Nûr Suresi 30-31. Ayetler Ne Anlatıyor?

Nûr suresi 30-31. ayetlerde ne anlatılmak isteniyor? İşte Nûr suresinin 30 ve 31. ayetlerinden kalplere hitap eden uyarılar...

Nûr sûresi 30-31. ayetlerde Rabbimiz şöyle buyuruyor:

Nûr Suresi 30-31. Ayetler Arapça:

قُلْ لِلْمُؤْمِن۪ينَ يَغُضُّوا مِنْ اَبْصَارِهِمْ وَيَحْفَظُوا فُرُوجَهُمْۜ ذٰلِكَ اَزْكٰى لَهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ خَب۪يرٌ بِمَا يَصْنَعُونَ وَقُلْ لِلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ اَبْصَارِهِنَّ

Nûr Suresi 30-31. Ayetlerin Meali:

Mümin erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Bu onlar için daha nezihtir. Şüphe yok ki, Allah onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır. Mümin kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. (Nûr, 24/30-31)

EY MÜMİNLER! GÖZLERİNİZİ VE IRZLARINIZI HARAMDAN KORUYUN!

Bilgi:

Burada Müslüman erkeklere ve kadınlara iffetli olmaları emredilirken öncelikle gözlerini harama ve günah olan şeylere bakmaktan muhafaza etmeleri söylenir. Çünkü bakışlar, daha büyük bir günah olan zinaya götürebilir. Bundan sonra erkek ve kadınların ırzlarını korumaları ve böylece temiz kalmaları öğütlenir. Bu ayetin devamında da hanımların bedenlerini teşhir etmemeleri, başörtülerini yakalarının üzerinden bağlayarak tesettüre riayet etmeleri emredilir.

Mesaj:

  1. Mümine yakışan iffetli olmaktır. İffetli mümin gözünü haramdan sakınır.
  2. Kadın ve erkekler, bedenlerinin avret sayılan yerlerini yabancılara göstermekten sakınırlar.

Kelime Dağarcığı:

Basar [çoğul: ebsâr]: Bakış, görme, görüş.

Mü’minât: Mümin kadınlar.

Habîr: Allah’ın isimlerinden biri olup O’nun her şeyden haberdar olduğu anlamına gelir.

Kaynak: Diyanet, Kur'an-ı Kerim'den Serlevha Ayetler

TEFSİR

Nûr Suresi 30-31. Ayetlerin Tefsiri:

  1. Mü’min erkeklere söyle: Gözlerini harama bakmaktan sakınsınlar; iffet ve namuslarını korusunlar. Bu, onlar için daha temiz ve daha nezih bir davranıştır. Şüphesiz Allah, onların bütün yaptıklarını en iyi bilmektedir.

Kişiyi harama sevk eden yolların başında gözler gelir. Görmek kalbe açılan en büyük kapıdır. Oraya ulaşan duyu kanallarının en mükemmelidir. Bu sebeple haramlardan ve fitneye düşmekten korkulan hususlardan gözlerin sakındırılması büyük önem arz etmektedir. Bu âyette de önce mü’min erkeklere hitap edilerek gözlerin her durumda tamamen kapatılması değil; haramlara bakmaktan, gerek dışarıda gerek içerde, gerek başkalarının evlerine girerken çıkarken, otururken kalkarken gözleri dikmekten, ayıp bir şey görmekten korunması istenmektedir.

Şiblî (r.h.)’e: “Gözlerini korusunlar” âyetinin ne mânaya geldiği sorulmuş, o da:

“Baş gözlerini haram olan şeylerden, kalp gözlerini de Allah’ın dışındaki şeylerden çeksinler” demiştir.

Resûlullah (s.a.s.): “Yollarda oturmaktan sakınınız” buyurunca, ashâb-ı kirâm (r.a.):

“- Ey Allah’ın Rasûlü! Bizim için orada oturmak kaçınılmaz bir şeydir. Biz ora­larda sohbet ederiz” dediler. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.s.):

“- Madem oturmaktan başka şeyi kabul etmiyorsunuz, o takdirde yolun hakkını verin” buyurdu.

