Veli Nedir? Velâyet Nedir? Tevhid Nedir?

Velî, “türbe ve hırka sahibi olan” demek değildir. “Dervişlik olaydı tâc ile hırka, Biz dahî alırdık otuza-kırka.” diyen Yunus bu husûsu ne güzel ifâde etmiştir.

“Velî” kelimesi, Kur’ân-ı Kerîm’de dost, yardımcı, taraftar, hâkim, vâli, yönetici ve sırdaş anlamında kullanılır. “Velî” 24, “evliyâ” 62 defa olmak üzere diğer türevleriyle birlikte Kur’an’da 232 âyette geçmektedir. Bu durum konunun ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. “Velâyet”, “velî” ve “mevlâ” kelimeleri âyetlerde hemen hemen aynı manâlara kullanılmış ve velâyetle uzak ve yakın ilişkili kavramlara özellikle dikkat çekilmiştir.

Velâyet konusu işlenirken ölçüler bazan kaçırılmakta ve velîlik; ya erişilmesi mümkün olmayan ütopik bir hedef gibi gösterilmekte ya da peygamberleri bile aşan bir rütbe gibi anlatılmakta ve anlaşılmaktadır. Velâyet sâhibi bir velî, makâmı ne olursa olsun peygamberlik mertebesine aslâ erişemez. “Velâyetin sonu nübüvvetin başlangıcıdır.” diyen Cüneyd-i Bağdâdî, bu inceliğe işâret etmiştir. Velâyet ve irşad iddiâsında bulunup da Allah’ın emir ve yasaklarına uymayan kişinin velîlik iddiâsı boşuna bir gayrtten öte geçmez.

VELİ NE ANLAMA GELİYOR?

“Velâyet” kökünden türeyen “velî”; kelime olarak çeşitli anlamlara gelmektedir.

1- Velî; ilkbahar yağmurunun hemen ardından gelen taze yağmur demektir. İlkbaharda peş-peşe gelen bu yağmur velî diye isimlendirilir. Bu anlamda velâyet; iki veya daha fazla nesnenin aralarına yabancı bir şeyin giremeyeceği şekilde bir araya gelmeleri, senliği ve benliği aradan kaldıracak bir yakınlığa ermeleri demektir. Velâyetle eş-anlamlı olarak kullanılan “Karn”; Evlilikte olduğu gibi iki şeyi bir araya getirmeye veya çeşitli manâlara gelen bir kelimeyi tek manâda toplamaya denir. Araplar iki dereyi bir araya getirmeye, iplik uçlarını birbirine bağlayarak tek iplik hâline getirmeye de “karn-etmek” derler. Hac ile umreyi bir araya getirmek suretiyle yapılan hacca “hacc-ı kıran” denmesi bundandır.

Bu manâlardan hareketle velî, Allah ile arasına yabancı hiçbir şeyin giremiyeceği bir bağlantıyı kurmuş, ma’iyyet sırrına ermiş ve bu şuûru kesintisiz sürdüren kişi demektir. “Nerede olursak olalım bizimle berâber ve bize şah damarımızdan daha yakın olan” Allah’ın huzûrunda huzûrlu bir hayat sürmektir. “Sen çıkarsan aradan, kalır seni Yaratan” şeklinde ifâde edilen gerçek tevhîdi yakalayan ve yaşayan kimsedir. Hz. İbrahim: “Allah her şeyin Rabb’ı iken ben, O’ndan başka Rabb mı arayacağım?” diye duâ ederken Halîlullah’a yakışan tevhîdin nasıl olması gerektiğini bize anlatmaktadır.

2- Velî, düşmanın zıddıdır. Bundan dolayı bir kimsenin başka birini dost edinmesi anlamına gelir. “Cenâb-ı Hakk’ı dost, toprağı post” edinen bir anlayış, “Allah bes, bakî heves” diye ifâde edilen bir inançla yalnızca Allah’ı dost edinen mü’min demektir.

