Peygamber Efendimiz'in Ailesine Muhabbeti

Peygamberimizin (s.a.v) ailesine karşı muhabbeti nasıldı?

Fahr-i Kâinât -sallallahu aleyhi ve sellem-, kadınların Allah katındaki kıymetlerini bildirmek için: “Allah’ın hanım kulları” (Ebû Dâvûd, Nikâh, 42) ifâdesiyle onlara iltifatta bulunmuş ve kadınları Cenâb-ı Hakk’ın erkeklere tevdî ettiği emânetler olarak görmüştür. Bunun yanında:

“Bana, güzel koku ve kadın sevdirildi. Gözümün nuru ise namazdır”[1] (Nesâî, İşretu’n-nisâ, 1) buyurmak sûretiyle de hanımlarına olan sevgisinin ilâhî kaynaklı olduğunu bildirmiştir.

İslâm’ın zuhurunda pek mühim bir vazîfe icra eden ve birçok sıkıntılara katlanan çilekeş vâlidemiz Hz. Hatîce’ye karşı Efendimiz’in beslediği muhabbeti anlatmak için şu rivâyet kâfi gelir:

Hz. Âişe -radıyallahu anhâ- anlatıyor:

Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’in hanımlarından hiçbirine, Hatice -radıyallahu anhâ-’ya olduğu kadar kıskançlık beslemedim. Hâlbuki onu hiç görmüşlüğüm de yoktu. Ancak, Allah Resûlü onu çok yâdederdi. Bazen koyun keserdi de ondan Hatice’nin dostlarına gönderirdi. Bir defâsında ona:

– Sanki dünyada Hatice’den başka kadın yok, dedim.

Efendimiz bana:

“– (Onun gibisi var mıydı?) O şöyleydi, o böyleydi... Benim çocuklarım da ondan oldu” diye karşılık verdi.

Hz. Âişe devamla der ki:

“İçimden «Bir daha Hatîce hakkında kötü söz söylemeyeceğim» dedim.” (Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 20; Nikâh, 108; Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe, 73, 78)

Bir gün Hatice’nin kızkardeşi Hâle bint-i Huveylid Resûlullah’ın huzuruna girmek için izin istemişti. Resûl-i Ekrem Hatice’nin sesini hatırladı ve:

“– Allahım, bu Huveylid kızı Hâle!” diye heyecanlandı.

Bu manzarayı gören Hz. Âişe dayanamadı:

– İhtiyarlıktan ağzının dişleri dökülmüş ve bir zamanlar ölüp gitmiş Kureyşli bir kocakarının nesini anıp duruyorsun? Allah sana onun yerine daha hayırlısını verdi, dedi. (Buhârî, Menâkıbü’l-Ensâr, 20)

Âişe vâlidemiz “daha hayırlı” sözüyle kendisini kastediyordu. Onun bu sözünü yerinde bulmayan Âlemlerin Efendisi şu cevâbı verdi:

“– Hayır, Allah Teâlâ bana ondan daha hayırlısını vermedi. Halk bana inanmazken o inandı. Herkes bana yalancı derken o doğru söylediğimi kabul etti. Kimse bana bir şey vermezken o beni malıyla destekledi ve Cenâb-ı Hak bana ondan çocuklar ihsân etti.” (İbn-i Hanbel, VI, 118)

Hatîce vâlidemiz Fahr-i Kâinât Efendimiz için İslâm dâvâsında sâdık bir müşâvir, dert ortağı ve sükûnet kaynağı idi. Amcası Ebû Talib ve onun vefâtı Allah Resûlü’ne:

“–Şu ümmet üzerine gelen iki büyük ibtilâdan hangisine daha çok üzüleceğimi bilemiyorum” (Yâkubî, II, 35; Taberî, Târih, II, 229) dedirtecek kadar ağır gelmişti.

