
Kurban Kesmenin Tarihçesi, Anlamı ve Fıkhî Hükümleri Nelerdir?
Kurban kesmenin tarihçesi nedir, manası neyi ifade eder ve kurbanda fıkhî açıdan nelere dikkat edilmelidir? İlk insan Hz. Adem’den (a.s.) günümüze uzanan bu ibadet, Allah’a kulluk bilinci ve fedakârlığı nasıl güçlendirir?
İnsan, Allâh’a kulluk etmek üzere yaratıldı ve dünyaya indirildi. İnsanlık aile hâlinde çoğalacaktı: Ona eş verildi. Çocuk verildi. Dünya nimetleri de o imtihan dershânesinin bir dekoru olarak, insana âmâde kılındı.
İnsan bu dünyada; kadın, çocuk, tarla, saban, ev bark, at, deve, inek, altın, gümüş, eşya derken, asıl vazifesinden koptu. Dünya hayatı, eşler ve çocuklar, mal ve mülk, insan için birer imtihan oldu.
TARİHÇESİ, MÂNÂSI VE FIKHIYLA; KURBAN
Cenâb-ı Hak; tâ Hazret-i Âdem –aleyhisselâm- devrinden beri, kurban istedi. Kullarının, en sevdikleri dünya nimetlerini kendisine adayıp adamayacaklarını, fedâ edip etmeyeceklerini imtihan etmeyi murad buyurdu.
Cenâb-ı Hak, her şeyi bilir. Öyleyse bu imtihan nedir? Anlaşılır bir misal verelim:
Bir öğretmen, bir sene boyunca meşgul olduğu talebelerinin seviyelerini bilmez mi? Bilir. Niye imtihan yapar? Hem de birkaç yazılı ve sözlü imtihan yapar. Sebebi şudur:
“–Ben biliyorum senin seviyeni, ama sen de kendi durumunu bil. Mazeret ileri süremeyeceğin şekilde, neyi öğrenip neyi öğrenmediğini, neyi ifade edip neyi edemediğini gözlerinle gör...”
Cenâb-ı Allah imtihan ediyor. Melekleri şâhit tutuyor, bir de amel defterine yazdırıyor. Bir de uzuvlarımızı; bulunduğumuz mekânları, şâhitlik edecek şekilde konuşturuyor. Hepsi nefsimize karşı hüccet olarak...
Cenâb-ı Hak, peygamberlerini de böyle imtihanlardan geçirir. Orada da, seçkin, sâlih, sıddîk kullarını, diğer kullarına göstermek, onların mazhariyetlerini, fedâkârlıklarını ümmetlerine, insanlığa sergilemek murâdı vardır. Allâhu a‘lem...
Kurbanın Tarihçesi
Rivâyetlere göre; Âdem -aleyhisselâm-’ın iki oğlundan Kābil ziraatle, Hâbil hayvancılıkla meşgul idi. Bir münasebetle Cenâb-ı Hakk’a kendi meşgul oldukları sahadan takdimeler sundular.
- Hâbil; en semiz, en kıymetli hayvanını Cenâb-ı Allâh’a kurban olarak takdim etti.
- Kābil ise mahsûlün en değersizini, en kötüsünü kurban olarak takdim etti.
İlk şerîatlerde, kurban olarak takdim edilen şeyler yüksekçe bir tepeye konulurdu. Gökten bir ateş gelip onu yakarsa kabul olduğu anlaşılıyordu.1
Rasûlullah Efendimiz’in âlemlere rahmet olmasının bir vesilesi olarak belki de; günahlarımız yüzümüze vurulmuyor, amellerimizin reddedilişi suratımıza çarpılmıyor. Setrediliyor. Kurbanlarımızın etlerinden yiyebiliyor, istifade edebiliyoruz.
Kurban hâdisesi bir de Hazret-i İbrahim’de –aleyhisselâm- bize tecellî ettirildi ve seyrettirildi. Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm- önce kendini kurban etti. Koca bir kavmin putlarını bir başına kırıp geçirdi. Bu bir fedâîlik idi. Tevhîdin fedâîsi oldu. Ateşe atılmakla cezalandırılacaktı. Son âna kadar tam teslîmiyet ile devam etti. Cenâb-ı Hak, ateşi gül bahçesi eyledi.2
Eline geçen sürüleri, mal ve mülkü de kolayca Allah yolunda fedâ etti. Sırada imtihanın en zorlusu vardı. İbrahim -aleyhisselâm-’ın 80-90 yaşına kadar evlâdı olmamıştı. Sonra Mısır’dan gelen Hacer Vâlidemiz’den bir evlâdı oldu:
Hazret-i İsmail -aleyhisselâm-... Bir ömür evlât hasretinden sonra; o büyük peygamber, yüreğindeki çocuk sevgisiyle de imtihan edildi. Rüyasında, o evlâdını kurban ettiğini gördü.
