vermekte fayda var. Çünkü her olumlu, “aynı derecede” olumlu; her olumsuz da “aynı derecede” olumsuz değildir. Çıkan neticeye göre de hızlı bir şekilde karar vermek ve uygulamak gerekir.
Kararlarımızdan doğan neticenin sorumluluğunu almak da kararı vermek kadar önemlidir. Sorumluluğunu göze aldığımız neticeler bizi yıkmaz. Burada aldığın kararda neyi tercih edip neyden vazgeçtiğini bilmek çok önemlidir. Bir tercih yaptıktan sonra netice olumlu da olumsuz da olsa, geçmişi ya da aldığımız kararı sorgulamayı bırakmalıyız. O ânı ve tercihimizi en iyi hâle nasıl getiririz, onunla ilgilenmeliyiz. Çünkü aldığımız kararlar için yaşadığımız pişmanlık, bizdeki enerjiyi tamamen tüketir.
“-Evet bunu yaptım. Belki doğru bir karar değildi, ancak bundan sonrası için güzel dersler çıkardım. O yanlış kararı vermesem, bugünkü bana ve şuuruma sahip olamayacaktım!” deyip yola devam etmek gerekir.
Başarısızlık diye bir şey yoktur, sadece geri bildirim ve tecrübe vardır. Bu kâideyle adım atarsak kararlarımızı çok daha kolay veririz. Böylece hayatımızda zaman kazanırız. Başarılı olmuş bir sinema yönetmenine:
“-Başarınızı neye borçlusunuz?” diye sorarlar. Yönetmen:
“-Tecrübelerime borçluyum.” der.
“-Tecrübelerinizi neye borçlusunuz?” diye sorarlar. Yönetmen:
“-Tecrübelerimi yanlış kararlarıma borçluyum.” der. Şaşırırlar ve sormaya devam ederler:
“-Peki efendim, yanlış kararlarınızı neye borçlusunuz?” O da der ki:
“-Yanlış kararlarımı da yapmış olduğum hatalara borçluyum.”
Şimdi biraz da bizim için çok önemli olan, büyük kararlardan bahsedelim. Burada durum biraz değişiyor ve “bilenlerle, ehil kimselerle istişare etme” devreye giriyor. Önemli bir karardan önce yapabildiğimiz kadar istişare yapmalı, onlardan uygun olan fikirleri kâğıda yazmalıyız. Daha sonrasında değerlendirme tamamen bize ait olmalıdır.
İstişârenin neticesi, kararımızda “yüzde kırk dokuz” tesire sahip olmalıdır. Çünkü sağlıklı fertler, kendisi için en doğru kararı verir. Doğumundan itibaren yaşadığı bütün yolculuğa, insanın bizzat kendisi şahitlik etmiştir. Başkaları ise kendi tecrübelerini göre, kişinin durumunu değerlendirir. Elbette burada soğukkanlı ve tarafsız bakacak uzmanlardan yardım almakta fayda var. Uzman kişiler, kişinin gerçekten ne istediğini ortaya çıkaracak çalışmalar yapar ve netlik kazandırır. Çünkü bazen o kadar fazla “dış sese” mâruz kalırız ki, ne istediğimizi duyamaz hâle geliriz. Hayatımız için gerçekten önemli kararlar aldığımız dönemlerde, bizi tanımayan ve duruma büyük resimden bakabilen uzmanlarla çalışmak önemli, diye düşünüyorum. Zaten doğru kararları vere vere, karar verme sisteminin nasıl işlediğini öğreneceğiz. Ve zamanla ihtiyacımız kalmayacak.
