
Bir Müminin Dünya Nimetlerine Bakış Tarzı Nasıl Olmalı?
Bir müminin dünya nimetlerine bakış tarzı nasıl olmalı ki, nimet fitneye değil, rahmete dönüşsün?
Malı ve canı yanlış yere sarf edenler, Allâh’ın vermiş olduğu nîmetlerin ziyanlığı içindedirler. Cenâb-ı Hak, bu gaflete düşenlerin fecî âkıbetini, âyet-i kerîmede şöyle beyan buyurur:
“…Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azâbı müjdele! (Bu paralar) Cehennem ateşinde kızdırılıp bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanacağı gün (onlara denilir ki): «İşte bu, kendiniz için biriktirdiğiniz servettir. Artık yığmakta olduğunuz şeylerin (azâbını) tadın!»” (et-Tevbe, 34-35)
Bu itibarla; kazançlarımızı ve ömür nîmetini, ebedî hayata elverişli bir şekilde düzenlemekle mükellef bulunmaktayız.
Şeyh Sâdî’nin dünya metâına aşırı düşkünlükle cimrilikte bulunanlara yaptığı şu îkaz ne kadar ibretlidir:
“Para yığmakla yükseleceğini sanma. Duran su fenâ kokar ve kurur. Bağışlamaya ve akıtmaya çalış. Akan suya gök yardım eder. Yağmur yağdırır, sel gönderir, onu deryâ eder.”
Dolayısıyla asıl mârifet, cömertlik ve diğergâmlıkla gönlü deryâ hâline getirip Hakk’ın lûtfettiği nîmetleri ve dünya ticaretini âhiret zenginliğine dönüştürebilmektir. Bu bakımdan malın hayırlısı, sahibinden önce âhirete gönderilen; canın hayırlısı da Allah rızâsı istikâmetinde kullanılabilendir.
BİR MÜMİNİN DÜNYA NİMETLERİNE BAKIŞ TARZI NASIL OLMALI?
Nitekim Ebû Zer -radıyallâhu anh-’a âit şu hikmetli sözler, aynı zamanda bir mü’minin dünya nîmetlerine bakış tarzının nasıl olması gerektiğini de hulâsa etmektedir:
“Bir malda üç ortak vardır. Birincisi mal sahibi, yani sen, ikincisi kaderdir. O, hayır mı, yoksa felâket ve ölüm gibi şer mi getireceğini sana sormaz. Üçüncüsü mîrasçıdır. O da bir an önce başını yere koymanı (yani ölmeni) bekler, ölünce malını alır götürür, sen de hesâbını verirsin. Eğer gücün yeterse sen bu üç ortağın en âcizi olma!
Allah Teâlâ; «Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe birre (hayrın kemâline) eremezsiniz…»[1] buyuruyor. İşte benim en sevdiğim malım şu devemdir, (âhirette karşıma çıkması için) onu kendimden önce gönderiyor (sadaka olarak veriyor)um.” (Ebû Nuaym, Hilye, I, 163)
Demek ki, Allâh’ın lûtfettiği nîmetler, kulu Rabbine yaklaştıracak bir ebediyet ışığı olmalıdır. Zira can ve mal nîmetleri Allah yolunda sarf edildiği takdirde Kur’ânî ifâdeyle bir “ziynet” olurken, aksi hâlde “fitne”ye dönüşmektedir.
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ümmetinin müstakbel fitnesi hakkında şöyle buyurur:
“Her ümmetin bir fitnesi vardır. Benim ümmetimin fitnesi de maldır.” (Tirmizî, Zühd, 26/2336)
Dipnot:
[1] Âl-i İmrân, 92.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, 12 Saadet Damlaları, Erkam Yayınları
YORUMLAR