Kur’an Şefaat Eder mi?

Kur’an okuyana şefaat eder mi? Kur’an nasıl şefaat eder? Kur’an okumanın ahirette kazandırdıkları nelerdir? Kur’an nasıl okunmalıdır? Kur’an’ın şefaatiyle ilgili hadisler nelerdir?

Kur’ân’ın şefaatiyle ilgili hadisler ve hadislerin açıklaması...

1. Ebû Ümâme el-Bâhilî (r.a.) der ki: Resûlullah Efendimiz’i şöyle buyururken işittim:

“Kur’ân okuyunuz! Çünkü o, kıyamet günü kendisiyle hemhâl olan kişilere şefaatçi olarak gelecektir.” (Müslim, Müsâfirîn, 252)

2. Nevvâs bin Sem’ân (r.a.) der ki: Resûlullah Efendimiz’i şöyle buyururken işittim:

“Kıyamet günü Kur’ân ve dünyada hayatlarını ona göre tanzim eden Kur’ân ehli, mahşer yerine getirilirler. Bu sırada Kur’ân’ın önünde Bakara ve Âl-i İmrân sûreleri vardır.”

Resûlullah bu iki sûre için üç misâl verdi ki onları hâlâ unutmuş değilim. Allah Resûlü sözlerine şöyle devam etti:

“Sanki onlar iki bulut gibidirler veya iki siyah gölgelik gibidirler ki aralarında bir nûr parlar veya sanki onlar, gökyüzünde kanat açmış iki grup kuş gibidirler. Kendilerini okuyan insanları müdâfaa ederler.” (Müslim, Müsâfirîn, 253. Ayrıca bkz. Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 5/2883)

3. Abdullah bin Amr (r.a.) der ki: Resûlullah şöyle buyurdu:

“Kur’ân’ı okuyup onunla hemhâl olan kimseye (âhirette) şöyle denilir:

«–Oku ve yüksel, dünyada nasıl tertîl üzere ağır ağır okuyor idiysen öylece oku, senin makâmın, okuduğun en son âyetin seviyesinde olacaktır.»” (Ebû Dâvûd, Vitr, 20/1464; Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 18/2914)

KUR’AN ŞEFAAT EDİCİDİR

Kur’ân-ı Kerim, insanların dünya ve âhiret saâdetini temin etmek için gönderilmiştir. Dünya saâdetinin asıl maksadı da âhiret olduğundan, Kur’ân’ın en mühim gâyesi, Allah’ın kullarını ebedî âlemin huzur ve mutluluğuna erdirmektir.

Dünyadayken onun emir ve nehiylerine sarılan mü’minler, hem bu hayatta hem de ölüm sonrasında kurtuluşa ermekle birlikte, bir de Kur’ân-ı Kerim’in şefaatine nâil olarak daha yüksek makamlar elde edeceklerdir. Bunu haber veren Resûlullah, birinci hadisimizde:

“Kur’ân okuyunuz! Çünkü o, kıyamet günü Kur’ân ehline şefaatçi olarak gelecektir” buyurmaktadır.

Başka bir hadis-i şerifte de:

“Kim Allah’ın kitâbından bir âyet öğrenirse kıyâmet günü öğrendiği âyet o kişiyi, yüzüne gülerek karşılar.” buyrulur. (Heysemî, VII, 161)

Burada bilhassa vurgulanan husus, Kur’ân’ın, ehli ve ashâbı için şefaatçi olacağıdır. “Kur’ân ehli” veya “Kur’ân ashâbı”, onu okuyup mûcibince amel edenler ve onunla hemhâl olanlardır. Yoksa tefekkür etmeden, muhtevâsını öğrenip hükümlerini yerine getirmeden kuru kuruya okuyanlar değildir. Ali el-Kârî, Kur’ân’ın, böylelerine şefaatçi olmayacağını, bilâkis aleyhlerinde şahitlik yapacağını söyler. Çünkü Kur’ân, sadece okunmak için değil, ferdî ve ictimâî hayatta yaşanmak için gönderilmiştir.

Kur’ân-ı Kerim’i öğrenmek, yaşamak ve öğretmekle meşgul olan kimseler, Allah’ın sevdiği has kullarıdır. Nitekim, bir gün Allah Resûlü:

“–Şüphesiz insanlardan Allah’a yakın olanlar vardır!” buyurmuştu. Ashâb-ı Kirâm:

“–Ey Allah’ın Resûlü! Onlar kimlerdir?” diye sordular. Resûlullah:

“–Onlar, Kur’ân ehli, Allah ehli ve Allah’ın has kullarıdır!” cevabını verdi. (İbn-i Mâce, Mukaddime, 16)

Hadisimizin müjdesine göre Kur’ân, kıyamet günü kendisini okuyan ve hükmüyle amel edenlere lehte şahitlik yapacak ve o kişilerin affedilmesi için şefaatte bulunacaktır. Allah Teâlâ da bu kullarına rahmetiyle muamele edecektir.