Çalıştığımız birçok arkadaşın da okudukları üniversiteleri, âileleri öyle istediği için tercih etmiş olduğunu gördüm. Alanlarında çok başarılı ve istedikleri bölüme puanları yeten kişilerdi. Okullarını tamamlamış olmalarına rağmen hâlâ âilelerine kızgınlardı ve hâlâ pişmanlık yaşıyorlardı. Bazıları diplomayı ailesinin önüne atıp hayallerinin peşinden gitmiş, bazıları ise âilesinin istediği bölümde devam ediyordu. Elbette kendi istek, arzu ve hayallerini çocuklarına dikte etmeyen; onların mizaç, düşünce ve meyillerini göz önünde bulundurarak onları edindikleri tecrübelerle hayata hazırlayan anne-babaları bu söylediklerimizden istisna tutmak gerekir.
Netice itibariyle bu hayat, sizin hayatınız ve kararlarınızla kimseyi tatmin etmek durumunda değilsiniz. Başkasının kararları üzerinde başarılı olmak gerçekten zordur. Unutmayın, aldığınız her karar ömrünüzden biraz daha vermektir.
Erteleme:
Herkesin “işleri erteleme sebepleri” birbirinden farklıdır. Ancak herkesin işleri ertelemesi, iş üzerindeki irâdesini neredeyse aynı oranda zayıflatır. Ve zaman açısından ciddî kayıplara sebep olur.
İşlerini kusursuz yapmak isteyenler, mükemmel ânı ya da mükemmel olmayı bekleyerek erteler. Bu kişiler, bütün detayları ve sonraki adımları hesapladıkları için bir türlü işe başlayamazlar.
İnsanları seven, espriler yapan, sosyal kişilerin kafası çok dağınık olabildiği gibi, çoğu zaman da programsızdırlar, bu yüzden çoğu işlerini ertelemek zorunda kalırlar.
Bir de kafalarına koyduklarını yapan, güçlü, otoriter ve lider yapıda insanlar vardır. Onlar için de bir işi ertelememeleri için, o işin çok önemli olması gerekir. Yani liderler de kendileri için önemsiz olan işleri ertelerken önemli olan işleri hemen yaparlar.
Erteleme gibi önemli bir konu hakkında herkesin kendi şahsî sebebini bularak ya kendi ya da bir uzman yardımıyla o problem için çözümler üretmesi önemlidir. Bir de genel, herkesin uygulayabileceği çözümler vardır, hep beraber onlara göz atalım.
Başarılı insanların hayatlarında belli bir program ve düzenin var olduğunu biliriz. Ancak bilmediğimiz bir şey vardır: Onların da zaman zaman bazı şeyleri erteleyerek son âna bıraktıkları… Onları başarısız insanlardan ayıran, kurban psikolojisine girmeden, erteleseler de durumu kurtarmalarıdır.
Evet, birçok şeyi, belki de çok önemli şeyleri ertelemiş olabiliriz, ama bu durum hemen işe koyulmamız için engel değildir. “Zararın neresinden dönülse kârdır!” demiş atalarımız… Bu, hem çok doğru, hem de faydalı bir ifadedir. Çünkü geç kaldığımız şeyler için üzülmek ve geç kalınan şey için pişmanlık duymak, bizim var olan enerjimizi de tüketir.
Bu sebeple erteleme huyundan vazgeçmenin altın kuralı, “Hemen Yap!” kuralıdır.
Yapamadıklarımıza odaklanmak, yapacaklarımızın ve bizim düşmanımızdır. Bazıları bunu, “durum değerlendirmesi” olarak düşünebilir. Sağlıklı durum değerlendirmesi, belli bir süre belirlenerek, kâğıt üzerinde yazılarak ya da bir bilenle istişâre edilerek olur. Saatlerce zihnimizin içinde gezen “yapamadıklarımız listesi” ve “üzüntüsü” sadece kendimize ve saatlerimize eziyettir.
Başlangıçta söylediğim gibi, ertelemek, tabiî bir davranıştır, öncelikle bunu kabul edelim. Kabul ettiğimiz bir şeyi değiştirmek çok daha kolaydır.