Kurban Fıkhı
Gelelim bu hâdisenin günümüzdeki kurbana yansımalarına:
Cenâb-ı Hakk’ın sonsuz rahmeti, bizleri artık evlâtlarımızla imtihan etmiyor. Bunun yerine belli başlı küçükbaş ve büyükbaş hayvanları kurban ediyoruz.
Kurban; tıpkı Hazret-i İbrahim’in -aleyhisselâm- oğluna şefkati gibi bir merhameti, Rabbimiz’e takdim edileceği için tâzîmi, hürmeti hak ediyor.
Bizim yerimize Allâh’a kurban edileceği için onunla hemhâl olmamız, ünsiyet kurmamız gerekiyor. Şimdi modern şehir hayatıyla beraber, kurban ibâdeti gittikçe şekilden ibaret kalmaya başladı.
Ben çocukluğum zamanında hatırlarım; günler öncesinden kurbanlık alınır, bahçeye bağlanır, sevilir. Yünleri taranır. Boynuna bir kolye asılır. Ben hatırlıyorum, şimdi bile hissediyorum o sevgiyi ve şefkati. Kurban edilirken de, gözleri güzelce bağlanır. Bıçak önceden keskinleştirilir. O can verirken ayakta beklermiş büyüklerimiz.
Bu da; «Onun yerinde ben olabilirdim.» tefekkürünün bir parçası. Hazret-i İsmail -aleyhisselâm- için, Cebrâil -aleyhisselâm- bir koç indirdi. O sebeple mezheplerimizde de, koç, diğerlerine göre efdaldir. Lâkin büyükbaş kurbanların; 2, 3, 4, 5, 6 veya 7 kişi ortak olarak kesilmesi de makbuldür. Eğer daha fazla etin ulaşmasına vesile oluyorsa, onu da tercih edebiliriz.
Bizim kurbanlarımız da; bizim özenerek, kıymet vererek, değerlisini, kıymetlisini seçerek Allâh’a sunduğumuz bir fedâkârlık nişânesi...
Etini fukarâya dağıtarak, eşimize dostumuza ikrâm ederek, hattâ kendimiz yiyerek de Rabbimiz’e kulluk ediyoruz.
Et yemek bize mubah kılınmış. Hattâ vücudumuzun mühim bir ihtiyacı. Bizim senede bir kurbanımıza dil uzatanların, her fırsatta çilingir sofralarında; hava, kara ve deniz canlılarını nasıl keyifle yuttuklarını da görmüyor değiliz. Bizim fıkıh kitaplarımızda, ölmeyecek kadar yemek farz, ibâdeti ayakta yapacak kadar yemek ecir kazandıran bir ibâdet olarak tarif edilir.7 Yani Rabbimiz emreder keseriz, O’na ibâdet etmek için yeriz, yine ecir alırız.
Ama Cenâb-ı Allâh’a, emrine, Kitâbına, Kur’ân’ına dil uzatanlar; sadece ot yeseler bile, hesabını veremezler. O ot da Allâh’ın bir mahlûkudur.
Kurbanımızı keşke bizzat kesebilsek... Çünkü o hemhâl oluş, o şefkat ve tâzîm içindeki kurban ibâdetinin bize kazandıracağı duyguları, sadece temâşâ veya sadece vekâlet ile temin etmek mümkün değil. Lâkin şehir hayatı malûm buna çok müsait değil. Yetişen insan tipi de bunu başarabilecek vasıftan git gide uzaklaşıyor.
Mâlî ibâdetlerde vekâlet vermek câizdir ve mümkündür. İki kademeli bir vekâletten bahsedebiliriz:
- Kurban olmaya elverişli bir küçükbaş veya büyükbaş hayvanın satın alınması...
- İslâmî usûllere uygun şekilde kesilmesi ve tevzîi...
Bu vekâleti; güvendiğimiz, bildiğimiz kişilere veya müesseselere vermeliyiz. Özellikle de ikinci kısmı...
Maalesef geçtiğimiz yıllarda, kurbanları istismâr eden yapılar oldu. Milletimizin parasını toplayıp, kurbanları kesmediklerini öğrendik.
Zamanımızda da bu ekonomik imkânı görüp heveslenen; lâkin din, diyânet, ibâdet bilmeyen kişiler oluyor. Bazıları ticârî kuruluşlar... Bazıları birtakım dernekler... Onlar muhtemelen meseleyi bir mezbaha işlemi olarak görüyorlar. Kurbanın A’dan Z’ye bir ibâdet olduğunu bilen, hassas ve nâzik taraflarının bulunduğunu bilen kişilere vekâlet vermelidir.