Mevzuyla alâkalı diğer bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur:

“Kıyâmet günü Kur’ân-ı Kerim, rengi uçuk bir adam gibi gelir ve (okuyucusuna):

«–Seni gece uykusuz ve gündüz susuz bırakan benim!» der.” (İbn-i Mâce, Edeb, 52)

Yani, dünyada kendisini okuyup yaşamak için zahmet çeken ve zorluklara katlanan Müslümanlara, Kur’ân-ı Kerim, o kadar çok yardım edecektir ki, âdeta yorgun ve bitkin bir hâle düşecektir. Resûlullah bu ifadeyi, Kur’ân’ın, kendisiyle amel edenlere kıyâmetin dehşetli ânında çokça yardım edeceğini, hesaplarını kolaylaştıracağını, o günün sıcaklık ve meşakkatlerini hissettirmeyeceğini anlatmak için kullanmıştır.

Cenâb-ı Hakk’ın böyle kullarına azap etmeyeceği umulur. Nitekim Ebû Ümâme (r.a.) şöyle buyurmuştur:

“Kur’ân’ı oku­yu­n, ezberleyin! Şu duvarda asılı olan mushaflar sizi aldatmasın! Şu muhakkak ki Allah Teâlâ Kur’ân’ı ezberleyen bir kal­be azâb et­mez.” (Dâ­ri­mî, Fe­dâ­ilü’l-Kur’ân, 1)

“KUR’AN’I ÖĞRENİN, OKUYUN, OKUTUN VE ONUNLA AMEL EDİN”

İkinci hadisimizde, Kur’ân’ın dünyada kendisi ile hemhâl olan mü’minlere şefaat edeceği bildirildikten sonra, bilhassa Bakara ve Âl-i İmrân sûrelerinin en önde geleceği ve ehl-i Kur’ân’a daha çok şefaatte bulunarak onları müdâfaa edeceği haber verilmektedir.

Hadisin devamında Allah Resûlü, bu sûrelerin fazilet ve sevabının çokluğunu beyan etmek için onları üç farklı misâlle anlatmıştır.

BAKARA VE ALİ İMRAN SURELERİNİN FAZİLETİ

Kur’ân’ın bir sûre veya âyetinin, diğer bir sûre veya âyete üstünlüğü, ifade ettikleri derin mânâlar ve muhtevâları yönündendir. Bakara ve Âl-i İmrân sûreleri ise, dinin neredeyse tamamını ihtivâ etmektedirler.

Şu rivâyet de Bakara Sûresi’nin, muhtevâ îtibarıyla çok zengin olduğunu ve bu sebeple daha faziletli sayıldığını göstermektedir:

Bir defâsında Resûlullah, sayıca kalabalık bir müfreze gönderecekti. Onlara Kur’ân okuttu. Her biri ezberinde olduğu kadarıyla Allah’ın âyetlerinden okudu. Allah Resûlü, yaşça en genç olan sahâbînin yanına geldi ve:

“–Ey fülân! Senin ezberinde ne var?” buyurdu. O da:

“–Ezberimde falan falan sûreler, bir de Bakara Sûresi var!” dedi. Efendimiz:

“–Ezberinde Bakara Sûresi var mı?” diye sordu:

Delikanlı:

“–Evet!” deyince, Fahr-i Kâinât Efendimiz:

“–Haydi git, onların emîri (kumandanı) sensin! Çünkü bu sûre, neredeyse dînin tamamını ihtivâ eder” buyurdu. Cemaatin ileri gelenlerinden biri:

“–Yâ Resûlallah! Muhtevâsını yaşayamayacağım korkusu, benim Bakara Sûresi’ni ezberlememe mânî olmuştur” dedi. Bunun üzerine Resûlullah şöyle buyurdu:

“–Kur’ân’ı öğrenin, okuyun, okutun ve onunla amel edin! Çünkü Kur’ân’ı öğrenen, okuyan ve onunla amel eden kişi, içi misk dolu dağarcık gibidir ki, kokusu her tarafa yayılır. Kur’ân’ı öğrenip uyuyan (onunla amel etmeyen) kimse de, içine misk doldurulup ağzı bağlanmış dağarcık gibidir.” (Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 2/2876; Heysemî, VII, 161)

KUR’AN OKUMANIN AHİRETTE KAZANDIRDIKLARI

Üçüncü hadisimizde, Kur’ân’ı âdâbına riâyetle okuyup onu hayatının her safhasında yaşayan mü’minlerin Cennetteki yükselişleri anlatılmaktadır. Onlar, dünyadayken Kur’ân’la kurdukları alâka nisbetinde Cennette yüksek bir makâma nâil olacaklardır.