29 Ekim 1787’de Mozart, Prag’da Estates Tiyatrosu’nda sahneye çıkmak için sağlam adımlar atmıştır. Şu anda oldukça meşhur olan bestesini ilk defa seyirciye sunacaktır. Heyecanlıdır. Seyirci de oldukça heyecanlıdır. Ancak onlardan daha heyecanlı olan bir grup insan vardır; orkestra… Çünkü bestenin notaları yeni yazılmıştır, henüz önlerine konulmuştur. Hattâ mürekkebi bile kurumamıştır. Daha önce hiç prova yapmamışlardır. Yani Mozart gibi, daha yaşarken efsane olmuş isimler bile, zaman zaman prova kadar çok önemli bir işi ertelemişlerdir. Ancak Mozart, provayı erteledim diye konseri yapmaktan vazgeçmemiştir.
Bu misali, erteleme özelliğini kişiliğinizin bir parçası kabul edip:
“-Ben zaten hep böyleyim, zamanımı yönetemiyorum, hiçbir şey de başaramam!” diyerek diğer işleri de yapmaktan vazgeçmeyin diye anlattım.
Ertelemek, irâdeye ve zaman yönetimine ciddî mânâda zararlar verse de temelinde duygusal bir problemdir.
Kolaylaşması için, hemen harekete geçin! Bekleyen her işin, bekledikçe ağırlığı ve zorluğu artar. Meselâ marketten gelen malzemelerin dolaba yerleşmesi… Eve girdiği anda yerleştiğinde daha kolaydır. Ancak akşama kadar beklediğinde ya da bir gün beklediğinde çok daha zorlaşır. Çünkü iş gücünün üzerine, beklemenin ağır enerjisi yüklenmiştir. Beyniniz de arka planda o işi, defalarca “Yapacağım!” dedikçe, yapmış gibi prova eder. Yani siz o işin başına geçtiğinizde beyniniz onu daha önce her düşündüğünüzde enerji harcamıştır. Artık işin başına geçtiğinizde basit bir iş de olsa, tamamlamakta güçlük çekersiniz.
Çok sevdiğim bir söz var; “Her iş, vaktine esirdir!”
Bunu birçok mânâda yorumlamak mümkün olsa da burada “erteleme” bahsinde değerlendirmek istiyorum. Her işin, her nasîbin hayatımıza bir giriş ve gerçekleşme zamanı vardır. Vakti kaçırdığımızda, işi -tabiri câizse- “bayatlatmış” oluruz. Belki günlerce, hattâ senelerce elimizde ve ömrümüzde sürünür gider. Sevgilerde de böyledir. Sevince vaktinde yaşamak ve sevdiğini zamanında dile getirmek gerekir.
Kur’ân’da dört yerde Rabbimiz, gezegenlerin yörüngesinde işleyişinden bahsederken:
“Her biri belli bir vakte kadar akıp gider.” buyurur.[1]
Bizler de tamamen kâinatla uyumlu ve eş hareket eden varlıklarız. İşlerimizin akıcı kıvamında ve kolaylıkla devam etmesi için belli bir süremiz vardır. Bu genelde başlama niyetinin ve düşüncesinin geldiği andır. Niyetle birlikte Allâh’ın yardımı da gelir.
Erteleme özelliğinden vazgeçirecek bir diğer şey de sadece ilk aşamayı düşünmektir. Çoğumuz, yapacağımız işin son ânına kadar detayları düşünerek işin içinden nasıl çıkacağımızı bilemeyiz ve korkarak vazgeçeriz. Oysa temizlik yapmak istiyorsak kalkıp kitapları yerleştirmeliyiz.
Nereden başlayacağımızı soruyorsak eğer: Başlamak ya da durmak yok; sadece yapmak var!
Dipnot:
[1] Bkz. er-Râ’d, 2; Lokmân, 29; Fâtır, 13; ez-Zümer, 5.
Kaynak: Büşra Ümmühan, Şebnem Dergisi, Sayı: 204, 205, 206
YORUMLAR