“- Yolun hakkı nedir, ey Allah’ın Rasûlü!” dediklerinde de şöyle buyurdu:

“- Gözün haramdan sakınılması, ra­hatsızlık verici şeylerin önlenmesi, selâmın alınması, iyiliğin emredilip kö­tülüğün sakındırılması.” (Buhârî, Mezâlim 22; Müslim, Libâs 114)

Resûlullah (s.a.s.)’in Hz. Ali’ye yaptığı: “Bir baktığında arkadan bir daha bakma. Birinci bakış hoş görülebilir fakat ikinciye hakkın yoktur” (Ebû Dâvûd, Nikah 43) şeklindeki hatırlatma, bu hususta mühim bir ölçüyü beyân etmektedir. Çünkü insan belki ilk nazarına hâkim olamayabilir, fakat ikincisine hâkim olma imkânı vardır.

Peygamberimiz (s.a.s.) bir başka vesileyle şöyle buyurur:

“Kim bana iki çenesinin ve iki bacağının arasını garanti ederse, ben de ona cenneti garanti ederim.” (Buhârî, Rikāk 23)

Âyette “iffet ve namus” olarak tercüme edilen اَلْفَرَجُ (ferc) kelimesi, hakiki olarak üreme organları, mecazi olarak da iffet ve namus mânasına gelir. Kur’an’da “fercin korunması” istendiğinde bundan maksat onun zinadan korunmasıdır. Ancak bu âyet-i kerimede, hakiki mânasıyla birlikte onu gözlerden korumak ve bunun için örtmek mânası da kastedilmiştir. Zaten onu gözden koruma emri, evleviyetle onu zinadan da koruma mânasını ifade etmektedir. Tıpkı ana babaya “Öf!” deme emrinin, evleviyetle onlara bağırmayı, çağırmayı ve vurmayı yasaklaması gibi.

Erkeğin başkalarının gözlerinden sakınması gereken yerleri sadece üreme organı değil, tüm avret yerleridir. Bunun asgari sınırı, Hanefi mezhebine göre göbekle diz kapaklarına kadar olan kısımdır. Diz kapakları da bu sınıra dâhildir. Yalnız bu sınırlar, erkekler arasında riâyet edilmesi gereken sınırlardır. Erkeğin yabancı kadınlara karşı örtüp sakınması gereken yerler daha farklıdır. Burada yasak sınırı, normal şartlarda karşı tarafı tahrik edebilecek, ona karşı cinsî câzibeyi artıracak takılar, kokular, vücut teşhiri gibi nesneler ve davranışları da içine almaktadır.

Hâsılı âyetin gösterdiği istikâmette mü’min erkekler, mümkün olduğu nispette iffetli olmaya gayret göstereceklerdir. Resûlullah (s.a.s.)’in şu hadis-i şerifi bize bu konuda gösterilmesi lazım gelen hassâsiyeti çok güzel bir şekilde izah etmektedir.

Sahâbe-i kirâmdan biri:

“- Ey Allah’ın Rasûlü! Biz mahrem yerlerimizden neyi gizleyelim, ne­yi gösterelim?” diye sordu. Peygamberimiz (s.a.s.):

“- Sen mahrem yerini hanımın ya da ca­riyen dışında herkesten korumalısın” buyurdu. Adam:

“- Peki kişi kendisi gibi bir erkek ile birlikte bulunursa?” diye sorunca, Efendimiz (s.a.s.):

“- Eğer onun görmemesi­ni sağlayabiliyorsan, bunu sağla” buyurdu. Bu sefer:

“- Peki kişi ya tek başına kalırsa?” diye sorunca da:

“- Allah kendisinden haya edilmeye insanlardan da­ha layıktır” buyurdu. (Buhârî, İsti’zân 2)

Hz. Âişe’nin, Resûlullah (s.a.s.)’le kendisinin durumunu söz konusu ede­rek: “Ne ben onunkini gördüm, ne de o benimkini” (İbn Mâce, Nikah 28) buyurması, bu husustaki edep inceliklerini ortaya koyar.

İfetlerini koruma ve örtünme konusunda mü’min kadınların yapması gerekenlere gelince:

  1. Mü’min kadınlara da söyle: Gözlerini harama bakmaktan sakınsınlar; iffet ve namuslarını korusunlar. Mecbûren görünen kısımları müstesnâ, güzelliklerini ve süslerini teşhir etmesinler. Başörtülerini, yakalarının üzerine kadar örtsünler. Güzelliklerini ve süslerini; kocalarından, babalarından, kayınpederlerinden, kendi oğullarından, üvey oğullarından, erkek kardeşlerinden, erkek kardeşlerinin oğullarından, kız kardeşlerinin oğullarından, müslüman kadınlardan, kendi câriyelerinden, erkeklikten kesilip kadınlara ihtiyaç duymayan hizmetçilerden veya henüz kadınların mahrem yerlerini anlamayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Bir de gizledikleri güzelliklere, süslere dikkat çekecek ve erkeklerde arzu uyandıracak şekilde ayaklarını yere vurarak yürümesinler. Ey mü’minler! Hepiniz tevbe ederek Allah’a yönelin ki kurtuluşa eresiniz.

