Sultan Abdülaziz’i Kim Şehit Etti?

Sultan Abdülaziz, tahttan neden ve nasıl indirildi? Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesine neden olan devlet adamları kimlerdir? Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesi ve şehit edilmesi.

Sultan Abdülazîz Hân’ın, devleti eski ihtişam ve gücüne ulaştırıcı icraat ve hamleleri, birtakım menfaatçi ve hâin grupları tedirgin etmekteydi. Nitekim bu vasıfta olan bâzı devlet adamları da, boş durmayıp gizli entrikalarla Sul­tân’a karşı hummâlı bir faâliyet yaparak onu tahttan indirip, öldürdü.

SULTAN ABDÜLAZİZ’İ TAHTAN İNDİREN PAŞALAR

Bunlardan husûsiyle çeşitli vesîlelerle suçları bâriz bir şekilde tespit edilmiş, önce azledilmiş, sonra tekrar kendilerine mevkî verilmiş olan dört kişi; Hüseyin Avni Paşa, Mithat Paşa, Mütercim Rüşdü Paşa ile Hayrullah Efendi, pâdişâha karşı ciddî bir ihtilâl hazırlığı içindeydiler.

Bu gruptan Hüseyin Avni Paşa, 1871’de vazifesinden azledilmiş, rütbeleri sökülerek Isparta’ya gönderilmişti. Daha sonra Mahmûd Nedim Paşa tarafından seraskerlikten de azledilmişti. Bu hâller karşısında hırsı iyice artan Hüseyin Avni Paşa, yapmak istediklerini «Kinim dînimdir!» diye ifâde ediyor ve Sultân’ın, sadece tahttan indirilmesini değil, öldürülmesini de düşünüyordu.

Hüseyin Avni Paşa’nın yandaşı olan Mithat Paşa, siyâset ve dîn kültüründen mahrum olarak yetişmişti. Dolayısıyla birçok yanlış karar ve yolsuzluklarından ötürü sadrâzamlıktan azledilmişti. Çok hayâlperest bir şahsiyetti. Hattâ bir gün içki masasında Osmanlı hânedânını ortadan kaldırıp kendisinin sultan olacağını iddiâ edecek kadar ileri gitmiş ve:

“–Bunda ne var ki! Hep Osmanoğulları olacağına biraz da Mithatoğulları olsun!” demiş olduğu rivâyet edilmektedir.

Grubun üçüncü şahsı Mütercim Rüşdü Paşa ise iki defa sadrâzamlığa, üç defa da seraskerliğe getirilmiş, ancak vazifesini kötüye kullanmaktan dolayı azledilmişti. Bu sebeple o da menfaatinin kesilmesi karşısında tavır almış ve Pâdişâh’a kin bağlamıştı.

Dördüncü şahıs olan Hayrullah Efendi’ye gelince, liyâkatten ziyâde Rüşdü Paşa’nın himâyesi ile getirildiği şeyhülislâmlık makamından bir ay gibi kısa bir zamanda azledilmiş olması, kendisine çok dokunmuştu. Dolayısıyla Hayrullah Efendi de, bunu gururuna yedirememiş, Pâdişâh’a karşı kin bağlayanlar arasında yer almıştı.

SULTAN ABDÜLAZİZ’İ KİM ÖLDÜRDÜ?

Çok geçmeden bu dörtlü çete grubu, ellerinden alınan menfaatlere tekrar sahip olabilmek hırsıyla talebeleri kışkırtarak büyük bir nümâyiş yaptılar. Pâdişah, kan dökülmemesi için yine bunları iş başına geçirdi. Böylece ihtilalciler, ilk merhale olarak istedikleri yere ulaştılar. Artık bundan sonra yegâne işleri, pâdişâhı bertaraf etmeye kalmıştı. Nihâyet bir ihtilâlle onu da gerçekleştirdiler.

İhtilâl sabahı, Dâru’s-saâde ağası Cevher Ağa, Pâdişâh’a durumu haber vermeye cesaret edemedi. Haberi, Pertevniyal Vâlide Sultân’a iletti. O da Sultan Abdülazîz Hân’a bildirdi. O sırada yeni pâdişâhın cülûs topları atılıyordu. Abdülazîz Han annesine:

“–Bunlar beni 3. Selîm’e mi döndürecekler? Ben bunu kimlerin yaptığını biliyorum...” diyerek ihtilâlcileri tek tek saydı. Sonra dilinden:

“–Ben bu felâketi, çok kere rüyamda gördüm. Takdîr-i ilâhî böyle imiş!” ifâdeleri döküldü.