3- Velî, bir kimsenin işini üzerine alarak onun sorumluluğunu üstlenen kişidir. Seni seven ve bir beklenti içine girmeden yardım eden dosta velî denilir. İşlerini idâre etmek, emir ve yasaklar koymak sûretiyle halkın sorumluluğunu üstlenen kişidir. Ümmet üzerinde velâyet hakkı, müslümanlar tarafından biat edilerek seçilen kimsenindir. Türkçe’de Vâli bu anlamda kullanılmaktadır. Şehrin vâlisi, o kentte oturanların velîsidir. Öyle anlaşılıyor ki, vilâyet: idâre, kudret ve icrâatı çağrıştırmaktadır. Kendisinde bunları toplamayana vâli denilemez.

VELİ KİME DENİR?

Tasavvuf düşüncesinde velî ise; Allah’ı ve sıfatlarını bilen, emirleri eksiksiz yerine getiren, yasaklardan titizlikle kaçınan, şehvet ve lezzet zaaflarına düşmekten uzak duran kimsedir. Kelime ve terim olarak ortaya koyduğumuz bütün bu tanımlardan anlaşılacağı gibi velî; bir kimsenin, bir topluluğun veya bir milletin menfaati doğrultusunda dinî, siyâsî, içtimâî, maddî, hukûkî v.b. her konuda işlerini üzerine alan ve onlar adına tasarrufa sâhip olan yetkilidir. Bu kelime, aynı zamanda eşyânın mutlak manâda tek mâliki olan ve onların tasarruf hakkını elinde tutan “Mâlikül-mülk” anlamında Cenab-ı Hakk’ın Esmâ-i Hüsnâ’sındandır. “İdâre ve tasarrufta tek saltanat sâhibi yalnızca Allah’tır” anlamına gelir.

TEVHİD NE DEMEKTİR?

Tevhîd sadece Allah’ın bir olduğuna inanmak değil; tek bir merkezden yönetilerek O varlığın idâre ve otoritesinde yaşamak demektir. Müslümanın hayatının her anında Allah’ın emir ve yasakları geçerlidir. İman etmek demek Allah’tan başka şeylerin sevk ve idâresinden kurtulmak demektir. Bu anlamda velî; iç ve dış dünyâsında yalnızca Cenâb-ı Hakk’ı ve Habîb’ini egemen kılmış, sadece onların otoritesinde yaşayan kimse demektir. Bir başka ifâde ile tebessümünden sükûtuna, attığı her adımı, söylediği her sözü ve yaptığı her işi bu şuûrla bilerek yapan kişidir. Beden ve ruh dünyâsında ilâhî irâdeyi iktidar yapmış, iç ve dış dünyâsında saltanat ve velâyeti Allah’a vermiş kimsedir. Kendisine verilen hiçbir imkânı, bedeni, ömrü, sağlığı ve gençliği canının istediği gibi değil yalnızca Allah’ın istediği ve emrettiği gibi kullanandır. Mülk üzerinde başkalarını söz sahibi yapmak, O’na ortak koşmak değil midir? Velâyet konusunda önemli olan husûs Allah’ın dışında hiç kimseyi, hiçbir duygu ve düşünceyi Allah’tan daha önemli bir konuma getirmemektir. Yoksa hevâ ve heveslerimiz Kur’ân-ı Kerîm’de ne diye ilâh şeklinde tanımlansın? Kâmil ehliyetli insan anlamında kullanılan İnsân-ı Kâmil bu değil de nedir? Gönülde saltanatı Allah’a vererek gönül sultânı olmak ne güzel şey!

