
Yalnızlıktan Kurtulmanın Gerçek Yolu Nedir?
Yalnızlık, yalnızca fiziksel bir boşluk mudur, yoksa fıtrattan uzaklaşmanın, samimiyet ve iç huzurun kaybolmasının bir sonucu mudur?
Her teknolojik aletin bir fabrika ayarı var. Bizim fabrika ayarımız fıtrattır. Fıtratımız rengini Rabbimizle sözleşmemizi yaptığımız Elest Bezmi’nde almıştır. Biz en güzel manzarayı orada görmüşüzdür. Her güzelde aradığımız, o tarifsiz cemaldir. Biz en muhteşem sesi orada duymuşuzdur. Her nağmede ve tınıda aradığımız o ahenktir. Biz en güzel hissi orada yaşamışızdır. Her mecliste aradığımız o coşkudur. Dünya, o güzellik, o ses, o his ve o meclisten gurbettir. Gurbetin tek tesellisi vardır, o da gayrı ihtiyari her ilişkide dönüp dolaşıp aradığımız samimiyettir.
Samimiyet ünsiyet için yaratılmış kalbimizin iştiyakıdır. Din samimiyeti tesis ve temin için gelmiştir. İnsanın en başta Rabbi olmak üzere Peygamberine, mü’minlere ve kendisine samimi olması dünya gurbetinin şifasıdır. Samimiyet, insanı yalnızlıktan kurtarır. Özünü olduğu gibi aktarabilmek, muhatabının aynasında kendisini en saf haliyle izleyebilmek, aşina ve akraba bir ruha varlığını olduğu gibi ortaya koyabilmek gurbetin sılasıdır. Her insan, ne kadar güçlü, soğukkanlı ya da bağımsız görünse de, bu sıcaklığın arayışındadır. Kimi zaman dost meclislerinde, kimi zaman bir kitabın satırlarında, kimi zaman sessizce edilen bir duada, çok zaman da sesin ve sözün kesilip gözlerin ve kalplerin konuştuğu o zamanlarda ışıldayan bu samimiyet, insanın insana duyduğu ihtiyacın en sahici göstergesidir.
YALNIZLIKTAN KURTULMANIN GERÇEK YOLU
Fıtrat, sadece biyolojik değil aynı zamanda ruhi, ahlâkî ve sosyal yönü olan kodları sevgi ile yazılmış bir programdır. Bu program samimiyet enerjisi ile can bulur, adalet ve merhamet gıdası ile serpilir. Hep rengini bulduğu o ilk meclisin tadını arar, nereye yönelse orasının hatırası ile bakar. İnsan fıtrata uygun yaşar ve samimiyetin peşine düşerse önünde hakikate giden bir yol açılır. Varmak nasip işidir ama yolun kendisi bile sulh getirir, huzur verir. Bugün insan modern hayatın hızına kapılıp kendini sadece maddi başarıya, tüketim odaklı arzulara, haz ve çıkara teslim ettiğinden, fıtratının iştiyakına sağır ve âmâ kalmış, o yüzden dengesi bozulmuştur. Fıtrata rağmen yaşanan bir hayat insanın iç dünyasını çöle döndürür. İnsan içindeki hak sesini duymaz hale gelir. Bunun sonu artık hakikati görememek, işitememek ve idrak edememektir.
Zaten dünya gurbetinin acısı ile örselenmiş fıtratı, ancak kalbi merkeze alan bir hayat teselli edebilir. Nefsin heva ve hevesini merkeze alan bir hayat, bir müddet sonra insanı anlamsızlık girdabına sürükler. Kendi iç sesini duyamayan, vicdanını umursamayan, fıtratının iştiyakını erteleyen kişi, varlıklar hiyerarşisi içerisindeki yerini kaybeder, kendine yabancılaşır. Hazdan başka bir tatmin aracı kalmayan bu insan çürüten yalnızlığa duçar olur. Bugün çağın en büyük problemlerinden birisi olarak yansıtılan yalnızlık aslında fıtrata sırt çevirmenin ortaya çıkarttığı bir cezadır.
