
Mal ve Can Nerede Değer Bulur?
Ashâb-ı kirâm, can ve mallarını Hak yolunda feda etti. Biz ise bugün hangi değerin peşindeyiz?
Mal ve canın Hak yolunda kullanılmasının en güzel örneğini Ashâb-ı Güzîn Efendilerimiz sergilemişlerdir. Onlar, hakkın, hayrın ve ebedî kurtuluş dâvetinin, imkânlarının varabileceği son noktaya kadar ulaşabilmesi gayretiyle canlarını ve mallarını bu uğurda cömertçe seferber etmişlerdir.
ZENGİNLİK ENGEL Mİ VESİLE Mİ?
Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-’ın şu hâli de bunun sayısız misâllerinden biridir. Kendisine Hayber ganimetlerinden kıymetli bir arâzi düşen Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gelerek:
“–Yâ Rasûlâllah! Hayber’de bir yer edindim ki bugüne kadar onun gibi kıymetli bir yer elde edememiştim. Onu ne yapmamı emredersiniz?” dedi.
Fahr-i Kâinat Efendimiz de şöyle buyurdu:
“–İstersen onun aslını (Allah için) hapset ve onu(n gelirini) vakfet!”
Bunun üzerine Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, arâzisini şu şartlarla vakfetti: Onun aslı satılamaz, hibe edilemez ve ona vâris olunamaz. O, fakirler, yakın akrabâlar, köle âzâd etmek, Allah yolunda harcamak ve yolda kalmış kimseler içindir.” (Buhârî, Şurût, 19; Müslim, Vasiyet, 15)
Bugün bizler de, ashâb-ı kirâmdaki îman aşk ve vecdiyle kendi hâlimizi mukâyese edip bir vicdan muhâsebesine girmek mecbûriyetindeyiz. Ashâb-ı kirâm, dünya hayatını âhiret saâdetine sermâye kılmak için fakirlikten korkmaksızın bir infak seferberliğine girmişlerdi. Bizler de âhiretimizi tefekkür ederek, onların bu yüce fazîletinden nasîb alabilme heyecanı içinde olmalıyız.
Hadîs-i şerîfte buyrulur:
“Kimin endişesi âhiret olursa, Allah, zenginliği onun kalbine koyar, işlerini dağınıklıktan kurtarır ve dünya ona boyun eğerek gelir. Her kimin endişesi de dünya olursa Allah fakirliği onun gözü önüne koyar, kendisini derbeder eder ve dünyadan kendisine ancak takdîr edildiği kadar gelir.” (Tirmizî, Kıyâmet, 30/2465)
Dolayısıyla mü’mine yakışan, Allah rızâsı için mâlî ve bedenî fedakârlıkta bulunmak sûretiyle cömertliğin vicdan huzurunu, cimriliğin fânî ve nefsânî vesveselerine tercih etmektir.
Hazret-i Mevlânâ -rahmetullâhi aleyh-, cömertlik hasletini ve cimrilik iptilâsını ne güzel ifâde eder:
“Cömertlik, Cennet selvisinin dalıdır. Bu dalı elinden bırakana eyvahlar olsun. Ekin eken, önce ambarı boşaltır, ama sonra hâsılâtı pek çok olur. Fakat tohumu ambarda tutan ise, sonunda onu farelere yem yapar.”
Unutmamak gerekir ki mülk, hakîkatte Allâh’a âittir. Kul ancak muayyen bir zaman için onun tasarrufçusu veya veznedârı durumundadır. Aksi hâlde malının kendisini bâkī kılacağını zannederek, yeryüzünde yerli edâsı içinde ve gâfilâne yaşayarak ziyân edilen can ve mal, sahibine yüz karası olmak ve rûha zehir saçmaktan başka ne işe yarar?
Bu husustaki îkâz-ı ilâhî ne müthiştir:
“Allâh’ın, kereminden kendilerine verdiklerini (infâk etmekte) cimrilik gösterenler sanmasınlar ki o, kendileri için hayırlıdır; tersine bu onlar için pek fenâdır. Cimrilik ettikleri şey de kıyâmet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mîrâsı Allâh’ındır. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” (Âl-i İmrân, 180)
Kendilerine lûtfedilen nîmetleri ziyân edenler için Cenâb-ı Hak îkaz mâhiyetindeki diğer bir âyet-i kerîmede şöyle buyurur:
“(Rasûlüm!) Onların malları ve çocukları Sen’i imrendirmesin. Çünkü Allah, bunlarla ancak dünyada onların azaplarını çoğaltmayı ve kâfir oldukları hâlde canlarının güçlükle çıkmasını istiyor.” (et-Tevbe, 85)
Gönle mânevî âlemin nurlu parıltılarını düşürmeyen dünya sermâyeleri; ancak şeytanların paylaşacakları nasiplerdir. Yalnız cüzdan ve kasalar üzerinde ziyân edilen bir ömrün, kabir ve âhirette hazin bir fâciâ olacağını kavramak zor değildir.
Rivâyet edilir ki; kıyâmet gününde zengin bir kul getirilir. Allah Teâlâ:
“–Seni Bana kulluktan alıkoyan ne idi?” buyurur. O zengin:
“–Yâ Rabbi! Malımın çokluğu beni meşgûl etti.” der.
Cenâb-ı Hak, Süleyman -aleyhisselâm-’ı misâl getirerek:
“–Sen Süleyman kulumdan da mı zengin idin? Onu niye o kadar mülkü meşgul etmedi?” buyurur. (Bkz. Bursevî, Rûhu’l-Beyân, IV, 258; Beyhakî, Şuabu’l-Îmân, V, 202-203)
Cenâb-ı Hak, mal ve dünya sevgisine gönül kaptırmanın fecî âkıbetini âyet-i kerîmede şöyle ifâde buyurur:
“(O,) malının kendisini ebedî kılacağını zanneder. (Nereden gelip nereye gideceğini düşünmez. İşi-gücü saymak ve ona güvenmektir.) Hayır! Andolsun ki o, Hutame’ye atılacaktır. Hutame’nin ne olduğunu bilir misin? Allâh’ın, tutuşturulmuş, (yandıkça) tırmanıp kalplerin ta üstüne çıkan ateşidir.” (el-Hümeze, 3-7)
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, 12 Saadet Damlaları, Erkam Yayınları
YORUMLAR