
Kur’ân Kurslarında Mânevî Eğitim Nasıl Olmalı?
Kur’ân Kurslarında mânevî eğitim nasıl verilmeli, eğitimciler talebelere karşı hangi ahlâkî ve pedagojik ilkeleri gözetmelidir?
Günümüzde fazîletli bir nesil yetiştirmek için, mânevî eğitim veren müesseselere ve bilhassa Kur’ân Kurslarına büyük vazifeler düşmektedir. Zira Allâh’ın kelâmına karşı gösterilen ihmâlden daha ziyâde insanın mânevî hayatını karartan başka bir hatâ yoktur. Bu yüzden insanların çoğunlukla maddeye râm oldukları zamanımızda Kur’ân-ı Kerîm eğitimine daha çok ihtimam göstermek zarûrîdir.
14 MADDEDE KUR’ÂN KURSLARINDA MÂNEVÎ TERBİYE YÖNTEMLERİ
Şunu unutmamak gerekir ki, Kur’ân-ı Kerîm, bir fânînin eseri değil, kâinâtın Hâlık’ının kullarını dünya ve âhiret saâdetine erdirmek için lûtfettiği en mühim hidâyet rehberidir. Bu bakımdan mânevî eğitim veren müesseselerde bilhassa şu hususlara ehemmiyet verilmelidir:
- Talebeler her şeyden önce Allâh’ın emâneti olarak telâkkî edilmeli, onlara Allâh’ın azamet-i ilâhiyyesi ve kâinattaki kudret akışlarının tefekkürü telkin edilmeli ve düşüncelerinin merkezine Peygamber Efendimiz’in hayranlık verici ahlâkı yerleştirilmelidir. Mânevî eğitim ve öğretim, bilginin yanında muhabbetle takviye edilerek, zevk ve lezzet hâline getirilmelidir. Zira îmânın lezzetini duyabilmek, hizmet için en büyük enerji kaynağıdır.
- Bu müesseseler birer şefkat, fedakârlık ve hizmet yuvası olmalıdır. O duvarların içinde kuru bilgiler yığınından ziyâde, aşk ve heyecan dolu bir Kur’ân hizmeti verilmelidir. Kur’ân’ın tatbikâtı ise Sünnet-i Seniyye’nin yaşanmasıdır.
- Talebeye, nezâket, edep ve güleryüzle yaklaşılmalı, varsa hatâları şefkat ve merhametle tashih edilmelidir. Unutmamak gerekir ki bir tâmircinin sanat ve hüneri, tâmir ettiği eserinde ortaya çıkar.
- İnsan, şahsiyet ve yüksek karaktere hayranlık ve muhabbet duyar. Hayranlık duyduğu kimseyi taklîde çalışır. Kişi, sevdiklerinin câzibesi altında kalır. Zira muhabbet, iki kalp arasında bir cereyan hattı gibidir. Bu bakımdan Kur’ân hizmetinde bulunanların, örnek davranışlarla olgun bir karakter sergileyip kendilerini sevdirmeleri zarûrîdir. Bunun için de “yâr olup bâr olmama”yı, yani dost olup dostlarının yükünü hafifletmeyi, buna mukâbil kimseye de yük olmamayı düstûr edinmelidirler.
- Kalp temizliğiyle birlikte zâhirî temizlik ve zarâfete de dikkat etmeli, kılık-kıyâfet ve dış görünüşleriyle de örnek olmalıdırlar. Zira elbiselerin temizlenmesini emreden ve giyim-kuşamda pejmürdeliği hoş görmeyen Peygamber Efendimiz, saç ve sakalların dağınıklığını da tasvîb etmezlerdi. Nitekim bir seferinde Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- mesciddeyken, saçı-sakalı karışmış bir adam çıkagelmişti. Rasûlullah Efendimiz, eliyle ona saç ve sakalını düzeltmesini işaret etti. Adam, bu emri yerine getirdiğinde Rasûl-i Ekrem Efendimiz:
“Bu hâl, herhangi birinizin şeytan gibi saçı-başı dağınık dolaşmasından daha güzel değil mi?” buyurmuştur. (Aliyyü’l-Kārî, Mirkāt, VIII, 261)
Bir seferinde de, yine üstü-başı dağınık olarak huzûruna gelen bir adama:
“Malın var mı? Hâlin vaktin nasıl?” diye sormuş, adamın maddî durumunun iyi olduğunu bildirmesi üzerine:
“O hâlde, Allah sana mal verince, eseri üzerinde görünsün!” buyurarak onu îkâz etmiştir. (Nesâî, Ziynet, 54; Ahmed, IV, 137)
- Kur’ân ile duygu derinliğine nâil olabilmek ve Kur’ân’ın ulvî mânâlarını amel-i sâlihler hâlinde davranışlara aksettirebilmek için, kalplerin pozitif enerji ile, yani muhabbet ve rûhâniyetle dolması zarûrîdir. Kur’ân’dan lâyıkıyla feyiz-yâb olabilmek için, onun kapağı, hürmet, tâzim ve edeple açılmalı, onu insanlara Rahmân’ın öğrettiği şuuruyla okunmalıdır. Zira âyet-i kerîmelerde buyrulur:
“Rahmân, Kur’ân’ı öğretti. İnsanı yarattı. Ona beyânı öğretti.” (er-Rahmân, 1-4)
- Kur’ân Kurslarımız, öğretimden ziyâde, Kur’ân-ı Kerîm’in azameti karşısında tefekkür ve tahassüs duygularını derinleştiren bir eğitimi hedeflemelidir. Bilhassa peygamber kıssalarındaki ibret dolu mesajlar, kıyâmete yakın zuhûr edecek fitneler, kıyâmet alâmetleri ile ilgili haberler, îman-küfür, tâat-isyan, haram-helâl ve hak ile bâtılı birbirinden ayıran hükümler işlenerek hayat ve kâinâtı âyetler ışığında mîzân edebilme haslet ve meziyeti kazandırılmalıdır.