Çürüten yalnızlık aslında Allah’tan uzak kalmaktır. Bizim kendimizi fark edip de Rabbimizle sözleşme yaptığımız o mecliste bulduğumuz kıvam ruhumuzun iştiyakı olan kıvamdır. Kalbimizin dönüp durup aradığı o kıvamdaki tattır. Başka hiçbir tadın kendisini tatmin etmeyeceği kalp o kıvamı ararken bile ayrı bir lezzet alır. Yalnızlık işte bu kıvamdan ve onu arama çabasından vazgeçmektir. Yalnızlık, kendi kendine yettiğini zannetme gafletinin bu dünyadaki tokadıdır. Bu zan ile kendisini merkeze koyanı Allah kendisi ile baş başa bırakır ki bugün modern insanın düştüğü afet de budur.
Yalnızlık sadece kalabalıklar içinde hissedilen bir izole hali değil, gerçek mânâda bir “kendiyle baş başa kalamama” halidir. “Birey” diyerek kutsanan insan kendisini taşıyamayacak hâle gelmiştir. Bu bir iç çöküş biçimidir. Teknoloji bu yalnızlığı hem maskeleyen hem de derinleştiren bir rol oynuyor. Sosyal medya, mesaj uygulamaları ve dijital platformlar kişiye sürekli bağlantıda olduğu hissini veriyor; oysa bu bağlantı çoğu zaman sathi, faydacı ve tekrarlı ilişkilerden ibaret kalıyor. Gerçeklikten kopuk, sürekli onay peşinde koşanlar, bir müddet sonra kendi özüne temas edemez, esas gündeme alması gerekene dikkat kesilemez hale geliyorlar.
Çürüten yalnızlığın panzehri, menfaat ve çıkar ilişkilerinin ötesindeki bağlarla örülmüş sosyal yapılardır. Aile bunların en küçüğü, toplum en büyüğüdür. Sosyal yapılar insanın kendisini geliştirdiği, artı ve eksi taraflarını görebildiği, sağlıklı geri bildirim aldığı, yükünü paylaşabildiği, sevinç ve acıyı bölüşebildiği teneffüs mekanlarıdır. Günümüzde insan yalnızlığını bastırmak, dikkatini dağıtmak ya da sanki birilerine temas ediyormuş hissini yaşamak için en çok dijital mecralara başvuruyor. Telefon ekranları bir teselli penceresi, sosyal medya hesapları birer sığınağa dönüşüyor. Fakat bu pencereler dış dünyaya değil, çoğu zaman kişinin kendi iç çölüne açılıyor.
İnsanın bastırılmış acılar, ifade edilmemiş duygular, kurulamamış bağlar ve anlaşılmayan özlemlerle kavrulan iç çölü kalpleri, gözleri ve kulakları boğan dijital uğultu içinde sessizce büyüyor. Sosyal medya, insanın sosyal bağ kurma ihtiyacını taklit ediyor, ama doyuramıyor. Algoritmalarla çalışan sosyal medya takipçi sayıları, beğeniler, etkileşim oranları ile insanın değeri hakkında sadece bir yankı odası üretiyor. “Görünür olmak” ile “görülmek”, “iletişim kurmak” ile “ilişki kurmak” aynı şey değildir. İnsan, varlığının fark edilmesini ister, ama gerçek bir fark ediliş dijital bakışlarla değil, kalbi temaslarla olur. İnsan çölünün vahasını ancak bir başka insanın aynasında görür.