Bu âyet-i kerîmede mü’min kadınlardan şu hususlar talep edilmektedir:

Biirncisi; gözlerini bakılması haram olan şeylerden çevirecekler. Ümmü Seleme (r.a.)’nın naklettiği şu hadise ne kadar dikkat çekicidir. Şöyle anlatıyor:

“Ben Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in yanında bulunuyordum. Meymûne de oradaydı. Derken âmâ sahâbî Abdullah b. Ümmi Mektûm çıkageldi. Bu olay örtünme âyeti geldikten sonra idi. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.s.):

«- Örtülerinizi üzerinize alın» buyurdu. Biz de:

«Ey Allah’ın Rasûlü! O âmâ değil mi? Bizi görmez, tanımaz» dedik. O zaman Allah Resûlü (s.a.s.):

«- Siz de mi âmâsınız, siz de mi onu görmüyorsunuz?» buyurdu.” (Ebû Dâvûd, Libâs 34; Tirmizî, Edeb 29)

İkincisi; ırzlarını ve iffetlerini muhafaza edecekler.

Üçüncüsü; görünmesinde sakınca olmayan, mecbûren görünen yerleri dışındaki zînetlerini, zînet taktıkları yerlerini, câzibe ve güzelliklerini açığa vurmayacaklar:

Âyette bahsedilen اَلزّ۪ينَةُ (zînet), ister doğuştan olsun ister sonradan olsun insanı başkalarının gözünde süsleyen ve güzelleştiren şeylerdir. Buna göre daha çok kadınların taktıkları altın, gümüş, inci gibi süs eşyasına zînet denmekle beraber, özellikle kadının câzip yerlerine de zînet denebilir. Âyet-i kerîmede zînet ile, takılan süs eşyasından çok, bu eşyanın takıldığı zînet yerleri kastedilir. Çünkü takılan zînetin gösterilmesi haram olmakla zînetin takıldığı yerin gösterilmesi de haram olur. (bk. Kurtubî, el-Câmi‘, XII, 153; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’ân, III, 283)

İstisnâ edilen “mecbûren açılan” veya “görünmesinde sakınca olmayan” kısmını ashâb-ı kirâmdan Hz. Ali, İbn Abbas, İbn Ömer, Enes, tabiîlerden Saîd b. Cübeyr, Atâ, Mücâhid, Dahhâk, müctehid imamlardan Ebû Hanîfe, Mâlik ve Evzâî’nin de dâhil olduğu İslâm âlimlerinin çoğunluğu “yüz ve bileklere kadar eller” olarak anlamışlardır. (bk. Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XIII, 92-93) Diğer bir kısım sahabî, tabiîn, İmam Şâfi ve İmam Ahmed b. Hanbel’e göre kadının yüz ve ellerinin açılması da haramdır. Dolayısıyla açılmasına müsaade edilen dış zînet, âyet-i kerîmede kullanılan ظَهَرَ (zahara) fiilinin özelliği gereği kendiliğinden açılan zînettir ki, bunun “eller ve yüz” olması mümkün değildir. Çünkü bunları kapatma imkânı vardır ve kendiliğinden açılması söz konusu değildir. Bu, kadının iradesi dışında rüzgar vs. ile açılan zîneti olmalıdır. Sözkonusu âyetle zînetin ikinci zikredilişinde bu istisnânın olmaması da bunu gösterir. Yahut da bu, zâten kapatma imkânı olmayan dış elbiseden ibarettir. (bk. Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XIII, 92-93; Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’ân, V, 172; Zemahşerî, el-Keşşâf, III, 186)

İbnü’l-Cevzî, Ebû Hayyan, Ebussuud, Mevdûdî, Muhammed Hamîdullah gibi âlimler, özellikle “cilbâb” ayetinden de (bk. Ahzâb 33/59) hareketle kadının yüzünün örtülmesinin farz olduğunu söylerler. (bk. Ebu Hayyan, el-Bahru’l-muhît, VII, 250; Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’ân, IV, 457; Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, II, 1330-1337)