Hz. Hatice’ye karşı böylesine derin bir muhabbet ve vefa örneği gösteren Efendimiz, aslında Hz. Aişe’ye de farklı davranmamıştır. Nitekim Şureyh bin Hâni’nin naklettiği şu rivâyet bu durumu açıkça ifade etmektedir:

Şureyh bir gün Hz. Âişe -radıyallahu anhâ-’ya:

– Bir kadın hayızlı iken kocası ile birlikte yemek yiyebilir mi, diye sordu.

Âişe vâlidemiz:

– Evet, dedi ve şöyle devâm etti:

– Ben hayızlı iken Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- beni çağırırdı, ben de onunla birlikte yemek yerdim. Bu sırada etli kemiği alır, bana uzatır, önce benim başlamam için yemin ederdi. Ben de onu alır ve bir miktar ısırır sonra Resûlullah’a uzatırdım. O da ağzını, tam benim ağzımı koyduğum yere koyarak yemeye başlardı. İçecek bir şey istediği olur, getirince ondan önce benim içmem için yine yemin ederdi. Bunun üzerine ben de kabı alır bir miktar içer, sonra bırakırdım. Bu sefer onu Efendimiz alır, tam benim ağzımı koyduğum yere ağzını koyarak içerdi.” (Nesâî, Taharet, 177)

Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-, hanımları ile arasındaki muhabbetin artmasını temin edecek davranışlara son derece önem verirdi. İşitenleri tebessüm ettiren şu rivâyet, konuyla ilgili pek güzel misallerden biridir:

Ebû Bekir -radıyallahu anh- bir gün Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in huzuruna girmek için izin istediği sırada, kızı Âişe’nin Peygamber Efendimiz’e karşı yüksek sesle konuştuğunu duydu. İçeri girince kızını tokatlamaya kalkışarak:

– Allah Resûlü’ne karşı nasıl sesini yükseltirsin, dedi.

Peygamberimiz Hz. Ebû Bekir’e mâni oldu. O da öfke ile dışarı çıktı. Ebû Bekir -radıyallâhu anh- ayrılınca Efendimiz Hz. Âişe’ye:

“– Gördün mü, seni babanın elinden nasıl kurtardım!” buyurdu.

Hz. Ebû Bekir birkaç gün sonra tekrar huzur-i risâlet-penâhîye çıkmak için izin istedi. İçeri girdiğinde Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- ile kızının barıştıklarını görünce:

– Beni savaşınıza karıştırdığınız gibi barışınıza da dâhil edin, dedi.

Resûlullah Efendimiz de:

“– Kabul ettik, seni aramıza kattık” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Edeb, 84)

Peygamber Efendimiz hayatının muhtelif dönemlerinde Hz. Âişe ile koşular yapmıştır. Bu yarışlarda ilk zamanlar Âişe annemiz Efendimiz’i geçmiş, daha sonraları kilo aldığı için Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem- onu geçmiş, ardından da kıymetli zevcesine:

“– Bu, o yarışın bir rövanşıdır” diye şaka yapmıştır. (Ebû Dâvûd, Cihâd, 61; İbn-i Mâce, Nikâh, 50)

Şu rivâyetler de Allah Resûlü’nün hanımlarına ne kadar muhabbet ve şefkâtle yaklaştığını, özellikle birbirlerini kıskanmaları gibi kimi hâllerine nasıl tahammül ettiğini ve onlara anlayışlı davrandığını göstermesi açısından zikre değerdir:

Hz. Enes diyor ki:

Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- hanımlarından birinin yanında bulunuyordu. Diğer bir hanımı da bir tabak yemek göndermişti. Odasında bulunduğu hanım Allah Resûlü’nün elindeki tabağa vurarak düşürdü ve kırdı. Bunun üzerine Efendimiz bir taraftan kırılmış tabağın iki parçasını birleştirerek dökülen yemekleri içine topluyor, diğer yandan da:

«– Annenize kıskançlık geldi, haydi buyurun yiyin!» buyuruyordu.