Hadisimizin şerhi mâhiyetindeki başka bir rivâyette Allah Resûlü şöyle buyurmuştur:

“Kıyamet günü Kur’ân gelip, (onunla hemhâl olan kişi için) şöyle der:

«–Yâ Rabbî, onu süsle!»

Bunun üzerine ona kerâmet[1] tâcı giydirilir. Kur’ân:

«–Yâ Rabbî, ona daha fazlasını ihsân eyle!» der.

Kur’ân’ı okuyup yaşayan kişiye bu sefer kerâmet elbisesi giydirilir. Kur’ân:

«–Yâ Rabbî, ondan râzı ol!» der.

Allah Teâlâ da Kur’ân ehli kişiden râzı olur ve ona:

«–Oku ve yüksel!» denir.

Okuduğu her âyetle hasenesi artırılır. (Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 18/2915)

KUR’AN NASIL OKUNUR?

Hz. Ayşe vâlidemiz der ki:

“Cennetin dereceleri, Kur’ân âyetleri sayısıncadır. Cennete girenler arasında, Kur’ân okuyandan daha faziletli kimse yoktur.” (İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, VI, 120/29952)

O gün, kim Kur’ân’ın tamamını okursa Cennetin en üst mertebesine yükselecektir. Herkes, Kur’ân okuduğu miktarda yükselip ona göre sevap alacaktır.

Ehl-i Kur’ân’ın Cennette Kur’ân okumaları, meleklerin tesbîhi gibi olacak ve onları, hiçbir sûrette diğer lezzetlerden alıkoymayacaktır. Hat­ta, tertîl üzere Kur’ân okumak, onların en büyük zevki olacaktır.

Hadisimizde bahsedilen “tertîl”, esasen âhenk ve nizâm mânâsına gelip Kur’ân-ı Kerim’i acele etmeden ağır ağır, harfleri mahreçlerinden yerli yerince çıkarıp hare­keleri iyice belirterek yani Kur’ân’ın hakkını vermek suretiyle okumaktır.

Peygamber Efendimiz’in kırâati, açık bir şekilde harf harf, tertîl üzere yani teennî ve tedebbür ile, aynı zamanda tecvid kâidelerine uygun olarak icrâ edilen bir okuyuş idi. (Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 23/2923)

Çünkü Allah Teâlâ ona:

“…Kur’ân’ı ağır ağır, tâne tâne oku!” diye emir buyurmuştu. (Müzzemmil 73/4)

Bu âyet-i kerimede “rattil” emrinin “tertîlen” masdarı ile tekîd edilmesinden anlaşıldığına göre Allah Teâlâ, tertîli en güzel şekilde yapmamızı arzu etmektedir. Kur’ân okumak, sâdece ses güzelliği ile rastgele teğannî yapmak kabîlinden bir mûsıkî işi değildir. Bilakis, nazmın mânâ ile münâsebetini, fesâhat ve belâğatini gözeterek, mânâyı hissedip, mümkün olduğunca hissettirmek sûretiyle okumaktır. Dolayısıyla Kur’ân okumakta tertîl ve tecvid, son derece lüzumludur. Zâten hadisimiz de Kur’ân’ı ezberleyip tertil üzere güzelce okumaya teşvik etmekte ve Kur’ân ile amel eden ehl-i Kur’ân’ın mertebelerinin yüceliği­ne delâlet etmektedir.

KUR’AN’LA AMEL ETMENİN FAZİLETİ

Ancak burada şunu tekrar hatırlatmakta fayda vardır:

Allah’ın kitabı ile amel eden, onun muhtevâsını düşünen kişi, onunla amel etmeyip sadece ezberleyen ve güzel okuyandan daha faziletlidir. Nitekim Ashâb-ı Kirâm arasında Ebubekir’den (r.a) daha kuvvetli hafız, Kur’ân’ı daha iyi okuyan bir çok kişi vardı. Lâkin Hz. Ebûbekir’in ashâbın en üstünü olduğu hususunda ittifak edilmiştir. Çünkü o, Allah’ı ve Kur’ân’ın rûhunu en iyi bilen, hayatını Kur’ân’ın muhtevâsına göre en güzel şekilde tanzim eden bir kişiydi.

Dipnot:

[1] Kerâmet: Şeref, izzet, ilâhî ikrâm gibi mânâlara gelir.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Efendimiz’den Hayat Ölçüleri, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

ŞEFAAT NEDİR? KİMLER ŞEFAAT EDEBİLİR?

Şefaat Nedir? Kimler Şefaat Edebilir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.