Yâ Sîn’in Anlamı

Abdullah Sert Hocaefendi, Endülüslü Kādî İyâz’ın Şifâ-i Şerif eserinden Yâ Sîn’in anlamını okuyor.

YÂ SÎN’İN ANLAMI

Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de: . َ

"Yâ Sîn. And olsun hikmetli Kur’an’a. Hiç kuşku yok ki sen peygamberlerdensin. Dosdoğru bir yol üzerindesin” buyurmuştur. (Yâsîn 36/1-4)

Müfessirler “Yâ Sîn”in anlamı hakkında çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir:

Endülüslü kırâat âlimi Ebû Muhammed Mekkî bin Ebî Tâlib’in nakline göre, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellemin “Rabbimin yanında benim on ismim vardır.” buyurduğu haber verilmekte ve bu isimlerinden “Tâ Hâ” ile “Yâ Sîn”i zikrettiği söylenmektedir.

Müfessir sûfî Ebû Abdurrahman es-Sülemî, Hz. Hüseyin’in torunlarından Ca’fer-i Sâdık’ın şöyle dediğini nakletmiştir: Allah Teâlâ “Yâ Sîn” derken, elçisine “Yâ seyyid!” diye hitap etmiş olmaktadır.Abdullah ibni Abbâs radıyallahu anhümâdan rivâyet edildiğine göre Allah Teâlâ “Yâ Sîn” derken Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme “Ey insan!” diye hitap etmektedir.

O sözüne devamla şöyle demiştir: “Yâ Sîn, Allah Teâlâ’nın isimlerinden olup yemin anlamındadır.” Arap dili ve edebiyâtı âlimi Ebû İshâk ez-Zeccâc da şöyle dedi: “Yâ Sîn’in anlamının Ey Muhammed veya Ey adam! (Yâ racül!) yahut Ey insan! olduğu söylenmektedir.”

Hz. Ali’nin oğlu Muhammed ibnü’l-Hanefiyye’den rivâyet edildiğine göre Yâ Sîn, Yâ Muhammed demektir. (Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve (Kal’acî), I, 158.)

Tâbiîn âlimlerinden Ka‘bü’l-Ahbâr şöyle dedi: “Yâ Sîn, Allah Teâlâ’nın yeri, göğü yaratmadan iki bin yıl önce ‘Sana yemin ederim ki ey Muhammed! Sen elbette peygamberlerdensin’ diye yaptığı bir yemindir. Resûl-i Ekrem Peygamber olduktan sonra Cenâb-ı Hak, vaktiyle yaptığı yemine uygun olarak:

“And olsun hikmetli Kur’an’a: Hiç şüphe yok ki sen peygamberlerdensin.” (Yâsîn 36/2-3.) buyurmuştur.

Eğer “Yâ Sîn”, Resûl-i Ekrem’in isimlerinden biriyse ve bu söz bir yeminse, o takdirde daha önce hiç kimsenin hayatına yemin etmeyen Allah Teâlâ, Peygamber aleyhisselâmı benzeri görülmedik bir şekilde yüceltmiş demektir. Bir yeminin ardından bir başka yeminin gelmesi konuyu iyice te’kid eder.

Eğer Yâ Sîn bir isim değil de bir nidâ ise o nidânın ardından gelen yemin ile Resûl-i Ekrem’in peygamberliği doğrulanmış, onun insanları doğru yola ilettiğine şâhitlik edilmiş olur.

Birinci görüşe göre Allah Teâlâ (“Yâ Sîn” diye) onun ismine, (“ve’lKur’âni’l-hakîm” diye) getirdiği kitâba yemin ederek, sevgili Peygamberinin, gönderdiği vahyi kullarına ileten elçilerden biri olduğunu, “sırât-ı müstakîm” üzere bulunduğunu yani onun gittiği yolda herhangi bir eğrilik bulunmadığını ve Hak’tan hiç ayrılmadığını belirtmektedir.

Tefsir ve hadis âlimi Ebûbekir en-Nakkãş şöyle dedi: “Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de, Resûl-i Ekrem’den başka hiçbir nebisinin peygamberliğine yemin etmemiştir.

 Yâ Sîn’in “yâ seyyid!” diye açıklanması dikkate alındığında, Cenâb-ı Hakk’ın Peygamber Efendimiz’in değerini son derece yücelttiği açıkça görülmektedir. Bununla ilgili olarak Allah’ın Elçisi “Âdemoğlunun efendisi benim. Fakat bunu övünmek için söylemiyorum.” buyurmuştur. (İbni Mâce, Zühd 37, nr. 4307.)

Hadîs-i şerîf bazı kaynaklarda şu şekillerde geçmektedir:

“Kıyâmet gününde Âdemoğlunun efendisi benim. Ama bununla övünmüyorum;” (Tirmizî, Tefsîr 17/18, nr. 3148; Ahmed ibni Hanbel, Müsned, III, 2)

“Kıyâmet gününde Âdemoğlunun efendisi benim.” (Müslim, Fezâil 3, nr. 2278)

“Âdemoğlunun efendisi benim;” (Ebû Dâvûd, Sünnet 13, nr. 4673; Ahmed ibni Hanbel, Müsned, II, 540.)

“Kıyâmet gününde insanların efendisi benim.” (Buhârî, Tefsîr 17/5)

“Efendi”, “herkesten çok iyilik yapan, sıkıntılı zamanlar[1]da kendisine sığınılan kimse” demektir. Resûl-i Ekrem hem dünyada hem de âhirette Müslümanların efendisidir. Âhirette ümmetinin zor durumda kaldığı muhtelif yerlerde yapacağı şefâatlerle onların efendisi olduğunu gösterecektir. Allah’ın Sevgili Elçisi: “Bunu övünmek için söylemiyorum” ifâdesiyle, bu en büyük ikrâmı böbürlenmek için değil, Allah’ın kendisine lütfettiği üstünlüğü dile getirmek için (tahdîs-i nîmet için) söylediğini belirtmektedir.

Kaynak: Kadı İyaz, Şifa-i Şerif

İslam ve İhsan

ŞİFA-İ ŞERİF DERSLERİ

Şifa-i Şerif Dersleri

YASİN SURESİNİN TEFSİRİ

Yasin Suresinin Tefsiri

YASİN SURESİNİN FAZİLETİ

Yasin Suresinin Fazileti

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.