
Gerçek Cihat Sadece Kılıçla mı Olur?
Gerçek cihat sadece kılıçla mı olur, yoksa en büyük mücadele insanın kendi nefsiyle yaptığı mıdır?
En yüce terbiye nefis terbiyesidir. İbadetlerimizi ve vazifelerimizi yaparken; duygularımızı, aklımızı, batınî yönlerimizi terbiye etmemiz gerekiyor. Gözlerimizi, dilimizi, kulaklarımızı, el ve ayaklarımızı, midemizi, cinselliğimizi, aklımızı, irade gücümüzü yoğunlaştırarak eğitmeliyiz. Saflığa giden yol tedrîcî bir aydınlanma süreciyle gerçekleşir. Bu terbiye süreci, bu manevî gelişme karanlıktan ışığa doğru, cehaletten şuura doğru, zulümden nura doğru, batıldan hakka doğru yürüteceğimiz bir saflaşmadır.
KUR’AN IŞIĞINDA NEFSLE MÜCADELE VE KALP ARINMASI
Maddi-Manevi Kirlerden Nasıl Arınırız?
Kuran-ı Kerim'in buyurduğu gibi; “(Nefsini kötülüklerden) arındıran kurtuluşa ermiştir.” (Şems, 9) Böylece bedenimiz, organlarımız, latifelerimiz kimyasını değiştirecek, hücrelerini yenileyerek, kanını, derisini değiştirecek. En yüce nefis terbiyesi temizliktir. Kan dolaşımıyla bedenimizin organları yıkanır, temizlenir. En tesirli temizlik Allah rızası hariç bütün maksatlardan temizlenmektir. Mevlânâ Rûmî bu hususta: “Hakk’ın zikri temizdir. Temizlik gelince, pislik pılını pırtısını toplayıp çıkar gider. Kaçar zıtlardan zıtlar. Işık vurunca da karanlık kaçar. Temiz ad ağza girince ne pislik kalır ne de üzüntü.”
Abdest ile zahirî ve batınî temizlik sağlarız. Abdest yüzü, kolları, başı, kulakları, boynu ve ayakları yıkamaktır. İçimizin abdesti ise nefsi kin, nefret, riya, dünyevî arzular, cimrilik, bencillik gibi kötü özelliklerden arındırmaktır. Manevî ve nefsanî kirlerden ve günahlardan da abdest alınır.
Fahr-i Kâinat Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu; “Bir müslüman abdest aldığı zaman, yüzünü yıkarken gözleriyle işlediği günahlar abdest suyu ile dökülür gider. Ellerini yıkadığında elleri ile işlediği günahlar abdest suyu (veya suyun son damlası) ile dökülür (öyle ki kişi bütün günahlardan arınır ve tertemiz olur). Ayaklarını yıkadığında da, ayaklarıyla işlediği günahları abdest suyu (veya suyun son damlaları) ile akıp gider. Nihayet o müslüman günahlarından tamamıyla arınmış olur.”
En tesirli temizlik için, hakîkî sıhhate erişmek için, varlığın güzelliğine erişmek için, insanın saflaşma sürecinden geçmesi gerekir. Bu nedenle bir iç hicret lazımdır ve cihad-ı ekber olan nefisle savaşmak gerekir. Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur; “Hicret, gafletten kurtulup kötü alışkanları terk etmektir.”
Esas hicret, günahlardan, mâsiyetlerden uzaklaşmak, amel-i salihe hicret etmektir. Esas hicrette; çirkinliklere karşı güzellikler üretmek gerekir. Adaletsizliğe karşı dürüstlüğü, doğruluğu yansıtmak, zulme karşı hidayet nurunu kazanmak, gaflete karşı benlik virüsünü yenmek, yüreksizliğe karşı sorumluluk bilinci taşımak ve şeytanın şer güçlerine karşı cihad-ı ekber ile savaşmak gerekir.
Cihad-ı Ekber Nedir?
Cihad-ı Ekber nedir? Kendimizi kötülükten, şeytanî kuvvelerden, sahte tanrılardan ve kalbimizi istila edip orada hüküm süren putlardan temizlemektir. Efendimiz'in öğrettiği ‘Cihad-ı Ekber’ bizim için en kıymetli mirastır. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'in bize tavsiye ettiği bu ilahi reçete, bizi nefsin zulmünden kurtarıp, ölümsüzlüğe ulaştırır, esfel-i safilinden kurtarıp, sevdaya ve Nur'u Muhammedi'ye ulaştırır, münafıklıktan, cehaletten ve sahtelikten kurtarıp ihlasa ve ubudiyete ulaştırır.
