Gençler Neden Evlenmiyor?

Aşk ve sadakat hâlâ değerini koruyor mu, yoksa evlilik artık özgürlüğe karşı bir tehdit mi? Gençler neden yuva kurmak yerine yalnızlığı seçiyor?

Yalnızlık, çağın en yaygın ama en görünmeyen gerçeği. Kimisi bunu tercih ediyor, kimisi buna itiliyor; ama ortak zemin aynı: güvensizlik, kırılganlık ve bağ kuramama. Çünkü bağ kurmak sorumluluk, sorumluluk ise fedakârlık gerektiriyor. Ve fedakârlık artık pek az kişinin ajandasında yer buluyor.

GENÇLER NEDEN EVLENMİYOR?

Zamanla birlikte insan ilişkileri de dönüştü. Bağ kurmak yerine bağlantı kurmak yaygınlaştı; ilişkiler yüzeyselleşti, arkadaşlıklar geçici hale geldi. Evlilik ise pek çok genç için artık bir yuva değil, kişisel alanı tehdit eden bir yapı gibi algılanıyor.

Aile, sadakat, evlilik gibi kavramlar “bireysel özgürlükle” çelişen eski kalıplar gibi görülürken, onların yerini geçici heyecanlar, sonsuz seçenekler ve dijital tatminler alıyor. Günümüz ilişkileri duygulara değil, görüntülere dayanıyor. Sosyal medya sayesinde aşk, hissetmekten çok sergilemek, paylaşmaktan çok “beğeni” toplamak üzerine kurulu. Kusursuz düğün kareleri, lüks tatiller, gülümseyen çiftler… Her şey mükemmel görünse de, bu sahneler çoğu zaman yaşanması istenen bir senaryoya ait.

Birçok genç için evlilik korkusunun kaynağı çocuklukta saklı. Sürekli tartışan ebeveynler, ilgisiz roller, sevgisiz ev ortamları… Aile artık güvenli bir liman değil, çoğu zaman kaçınılması gereken bir alan.

“Çevremde örnek alabileceğim bir evlilik yok,” diyen gençlerin sesi, bu güvensizliğin yansıması. İyi örnekler azaldıkça, kötü örnekler genelleştiriliyor.

Bizim toplumumuzda evlilik sadece iki kişiyi değil, iki aileyi de birleştiriyor. Bu kültürel yapı bazen destek, bazen de sınır ihlali yaratıyor. Gelin-kaynana çatışmaları, kıskanç kardeşler ya da gösterişli törenler, evliliği duygusal bir bağdan çok sosyal bir “sınav”a çeviriyor.

Evlilik artık yalnızca duygusal değil, doğrudan ekonomik bir yük anlamına geliyor. Beyaz eşyadan düğün masraflarına, ev kiralarından takıya kadar uzanan harcamalarla, ortalama bir evlilik 1 milyon TL’ye yaklaşan bir maliyetle karşımıza çıkıyor. Gençlerin “Neden evlenmiyoruz?” sorusuna verdikleri en net yanıt da bu: Çünkü maddi gücümüz yetmiyor.

Ekonomi sadece cebimizi değil, hayata bakışımızı da şekillendiriyor. Bugün evlilik kararı çoğu zaman aşkla değil, maddi hesaplarla alınıyor. "Alman usulü" gibi espriler, artık sadece mizah değil; ilişkilerde adalet ve yük paylaşımı arayışının da yansıması.

Erkekler için evlilik çoğu zaman maddi sorumluluk ve özgürlük kaybı anlamına gelirken, kadınlar açısından hâlâ bir güvence, sosyal statü ve çocuk sahibi olma zemini olarak görülüyor. Bu dengesizlik, tarafların birbirine duyduğu güveni zedeliyor. Ortada bir birliktelikten çok, geçici bir anlaşma hissi oluşuyor.

Üstelik ekonomik krizler, artan işsizlik ve kariyer belirsizliği, evliliği iyice riskli bir karar haline getiriyor. Gençlerin şu sorusu oldukça gerçekçi: “Yıllarca borca girip birkaç yıl içinde boşanma ihtimaliyle mi yaşayacağım?” Bu tablo, evliliği romantik bir hayalden çok lüks bir tüketim ürününe dönüştürüyor — ulaşılamaz, pahalı ve kırılgan.

Kadın ve erkek rolleri hızla değişiyor. Kadınlar artık daha eğitimli, ekonomik olarak daha bağımsız ve sosyal hayatta daha görünür. Evlilik dışı annelik giderek daha çok kabul görüyor. Bu bireysel özgürlüğü artırırken, geleneksel aile yapısında çözülmelere de yol açıyor. Kadın artık sadece bir eş değil; kimi zaman tek başına ebeveyn, kimi zaman yalnız bir hane kurucusu.

Ancak bu dönüşüm çift yönlü ve eşzamanlı işlemiyor. Kadınlar paylaşımı ve eşitliği önemserken, erkeklerin bir kısmı hâlâ geleneksel kontrol mekanizmalarıyla ilişki kuruyor. Bu uyumsuzluk, ilişkilerde güvenli bir ortak zemin kurmayı zorlaştırıyor. Üstelik ekonomik baskılar da evliliği yük gibi gösteriyor. Birçok erkek, sağlayıcı rolünü taşıyamayacak kadar maddi belirsizlik içinde. Bu da evlilik kararlarını erteleyen ya da tamamen gündemden çıkaran bir kırılma yaratıyor.

