Ebu'd Derda (r.a.) Kimdir?

İslâm, on dört asırdır nesilden nesile anlatılarak ve yaşanarak gelmektedir. İslâm'la şereflenen her mü'min, Allah'ın kitabını ve Resûlullah'ın (s.a.v.) hayatını öğrenmek ve ona göre yaşamakla vazifelidir.

Mü'min bir dâvetçidir. Bir mübelliğ (tebliğci), bir mürebbî (terbiyeci)dir. İslâm'ı, Kur'an'ı öğrenip öğretmekle yükümlüdür.

Mü'min âhireti hedef almış insandır. Dünyanın geçiciliğine inanır ve onun için malını-canını, makamını-mevkisini, Allah'ın dinine hizmette kullanır. Bir taraftan devamlı İslâmî bilgilerle donanmaya çalışır, diğer taraftan da İslâm'ı hayatına hâkim kılmak için uğraşır.

İslâm'ı, önce nefsinde ve ailesinde yaşama mücadelesi verir. Sözüyle, davranışlarıyla ve işiyle çevresine örnek olur. Kur'an ve sünnetin izi ve eserini üzerinde göstererek, İslâmî tebliğde bulunmuş olur.

Saâdet çağından günümüze İslâm bu ölçülerle bizlere ulaşmıştır. Ashâb-ı Kiram Efendilerimizden Ebu'd-Derda'nın (r.a.) hayatında bizlere bu manada güzel örnekler vardır.

MÜSLÜMANLARIN HAKİMİ

Fahr-i Kâinat Efendimiz onun hakkında: "Her ümmetin bir hâkimi vardır. Ümmetimin hâkimi de Ebu'd-Derda Uveymir'dir" buyurmuştur.

Ebu'd-Derda Uveymir bin Amir el-Hazreci (r.a.) ensâr-ı kiramdandır. İslâm'dan evvel tâcir idi. Câhiliyyede Abdullah İbni Revaha ile kardeşlik kurmuş. İslâm'ın geldiğini duyan İbni Revaha Müslüman olmuş, Ebu'd-Derda ise İslâm'ı kabulde biraz gecikmişti.

Abdullah İbni Revaha vasıtasıyla Müslüman olan Ebu'd-Derda kaçırdığı güzelliklere ve ömrünün geçen kısmına daima pişman olmuştur. Bu yüzden kendini tamamen ilme verip Kitabullah'a yönelmiş, tâcirliği bırakıp ilim meclislerine katılmıştır. Bu meclislerde aldığı tadı, zevki hiç bir şeyde bulamadığını söyleyen Ebu'd-Derda (r.a.) bundan sonra zühdî bir hayat sürmüştür. Sevgili Peygamberimiz onu Selmân-ı Fârisî (r.a) ile de kardeş yapmıştır.

İSLAM VALİSİNİN İKAZLARI

Halifeliği sırasında Hz. Ömer (r. a)'in ısrarı ile Şam'a vali olan Ebu'd-Derda (r.a.) halkın konfor ve refaha daldıklarını görünce halkı mescide toplar onlara şöyle bir hitâbede bulunur:

"Ey Şamlılar! Siz din kardeşlerisiniz, yurt komşularısınız. Beni sevmekten ve nasihatimi kabul etmekten alıkoyan nedir? Halbuki ben sizden hiçbir şey ummuyorum. Bu ne hâl böyle! Yiyemeyeceğiniz şeyleri topladığınızı, oturamayacaklarınızı bina ettiğinizi, erişemeyeceklerinizi düşündüğünüzü görüyorum. Sizden önceki kavimler topladılar ve ümitlendiler. Çok geçmedi onların toplulukları yok oldu. Ümitleri aldanmaya, evleri kabirlere dönüştü..."

O günden itibaren de Ebu'd-Derda (r.a.) Şam halkı arasında dolaşmaya, halkın sorularını cevaplamaya ve gafilleri ikaz etmeye başladı.

Bir defasında yine böyle dolaşırken bir grup insanın bir adamın başına toplandığını, ona hem vurup, hem de hakaret ettiklerini gördü. Yanlarına gelip "ne oluyor?" diye sordu. Adamlar: "Bu büyük bir günaha düşmüştür" dediler. Ebu'd-Derda (r.a.): "Ne dersiniz? Arkadaşınız şayet bir kuyuya düşmüş olsaydı oradan çıkarmaz mıydınız?" diye onlara çok hâkimâne bir soru yöneltti. Onlar da: "Evet çıkarırdık" dediler. Ebu'd-Derda (r.a) sözlerine şöyle devam etti: "O halde ona kötü söz söylemeyin, onu dövmeyin. Ona ancak öğüt verip öğretin. Sizi, onun günahına düşmekten koruyan Allah'a hamd edin"

Adamlar tekrar: "Sen ona kızmıyor musun?" deyince, "Ben sadece onun yaptığı işe kızıyorum. Eğer onu terk ederse, o benim kardeşimdir." diyen Ebu'd-Derda'nın (r.a) şefkati ve sevgisi adamların tevbe etmelerine vesile olmuştur.

MÜSLÜMANIN OTURMASI GEREKEN YER

Yine bir gezisinde yol kenarına oturmuş sohbet eden gençleri görmüştü de onlara: "Çocuklarım! Müslüman kişinin oturacağı yer evidir. Orada kendini ve gözünü kötülüklerden korur. Çarşı ve pazarlarda oturmaktan sakının. Çünkü oralar insanı boş şeylerle meşgul edip oyalar" diye nasihatta bulundu.

Ashâb-ı Kiram'ın fakîh ve hukemasından olan Ebu'd-Derda (r.a.) Hazret-i Osman (r.a.) zamanında H.32 yılında Şam valisi iken vefat etti.

Kaynak: Mustafa Eriş, Altınoluk Dergisi, 1991 - Aralık, Sayı: 070, Sayfa: 022

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.