Orada bulunanlar yemeği yediler. Allah Resûlü, tabağı kıran hanımı onun yerine sağlam bir tabak getirip kendisine verinceye kadar parçaları elinde tuttu. Tabağı ödettikten sonra da kırık parçaları o hanımının yanına bıraktı.” (Nesâî, İşretü’n-nisâ, 4)

Hz. Mevlânâ, kadınlara sevgiyle yaklaşmak ve yumuşak davranmak gerektiğini şu çarpıcı üslubla dile getirmektedir:

“Su güç bakımından ateşten üstündür. Gerekince ateşe saldırır, onu söndürür. Fakat su bir kaba konunca ateş onu kaynatır. Görünüşte, su ateşe galip olduğu gibi, sen de kadına galip isen de, hakikatte ona mağlupsun, çünkü onu istemektesin. Böyle bir hassa, ancak insanda vardır. Hayvanda ise sevgi azdır. Bu da onun noksan yaratılışındandır.

Kadın, akıllı kişilere ve gönül ehline fazlasıyla galip olur. Cahil kişiler de kadına galip gelirler. Çünkü onlar, pek sert, pek kaba kişilerdir.

Cahil ve kaba erkeklerde, incelik, lûtuf, sevgi azdır. Çünkü onların yaratılışlarında hayvanlık sıfatı üstündür. Sevgi, incelik, acımak insanlık huyudur, insanlık vasfıdır. Öfke ve şehvet ise hayvanlık huyudur, hayvanlık sıfatıdır.” (Mesnevî, c. I, beyt: 2429-2436)

Hz. Safiyye -radıyallâhu anhâ- anlatıyor:

Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- bir gece yolculuğunda beni devesinin arkasına almıştı. Yolda uyuklamaya başladım. Bir taraftan eliyle bana dokunuyor, diğer yandan da:

“– Hey! Huyey’in kızı! Ey Safiyye!” diye sesleniyordu. (İbn-i Hacer, el-Metâlib, II, 417)

Allah Resûlü hanımlarının gönüllerini dâima hoş tutar ve onlara espriler, şakalar yapardı. Hayatının sonlarına doğru yakalandıkları rahatsızlıkları esnâsında yaptığı bir şakayı Kâsım bin Muhammed şöyle anlatıyor:

Hz. Âişe -radıyallahu anhâ- bir gün hastalanmış ve:

– Vay başım, ölüyorum, demişti.

Peygamber Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- (şaka olsun diye):

“– Keşke bu ben sağken olsa, sana istiğfar eder, dua ediveririm!” dedi.

Bunun üzerine Hz. Âişe -radıyallahu anhâ- birden parladı:

– Vay başıma gelenlere! Vallahi görüyorum ki ölmemi istiyorsun. Ben öleceğim, sen de akşam zevcelerinden biriyle başbaşa kalacaksın ha, dedi.

Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- (sözü değiştirerek)

“– Bilâkis ben ölüyorum, benim «Vay başım!» demem lâzım…” buyurdu. (Buhârî, Ahkâm, 51; Müslim, Fedailu’s-Sahâbe, 11)

Allah Resûlü’nün şu sözü, onun hanımlarına beslediği muhabbetin sınırları hakkında bize bir fikir vermektedir:

“Rabbimden evlendiğim her kadını cennette benimle kılmasını istedim, O da bunu bana ihsân etti.” (Hâkim, III, 148; Heysemî, X, 17)

Hâsılı Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- hanımlarına karşı muhabbet iksirini en güzel şekilde kullanmış ve bu sâyede âile içindeki ufak tefek kırgınlıkları görmezden gelerek huzurlu bir ortam temin etmiştir.

[1] Bazı âlimler, bu hadis-i şerifi açıklarken, kadınların Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- tarafından sevilmesinin, “İslam’ın neşrine hizmetleri” sebebiyle olduğunu bildirmişlerdir.

Kaynak: Üsve-i Hasene, Erkam Medya Yayınları

İslam ve İhsan

PEYGAMBERİMİZİN HANIMLARI

Peygamberimizin Hanımları

PEYGAMBERİMİZİN AİLESİ

Peygamberimizin Ailesi

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.