- Mânevî eğitim müesseselerinde vazifeli olanlar, olgun bir hizmet insanı olmalıdırlar. Bunun için de, sâlih amel sahibi, merhamet, şefkat, diğergâmlık gibi ahlâkî meziyetlerle donanmış kimseler olmalıdırlar. Ayrıca, hangi zümrenin içinde yaşarlarsa yaşasınlar, kendi varlıklarını ve îmanlarını korumayı bilmelidirler. Onlar, fitne ortamında bile etrâfına müsbet tesir eden, fakat menfî tesir almayan, sağlam bir hâlet-i rûhiyeye sahip olmalıdırlar. Her hâlükârda kalplerini mal, mülk, mevkî gibi dünyevî menfaat endişelerinden uzak tutmalıdırlar.
- Talebeyi soğutacak davranışlar olan kaba hitap, adâletsiz muâmele, adam kayırma ve şiddetten sakınılmalıdır. Kur’ân hizmetinde bulunanlar, kendilerinin de “lâ-yüs’el” yani sorumsuz olmadıklarını, bir gün ilâhî mîzanda hesap vereceklerini hatırlarından çıkarmamalıdırlar. Bu yüzden de kendilerine emânet edilen talebelerine karşı emir-komuta münâsebetiyle, mecbûriyet kabîlinden, heyecansız, samîmiyetsiz ve kuru bilgilerle ders takrir etmekten kaçınmalıdırlar. Ayrıca, kazanılan her insanın ecri, kaybedilen her insanın da ağır bir âhiret vebâli olduğunu unutmamalıdırlar.
- Îtidâle riâyet edilmelidir. Her şey bir anda verilmeye çalışılmamalı, hazmettirerek, alıştırarak ve tedricî bir sûrette tâlim ve terbiyede bulunulmalıdır. Talebenin anlayış seviyesi ve kâbiliyetleri dikkate alınmalı, ileriki merhalelerde öğrenmesi gereken hususlar başlangıçta ve gerekli altyapı kültürü verilmeden öğretilmeye kalkışılmamalıdır.
- Mevzular bol teşbihlerle, fıkralarla, sual-cevaplarla ve kıssalarla desteklenerek daha kalıcı ve tesirli bir şekilde anlatılmalıdır. Bir eğitimcinin en büyük mârifet ve sanatı, talebenin rûhundan bir damar bulup kalbine nüfûz edebilmesidir. Zira en büyük fetih, gönüllerin fethidir. Molla Câmî’nin buyurduğu gibi: “Gönül, Celîl ve Ekber olan Allâh’ın nazargâhıdır.”
- Eğitimciler, talebenin hâlini sîmâsından anlayacak kâbiliyette olmalıdırlar. Onlara kıymet vermeli, dertleriyle birebir ve husûsî olarak ilgilenip problemlerini çözmelidirler. Zira problemini çözdükleri insanın gönlünü kazanabileceklerini bilmelidirler. Bu yüzden özel alâkaya bilhassa ehemmiyet vermelidirler.
- Allâh’ın kullarına teşekkürle hizmet, şiâr edinilmelidir. Zira onlar vesîlesiyle kendilerine bu hizmet nasîb olmaktadır. Bu yüzden mânevî eğitim hizmetinde muhâtaplara karşı tebessüm ve teşekkür, bir tabiat-i asliye hâline gelmelidir.
- Kalplere îman muhabbetini aşılayacak olanların önce kendi kalp âlemlerini ıslâh etmeleri zarûrîdir. Aksi takdirde sözlerinin tesiri azalır. En zor iş, insan terbiyesidir. Kendisini terbiye edemeyen, iç âleminden habersiz bir kişi başkasını nasıl terbiye edebilir?
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, 12 Saadet Damlaları, Erkam Yayınları
YORUMLAR