Mümin ibadet yaparken de bir nefis terbiyesinden geçmek zorundadır. Aksi takdirde manevî hastalıklardan, dünyanın şerrinden, şeytanî tabiattan kurtulamaz. Kötü huylardan, alışkanlıklardan, şeytanın vesveselerinin saldırısından, her türlü korkudan, süflî duygulardan uzaklaşamaz. Sırat-ı müstakim üzere dosdoğru yürümeyi başaramaz. Bu durumda Allah’ın sıfatları ile sıfatlanmış olamaz ve neticede hayatlarımızın vahyin bir parçası haline gelmesi imkânsız olur.
İbn’ul Arabî Hazretleri der ki: “Kendinizi nefis muhasebesinden geçirmenizi engelleyecek üç tehlike vardır. Birincisi, bilinçsizliktir. Diğeri, nefsinizin aldatmacaları içerisine aldığınızı sandığınız lezzetlerdir. Üçüncüsü ise alışkanlıklarınızın kölesi olmaktır.” Açgözlülük azalmadan, menfaat, şöhret, makam sahibi olmaktan vazgeçmeden, nefs-i emmarenin heveslerinden kurtulmadan, yaklaşmak ve yükselmek derdinde olmadan, Allah’ın rahmet, bereket, lütuf ve sonsuz güzelliğine erişilemeyecektir.
Öğrenmek gelişmek demektir. Öğrenme isteği teslimiyet aşkına denktir. Teslimiyet aşkı bir nurdur. Teslimiyet aşkı kendisini özveride, itaat aşkında, ibadet aşkında, cihat aşkında, hizmet aşkında, fedakârlık aşkında, tefekkür aşkında, secde aşkında, Kur’an aşkında, dua aşkında gösterir. Teslimiyet aşkı saf bir kalp ister, sahibine tamamen bağlı bir köle gibi olmuş bir kalp... Bu teslimiyeti öğrenmek için, mücadele etmek için ve hak yolunda ilerlemek için güçlü bir irade sahibi olmalıyız. Teslimiyet aşkı yolumuzu aydınlatan ışıktır. İtaat etmenin güzelliği parlar önümüzde. Bu inancın ışığıdır, bu hidayet nurudur!
Tertemiz Kuran-ı Azimüşşan şöyle buyurmaktadır: “Rabbimiz! Onlara içlerinden bir peygamber gönder de, onlara senin ayetlerini okusun, kitap ve hikmeti öğretsin ve onları günahlardan arındırıp tertemiz yapsın.” (Bakara, 129) Tertemiz bir hal erişmek için, ümmîlik haline bürünmek gerekir. İbnü’l-Arabî Hazretleri ümmîlik hakkında der ki: “Ümmî genelde okuma yazma bilmeyen diye tercüme edilir. Halbuki Kur'an ümmiyi şöyle tarif etmektedir: annesi onu doğurduğu zamanki gibi olan bir insan…”
Hz. Mevlânâ’nın kelâm-ı mübarekleri ile: “Çıplak toprak ol, üstüne yazı değmemiş tertemiz kağıt ol ki vahiy kalemiyle taltif edilesin. Böylece Merhametli Zât sana tohumlar eksin. Kendini tamamen lütuf nurlarına aç!” “Yazmak için yazılmamış bir kâğıt arar. Tohum ekmek için ekilmemiş bir yeri araştırır. Sen de kardeş tohum ekilmemiş bir yol ol, yazılmamış beyaz bir kâğıt kesil de Nun ve'l - kalem yazısı ile şeref kazan, sana da o kerem sahibi tohum eksin.”
Müslüman hayatında zorluklar, ıstıraplar, sıkıntılar, belalar çekmek, imtihanlardan geçmek zorunda kaldığında tertemiz çıkıyor. Çile ve imtihanlar olmaksızın kurbiyet meyvesi elde edilemez. Nemrud'un zulüm ateşinde yanmadan gül bahçesine girilemez. Şems-i Tebrizî, Ebubekir Sıddık hakkında şunları anlatıyor: “Eğer birisi ölünün yeryüzünde nasıl yürüdüğünü görmek istiyorsa Ebu Bekir Sıddık’a baksın. O kirli bir çöp kutusundan kurtulup tertemiz cana can katan suyun sohbetine erişti.”
Habib-i Edîb-i Kibriya sallallâhu aleyhi ve sellem: “Dünya müminin zindanı, kâfirin cennetidir” buyurmuştur. Bu dünya, mümin için bir hapishanedir. Dünyadaki hayatı ziyan ve israftan oluşur, zevk ve lezzet alamaz. İman nuruyla aydınlanan bir mümin zindanda olduğunun farkına varır ve beden hapishanesinden çıkmaya yol arar. Mevlana Celaleddîn Rûmî bu hususta; “Allah’a yakınlık yukarı ya da aşağı gitme değildir. Allah’a yakınlık varlık zindanından çıkmaktır” demektedir.
Kaynak: Rabia Brodbeck, Altınoluk Dergisi, Sayı: 473
YORUMLAR