Sultan Abdülazîz Han, sağanak yağmur altında kayıklarla Topkapı Sarayı’na götürüldü. Şahsî serveti, hanımların kulaklarındaki küpelere kadar ihtilâlciler tarafından yağmalandı. 3. Selîm’in odasına götürüldü. Abdülazîz Han:

“–Beni amcam gibi burada bitirmek istiyorlar!” dedi.

Üç gün kuru tahta üzerinde aç ve susuz olarak bırakıldı. Islak elbiselerinin değiştirilmesine dahî izin verilmedi.

Daha sonra kendisi için ayrılan odaya geçirildi. Fakat Sultan Abdülazîz Han, 5. Murad’a mektup yazarak Beşiktaş’taki Fer’iyye Sarayı’na naklini talep etti. Arzusu yerine getirilerek oraya nakledildi.

Ancak tahttan indirmekle birlikte Sultân’ı öldürmeyi de iyice kafasına koymuş bulunan Hüseyin Avni Paşa, pehlivan yapılı üç cânîyi Fer’iyye Sarayı’nda kasten bahçıvanlıkla vazifelendirdi. Bunlar, 4 Haziran 1876 sabah sularında Abdülazîz Hân’ın odasına girdiler. Abdülazîz Han, bir müddet kendilerine karşı koymaya çalıştıysa da muvaffak olamadı. Zorbalar, işledikleri bu fecî cinâyete intihar süsü vermek için onun bileklerinin damarlarını kestiler. Sonra da hiçbir şey yokmuş gibi gizlice işlerinin başına döndüler.

Bir müddet sonra Vâlide Sultan, oğlunun kanlar içinde yerde yattığını gördü ve ağlamaya başladı. O sırada Hüseyin Avni Paşa, tertiplediği katlin neticesini almak için saraya geldi. Abdülazîz Hân’ın daha ölmemiş olduğunu görünce onun saray karakolunun kahve ocağına götürülmesini emretti. Böylece henüz can çekişen Sultân’a doktor müdâhalesini geciktirdi. Nihâyet mazlum Sultan, cânîler çetesi Hüseyin Avni, Mithat ve Rüşdü Paşalar’ın gözleri önünde şehîden vefât etti.

SULTAN ABDÜLAZİZ HAN’IN İNTİKÂMI

Sultan Abdülazîz Hân’ın hunharca katli üzerine kız kardeşi Âdile Sultân’ın yüreğinden şu ıztırap dolu yanık mısrâlar dökülmüştür:

Cihan mâtem tutup kan ağlasın Abdülazîz Hân’a

Meded Allâh, mübârek cismi boyandı kızıl kâna!

Nasıl hemşîresi bu Âdile yanmaz o hâkâna

Ki kıydı bunca zâlimler karındaş-ı cihân-bâna...

Sultan Abdülazîz Hân’ın hunharca şehîd edilmesinden on iki gün geçmişti. Bir subay olan kayın biraderi Çerkez Hasan, Sultan Abdülazîz’in uğradığı felâkete tahammül edemeyerek Mithat Paşa Konağında toplantı hâlinde bulunan vekiller heyetini bastı. İlk hamlede Avni Paşa’yı katledip Sultan Abdülazîz Hân’ın intikâmını aldı. Ardından Rüştü Paşa’yı ve bir yâveri de öldürdü. Kendisi de, ertesi gün Beyazıt’ta asıldı.

İhtilâlci çete, fevkalâde zekî ve dindar bir pâdişah olan Sultan Abdülazîz’in vefâtını, bir cinâyetle değil de intihar sûretinde göstermek için teh­ditle bir rapor tanzîm ettirdi.

Ancak sonraki yıllarda Sultan 2. Abdülhamîd Hân’ın Yıldız’da bu hâdise dolayısıyla kurdurduğu mahkemede hesâba çekilen Mithat Paşa, katl keyfiyetini âdeta îtiraf edercesine şöyle demiştir:

“–Elhamdülillâh ki ihtikâr ve ihtilâs gibi âdî bir cürümle değil, cinâyet bile olsa hamiyyet-i vataniyyeden münbais bir suçla müttehemim!”

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Osmanlı, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

SULTAN ABDÜLAZİZ HAN KİMDİR?

Sultan Abdülaziz Han Kimdir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.