Ayetteki “mecbûren görünen” mücmel ifadeyi az da olsa farklı tefsir eden âlimler, kadınların istisnâ dışında kalan zînetlerini, zînet yerleri olan saç, baş, boyun, kulak, gerdan, göğüs, kol ve bacakların örtülmesi olarak anlamışlar ve bunlardan herhangi birini açmalarının caiz olmadığı hükmünde ittifak etmişlerdir. (bk. Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XVIII, 93-94; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XXIII, 201-210; Kurtubî, el-Câmi‘, XII, 152-153; Cassas, Ahkâmu’l-Kur’ân, V, 172-175)

Kadınların örtünmesiyle ilgili diğer âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

“Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin hanımlarına söyle evlerinden dışarı çıktıkları zaman dış örtülerini üzerlerine alsınlar. Bu, onların iffetli kadınlar olarak tanınmaları ve kötü insanlar tarafından sözlü veya fiilî tacize uğrayıp incitilmemeleri açısından en uygun yoldur. Allah, çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.” (Ahzâb 33/59)

Bu âyet-i kerîmede müslüman kadınların evlerinden çıkarken üstlerine vücut hatlarını belli etmeyecek bir dış elbise almaları, ev kıyafetleri ile sokağa çıkmamaları emredilmektedir. Bütün müfessirler, tabirleri değişik olsa da, mefhumda birleşerek âyetteki “cilbâb”dan maksadın, kadının elbiseleri üzerine giyilen ve bütün vücûdu örten bir örtü, elbise olduğunda ittifak etmişlerdir. Bu sebeple zamanımızda kadınların ev kıyafetleri üzerine pardesü, manto vb. bir dışarı elbisesi giymeleri gerekmektedir. Ayet, setr-i avreti değil, onun üzerine fazlasını emretmektedir. (bk. Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XXII, 33; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XXV, 230; Ebu Hayyan, el-Bahru’l-muhît, VII, 250)

Dördüncüsü; başörtülerini boyun, gerdanlık vs. kapatacak şekilde yakaları üzerine salıverecekler:

Âyette geçen اَلْخُمُرُ (humur), sözlük anlamında “örtmek ve kaplamak” mânaları bulunan اَلْخَمْرُ (hamr) kökünden gelen “kadının başını örttüğü şey, başörtüsü” mânasına gelen اَلْخِمَارُ (hımâr) kelimesinin çoğulu ve “başörtüleri” anlamında bir kelimedir. (Cevheri, es-Sıhâh, II, 649; İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, IV, 256) Dolayısıyla tefsirlerde de kaydedildiği üzere “humur” hem İslâm’dan önce hem İslâm’dan sonra Arap kadınlarının kullandıkları geleneksel başörtüsüdür. Müfessirlere göre bu başörtüsü İslâm öncesi dönemde az çok süs giysisi olarak kullanılır ve uçlar, örtünen kadının sırtına doğru salınırdı. O günün yaygın modasına göre kadınların giydiği gömleğin ya da bluzun önünde genişçe bir açıklık bulunur ve böylece göğüsler örtülmezdi. (bk. Kurtubî, el-Câmi‘, XII, 153; Elmalılı, Hak Dini, V, 3506)

Demek ki son zamanlarda modernlik sayılan gerdanları açmak böyle eski bir câhiliyye adeti idi. İslâm böyle açıklığı yasaklayıp başörtüsünün yakalar üzerine vurulmasını emrederek tesettürü farz kılmıştır. Buna göre kadınların başörtülerini yakalarının üzerine vurmaları, başlarını, saçlarını, kulaklarını, boyunlarını, gerdanlarını, göğüslerini açık tutmayıp bu suretle sımsıkı örtmeleri ve bunu sağlayacak başörtüsü kullanmaları gerekmektedir. Hz. Aişe’nin bildirdiğine göre bu âyet-i kerîme nâzil olunca muhâcir ve ensâr kadınları hemen eteklerinden birer parça keserek başlarını örtmüşlerdir. (bk. Buhârî, Tefsir 24/13; Ebû Dâvûd, Libâs 31-33)

Beşincisi; âyet-i kerîmenin devamında da kadınların zînet yerlerinin, güzellik ve süslerinin görünmesi bakımından sakınca olmayan kimseler on iki madde olarak şöyle sayılmaktadır:

›  Kadınların kocaları.

›  Kadınların babaları.

›  Kadınların kayınpederleri. Gerek kadın gerek koca tarafından babaların babaları ve dedeleri, annelerin babaları ve dedeleri gibi yukarı doğru bütün babaları da içine alır.