Dijitalde teselli arayan çürüten yalnızlıktan kurtulmak için sadece ekran süresini azaltmak yetmez; anlamlı, yüz yüze, kalpten ilişkilere yönelmek gerekir. Bu yönelişin ilk adımı, insanın kendisiyle dost olmasıdır. Kendine tahammül edebilen, bu dünya gurbetinde fıtratının esas iştiyak adresini bulup yalnızlığını kabul edip onunla yüzleşebilen insan, şifasının dijital maskelerin ardında değil, gerçek ilişkilerde olduğunu bilir. İnsan için en kıymetli ilgi, yüz yüze, göz göze ve kalp kalbe olan ilgidir. Dijital çağ ne tür kolaylıklar getirirse getirsin yine en büyük ferahlık insanla kurulan hakiki ilişkilerde saklı kalacak. Asıl panzehir, ekranın ardında değil, hakiki dostlukların fıtratın iştiyakını dindiren samimiyetinde saklıdır.
Bugünün insanı yalnız kalmamak için ekranlara sığınıyor. Halbuki yalnızlık, hele iradî yalnızlık kadrini bilen için bir yüceliş vesilesidir. Biricikliğinin farkına varan ve buradan Rabbine yol bulan bu vesileden hep istifade etmek ister. Öyle ki her gün yalnızlıktan nasibini arar. Gecelerin bağrında yalnız kalmayı itiyat haline getirir ve aslında bilir ki son tahlilde yalnızlık diye bir şey yoktur. Rabbimiz hep bizimledir. Nerede olursak olalım sonunda dönüp kendisine varacağımız yer O’nun huzurudur.
Yalnızlıktan kurtulmak, aslında insanın hem kendisine hem Rabbine yaklaşmasına bağlıdır. Asil yalnızlık, bu yaklaşmanın bir aracı olabilir. Ama teknolojiyle bastırılan, anlamdan kopmuş, yüzey ilişkilerle bezenmiş bir yalnızlık, insanı sadece çürütür. Bu nedenle, dijital düzende biricikliğini korumak isteyen her insan, hem kendisiyle, hem de gerçek dostlarıyla bağını güçlendirmek zorundadır. Bu bağ, yalnızlığı imtihandan imkana dönüştürecektir.
Mü’mine insanların tam orta yeri yazılmıştır. Maişetini kazanmak, bir sanat, meslek ve hüner ile bilinmek önemlidir. İnsanlarla kaynaşmak, anlaşılan biri olmak, insanlar içinde bir insan gibi yaşamak hedefidir. Ama bu onun asil yalnızlık imkânından mahrum kalması anlamına gelmez. O halk içinde Hak ile olmayı beceren insandır.
Gönül ehlinin “halvet der encümen” yani “kalabalıklar içinde Allah’la baş başa kalmak” dediği bu hâl, dış dünyanın karmaşası içinde içimizdeki çölden serin bir vahaya intikal edebilme sanatıdır. Bu anlayışta, insanlardan kaçılmaz, çünkü insanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır. Bu anlayışta yalnızlığın kıymeti de atlanmaz, çünkü asıl beraberlik Allah iledir, insan fıtratının iştiyakına kulak verdiğinde esas kimle olduğunun farkına o zaman varır.
Yalnızlıkla olan ilişkimiz, hakikatle olan ilişkimizin de göstergesidir. Yalnızlığı sahte bağlarla örtmeye çalışan ne fıtratının iştiyakını dindirebilir ne de başkasına yar olabilir. Rabbimiz nerede olursak olalım bizimledir. Bu şuur yalnızlığı bir yüzleşme, tefekkür ve sükût zemini olarak irtifa vesilesine dönüştürür. İyi arkadaş yalnızlıktan, yalnızlık ise kötü arkadaştan daha değerlidir.
Bir Hak dostunu ziyarete giden bir arkadaşı onu evde tek başına bulunca: “Yalnızlık seni sıkmıyor mu?" diye sormuş. Aldığı cevap ibretliktir: “Allah ile olup da sıkılan hiç kimse görmedim.” Asıl yalnızlık, insanın kendisine yabancılaşmasıdır. Kendisiyle barışık olan asla yalnız değildir. İnsanın kendisi ile barışmasının yolu ise Allah’la barışmaktan geçiyor.
Kaynak: Mehmet Lütfi Arslan, Altınoluk Dergisi, Sayı: 471
YORUMLAR