Modern ilişkilerde artık herkes “iyi bir eş” arıyor ama çok azı “iyi bir eş olma” sorumluluğunu üstleniyor. Evlilik bir emek ilişkisi olmaktan çıkıp, mutluluk vaat eden bir “ürün” gibi algılanıyor. Oysa uzun ömürlü ilişkiler, yalnızca sevgiyle değil, sabır, özveri ve kriz anlarında birlikte kalabilme gücüyle mümkün olur.

Toplumda bireycilik yüceltilirken, bağ kurma becerileri geriliyor. Bugünün bireyi, kendi alanını en yüksek değer olarak görüyor. Evlilik gibi sürekli paylaşım gerektiren bir yapı ise, bu bireysel sınırları tehdit eden bir unsur gibi algılanıyor.

“Annemin evinde daha rahattım” diyen yeni evli çiftler, aslında bireysellik ile birliktelik arasında sıkışmış yeni insan profilinin sesi oluyor.

Zygmunt Bauman’ın da vurguladığı gibi, bireyselleşme özgürleştirici görünse de, çoğu zaman yalnızlaştırıcı bir sürece dönüşüyor. Bağların çözülmesi, insanı görünürde bağımsız, içeride ise güvensiz bırakıyor. Aynı çatı altında yaşayan ama ayrı dünyalarda duran çiftler bu yalnızlaşmanın modern temsilcileri.

Bugünün gençleri evlilikten kaçmıyor; daha çok anlamını yitirmiş, duygusal ve ekonomik olarak sürdürülemez hale gelmiş ilişkilerden uzak duruyor. Çünkü artık evlilik, sadece sevgiyle değil; sosyal onay, ekonomik istikrar ve duygusal olgunlukla da sınanıyor.

Ve tüm bu karmaşanın ortasında asıl ihtiyacımız hâlâ aynı: Anlaşılmak, sevilmek, korunmak ve bir yere ait olmak. Geleneksel değerlerin söylediği gibi, huzur ne fazlada ne gösterişte. İnsan, eksik olmaya razı olduğunda tamamlanabilir. Çünkü evlilik, iki kusursuz insanın birleşmesi değil; eksikleri birlikte taşıyabilen iki yorgun ruhun yolculuğudur.

Peki Ne Yapmalı?

Evlilik hâlâ anlamlı olabilir, ama bu anlamı yeniden tarif etmemiz gerekiyor. Sorun yalnızca gençlerin evlenmek istememesi değil; evliliği tanımamaları ya da tanıdıkları şekliyle ona güvenememeleri. Önce güveni geri getirmeliyiz — sevginin emekle büyüdüğüne, sözün sadakatle değer kazandığına, birlikte yaşamanın mümkün olduğuna dair inancı tazelemeliyiz.

Bu da ancak eğitimle, kültürel dönüşümle ve görünür örneklerle olur. Aileyi kutsallaştırmak değil, yaşanabilir kılmak gerek. Mükemmel eş fikrinden çok, birlikte öğrenen, birlikte büyüyen yol arkadaşlığı fikri yaygınlaşmalı. İnsanlar birbirini değiştirmeye değil, anlamaya odaklandığında bağlar güçlenir.

Gençlere yük değil, umut taşımalıyız. Hayat kurmanın, gösterişli bir düğünden çok daha önemli olduğunu anlatmalıyız. Sosyal medyada pazarlanan aşkların değil, gerçek hayatta yaşanmış ilişkilerin daha fazla görünür olduğu bir anlatı inşa etmeliyiz.

Erkeklik yalnızca güçle; kadınlık yalnızca sabırla tanımlanmamalı. Her iki cinsiyetin de ilişkide üstlenebileceği ortak sorumluluklar, yeni bir denge zemini yaratmalı. Evlilik, korkulacak değil; üzerinde emek verilerek inşa edilecek bir süreç olarak görülmeli. Bu süreci destekleyecek ekonomik, psikolojik ve sosyal modeller de ihmal edilmemeli.

En çok da şunu unutmamalıyız: Evlilik bir hayal değil, bir hayat biçimidir. Ve birlikte kahvaltı etmeyi bile beceremeyenler, bir ömrü paylaşamazlar. Bu yüzden önce küçük olandan başlamalıyız — bir sofrayı, bir günü, bir duyguyu paylaşabilmekten.

Evet, zaman değişti. Ama sevgi hâlâ mümkün. Ve eğer gerçekten neyi kaybettiğimizi anlarsak, yeniden inşa etmek için hâlâ bir şansımız var.

Çünkü aile, sadece bireylerin tercihiyle oluşan bir yapı değil; toplumu ayakta tutan temel bir sistemdir. Bu yüzden korunması da, güçlendirilmesi de yalnızca kültürel değil; aynı zamanda sosyal, ekonomik ve politik bir sorumluluktur.

Kaynak: Altınoluk Dergisi, Sayı: 472

İslam ve İhsan

BİR İNSAN NEDEN EVLENMELİDİR?

Bir İnsan Neden Evlenmelidir?

İSLAM’DA EVLİLİK ŞART MIDIR?

İslam’da Evlilik Şart mıdır?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.