›  Öz oğulları ve üvey oğulları. Buna, mesela oğulların oğulları, kızlarının oğulları gibi, kadın ve koca tarafından aşağı doğru olan bütün çocuklar ve torunlar dâhildir.

›  İster baba bir, ister ana bir, ister ana-baba bir olsun, kadının kardeşleri.

›  Erkek kardeşlerinin oğulları.

Kız kardeşlerinin oğulları.

Bütün bunların hepsi, kadına mahremdir, onunla nikahlanamaz. Amca ve dayının durumu da böyledir. Sayılan bu kimseler, o kadınlarla haşır-neşir, içli-dışlı olmak mecburiyetinde olanlardır. Bir de bunlar tarafından bir fitne çıkması ihtimali azdır.

›  Kendi kadınları.  Bununla, tercih edilen görüşe göre kendi dinlerinde olan diğer müslüman kadınlar kastedilmiştir.

›  Elleri altında bulunan memlûkeler. Bu ifadeden maksat yine tercih edilen görüşe göre sadece câriyelerdir. Çünkü erkek kölelerin durumu farklıdır.

›  Erkeklikten yana ihtiyacı olmayan hizmetçiler. Bununla ya şehvet yoksulluğundan, yahut kadın bilmeme sebebinden, yahut da fakirlik ve miskinlikten ötürü, cinsi münasebet dışında da kadınlardan istifade etme güç ve kudretleri bulunmayanlar kastedilmiştir.

›  Henüz kadınların gizli yerlerine muttali olamayan çocuklar. Yani kadınların avret mahallerini tasavvur edemeyen ve küçük olduğu için bunun ne demek olduğunu bilemeyen çocuklar veya kadınlarla birleşme gücüne ve yaşına erişmemiş çocuklar demektir.

Âyetin devam eden kısmında:

“Bir de gizledikleri güzelliklere, süslere dikkat çekecek ve erkeklerde arzu uyandıracak şekilde ayaklarını yere vurarak yürümesinler” (Nûr 24/31) buyrulur. O zamanda kadınlar, insanların yanından geçerken, halhallarının sesini duysunlar diye ayaklarını hızlı hızlı vurarak yürürlerdi. Kadınlara düşkün olan erkeklerin, halhâlların sesini duymaları halinde, o kadınlara bakmaları ve seyretmeleri bakımından bunun ilave bir sebep olacağı malumdur. Dolayısıyla burada yasağın sebebi açıklanmış ve bunun, o kadınların “takı ve sâire gibi zinetlerinin, güzellik ve süslerinin bilinmesi” olduğuna dikkat çekilmiştir.

Bu ifade de birkaç incelik vardır:

›    Cenâb-ı Hak, zînetin bulunduğunu fark ettiren sese kulak vermeyi yasakladığına göre, bu durumm, zineti açıkça göstermeyi yasaklamaya haydi haydi delâlet eder.

›    Yabancı erkekler sesini duymaması için kadının yüksek sesle konuşması da yasaklanmıştır. Çünkü onun sesi, halhalinin sesinden daha önemlidir ve fitne uyandırma ihtimali daha yüksektir. Bu yüzdendir ki âlimlerimiz, kadınların ezan okumasını mekruh saymışlardır. Çünkü ezanın yüksek sesle okunması gerekir. Kadının ise, sesini yükseltmesi yasaktır.

›    Âyet, fitneye sebep olacaksa, kadının yüzüne şehvetle bakmanın yasak olduğuna delâlet eder. (Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XXII, 182-183)

Son olarak Cenâb-ı Hak bu güne kadar ister örtünme, zinet, iffet ve namus meselelerinde yaptığımız ihmallerden, işlediğimiz günahlardan, isterse dinin diğer emirleri bakımından yaptığımız hatalardan tevbe ederek kurtuluşa davet etmektedir. Âlimlerimiz şöyle derler: “Günah işleyip tevbe eden kimsenin, o günahı her hatırlayışında yine tevbe ve istiğfara devam etmesi gerekir. Çünkü kişi, ölüp Rabbinin huzuruna varıncaya kadar bu pişmanlığını sürdürmelidir.”

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri, kuranvemeali.com

İslam ve İhsan

İFFETLİ OLMANIN FAZİLETLERİ

İffetli Olmanın Faziletleri

İFFET VE HAYA İLE İLGİLİ ÖRNEKLER

İffet ve Haya ile İlgili Örnekler

HAYA VE İFFET İLE İLGİLİ HADİSLER

Haya ve İffet ile İlgili Hadisler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.