Aynı zamanda “Velâyet”; Kur’an’da siyâsî anlamda kullanılan bir terimdir. Allah’ın kulları üzerindeki velâyeti; onlar üzerinde tek söz sâhibi olması demektir. Nasıl bir ülkenin idâresi ve idârecisi varsa, insan hayâtının da bir yönetimi ve yöneticisi olmalıdır. et-Tedbîrâtü’l-ilâhiyye fi’l-memleketi’l- insâniyye diye bir kitap yazan ve her insanın kendi beden ülkesinde ilâhî irâdeyi iktidar yapmasının yollarını anlatan İbnü’l-Arabî, velâyetin bu yönüyle inceliklerine işâret etmiştir. Kur’an-ı Kerîm’de birçok yerde geçen “Mü’minler, mü’min olmayanları velî edinmesinler.” anlamındaki âyetler, meâllerde genellikle “dost edinmesinler.” şeklinde dilimize çevrilir. “Velî” kavramının dost ve dostluk şeklinde tercümesi kelimenin kök anlamlarını tam karşılamadığı gibi velî kelimesinin geçtiği âyetlerdeki murâd-ı ilâhîyi de tam olarak yansıtmamaktadır. Bunun yerine “söz sahibi” anlamı vermek daha uygun gözükmektedir. Iyad bin Hımar (r.a); “Peygamber(s.a)e bir deve veya başka bir şey hediye etmek istedim.” bana; “Müslüman oldun mu?” diye sordu. “Hayır” dedim. Bunun üzerine: “Ben müşriklerin hediyelerini almaktan alıkonuldum” Buyurduğunu rivâyet eder. Duygusal dostlukların veya minnet altında kalmanın fikrî bir berâberliğe yol açacağını düşünen Hz.Peygamber, dost seçiminde titizliği emretmiş ve: “Kişi dostunun dini üzeredir, sizden biriniz seçeceği dosta aman dikkat etsin” Buyurmuştur.

VELÂYET NEDEN ÖNEMLİDİR?

Peygamberlerin aslî görevi olan; insanları terbiye ve tezkiye etmek, helâl ve haramın sahâ ve sınırlarını belirlemek, insanlığa örnek olmak ve adâletle hükmetmek için velâyet oldukça önemlidir. Hz. Peygamber, velâyet konusunda din bağını kan bağının üzerinde tutmuş ve yanında müşrik yakınlarından bazıları anılınca; “Onlar benim velî ve dostlarım değil, benim velîm Allah (c.c) ve mü’minlerin sâlihleridir” buyurarak ümmetine örnek olacak bir tavır sergilemiştir.

“Münâfığa ‘efendim’ demeyiniz. Şâyet münafık efendiniz olursa, Rabb’inizi incitmiş olursunuz.” buyuran Efendimiz, velâyetin kimlere verilmesi gerektiğine işâret etmiştir.

KERAMET NE DEMEKTİR?

Velâyetle ilgili terimlerden birisi de kerâmettir. Kelime olarak; insanlardan meydana gelen olağan dışı fiilleri ifâde eder. “el-Kerîm”; aynı zamanda Allah Teâlâ’nın isimlerinden biridir. Kerametin terim anlamı ise; mü’min ve sâlih kimselerden sâdır olan olağanüstü hâllerdir. Kerâmete karşı çıkanlar, onun mucizeyle karıştırılmaması için böyle davranmışlardır. Kerâmet hak olmakla beraber, ilmin sebeplerinden biri değildir ve başkalarına delîl olmaz. Velâyete ermiş kimselerin örnek hayâtı, sözleri ve eserleri bir tarafa bırakılıp, kevnî kerametlerine itibar etmek doğru değildir. Her kul; îmânı ve takvâsı oranında Allah’ın velîsi olur. Kimin îmânı kâmil olursa velâyeti de kâmil olur. Velîlik kerâmette değil kemâl ve istikâmette aranmalıdır.

Velî, “türbe ve hırka sahibi olan” demek değildir. “Dervişlik olaydı tâc ile hırka, Biz dahî alırdık otuza-kırka.” diyen Yunus bu husûsu ne güzel ifâde etmiştir. Velîlik tabiatı tersine çevirmekle değil, Allah ve Rasûlünün gösterdiği çizgide sâbit-kadem olmak ve istikâmeti korumakla ancak mümkün olur. “Bir istikâmet bin kerâmete bedeldir” denmesinin hikmeti budur.

Ne sâl iledir, ne mâl iledir. Beyim! Ululuk kemâl iledir.

Kaynak: İrfan Gündüz, Altınoluk Dergisi, Sayı: 362, Nisan 2016

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.