Bu vekâleti alan dînî vakıf ve dernekler; elbette bu zahmetli işe, talebelerinin ve yıl boyunca ulaştıkları fakir-fukarânın et ihtiyacını karşılamak için giriyorlar. Bu sebeple, vatandaşa teklif ettikleri paket bir vekâlet oluyor:
“–Kurbanınızı almaya, nakliye ayarlayıp kesim alanına getirmeye, kasap bulup kesmeye, içinden fukarâya verilecek (meselâ) üçte birini alıp adresine ulaştırmaya, gerisini paketleyip size sunmaya vekiliniz oluyoruz. Bütün bu hizmetleri toplam şu ücret mukabilinde yaparız.” demiş oluyorlar. Kasap, nakliye vs. ücreti aldıkları meblâğa dâhildir. Alınan bağış kısmın, bu hizmetlere tekābül etmesi gibi bir durum söz konusu değildir. Hattâ birçok hayırsever, bu müesseselere kurbanın tamamını da bağışlıyor.
Bu hizmet paketini dinleyip, okuyup vekâlet verdikten sonra;
“–Zorla bağış alınır mı? Kurbanımız sakatlanır.” gibi vehimlere mahal yoktur. İnsanlar bağışta bulunmak istemiyorlarsa, o müessesede kesmezler.
Endişe, uygulama şu şekilde olursa olur:
Bir kişi, bir kasaba;
“–Sen bu kurbanı bizim için kes, parçala, biz de kellesini, derisini veya şu kadar kilosunu sana verelim.” derse, o zaman kurbanın bir kısmı Allah rızâsı için değil kasap ücreti için kullanılmış olur. Böylesi doğru olmaz.
Peygamberimiz, Hazret-i Ali’yi kurban vazifesine gönderirken, kurbana ait her şeyi tasadduk etmesini ve kasap ücretini ayrıca vermesini tembih etmiştir.8
Mü’min, kurbanını iyisinden seçer dedik. Öyleyse sırf ucuz diye, yurt dışı olsun; sırf ucuz diye vekâlet olsun, gibi yaklaşımlar ibâdeti îfâya yeterse de, ibâdetin rûhuyla bağdaşmaz. Herkes kendi imkân ve gücünün gerektirdiği en güzel şekli bulmalı.
Dolayısıyla, hâli vakti yerinde bir mü’min; memleketimizde kestiği gibi, yurtdışındaki garip-gurebâya da nâfile kurbanlar gönderebilir. Bir evden birden fazla kurban gerekebileceği için, bunlar bu gaye ile tevzî edilebilir. Şöyle ki; Kurbanın vücûbiyeti şahsîdir.Evin reisine, nâmî olsun olmasın, 80 gramı aşan mala sahip olduğu için kurban vâcip olduğu gibi; hanımına da, 80 gramı aşan (meselâ ziynet gibi) mala sahip olduğu takdirde ayrıca kurban düşer. Bülûğ çağını aşmış evlâtlar da aynı şekilde, ayrı ayrı mükellef olabilirler.9
Kurban vakitli bir ibâdettir. Mezhebimizde Zilhicce’nin 10, 11, 12 yani bayramın 1, 2 ve 3’üncü gününün akşamına kadar kurban kesilebilir. Bir kişi vâcip olduğu hâlde kesmedi ve süreyi geçirdi ise, müteâkip günlerde kurban kesemez. Yani kazâsı yoktur. Bunun yerine kurban bedelini tasadduk eder. Geçmiş yıllarda gücü yettiği yani mükellef olduğu hâlde kesmemişse, yine o yıllar için de birer kurban ücreti tasadduk eder. Bu kurban bedelini de kendi ülkesindeki şartlara göre belirler.
Cenâb-ı Allah, kurbanlarımızı kabul eylesin. Bizlere, mukarreb kullarının hâlinden hisse alabilmeyi nasip buyursun. Âmîn...
Dipnotlar:
- Bkz. Âl-i İmrân, 183 ve tefsirleri.
- Bkz. el-Enbiyâ, 51-69.
- Buhârî, Taʻbîr, 26; Müslim, Rü’yâ, 6. 4 Bkz. et-Tevbe, 24; el-Bakara, 165.
- Bkz. es-Sâffât, 101-111.
- Bkz. en-Nisâ, 125.
- Mevsılî, İhtiyâr, Kerâhiyye. IV, 172.
- Müslim, Hac, 348-349 [1317]; bkz. Buhârî, Hac, 120-121 [1716-1717].
- Kurban ile alâkalı bu yazıda geçmeyen bazı hususları, şu yazımızda cevaplandırmıştık: https://www.yuzaki.com/2022/07/fetvalar-etrafinda-kurban-tefekkurleri/
Kaynak: Dr. Ahmet Hamdi Yıldırım, Yüzakı Dergisi, Sayı: Haziran 2025
YORUMLAR