
Murâkabe Şuuruyla Yaşamak
Kalbin her an Allah’ı gözettiği murâkabe şuuruyla yaşamak, nefsin tuzaklarından korunmanın ve ruhun hakikî huzura kavuşmasının yegâne yoludur.
Her an zikrullah ve murâkabe şuuru içinde bulunmanın lüzûmunu ifâde eden şu hadîs-i şerîf câlib-i dikkattir.
“Allâh’ı unutarak lüzumsuz konuşmalara dalmayın. Çünkü Allâh’ı unutarak yapılan çok konuşmalar, kalbi katılaştırır. Allah’tan en uzak olan kimse ise kalbi katı olandır.” (Tirmizî, Zühd, 62/2411)
MURÂKABE ŞUURUYLA YAŞAMAK
Bunun için seher vakitlerinin o feyizli ve rûhânî demlerini günümüzün her ânına yaygınlaştırmalıyız. Seherin o müstesnâ anları, günümüzün küçük bir modeli olma niteliği taşımalıdır.
Seherini ve gününü işte böyle düzenleyen bir kul, Cenâb-ı Hakk’ın bizzat râzı ve hoşnud olduğu bir hâl içindedir. Bu, “merdıyye” makâmıdır. Bu makamda, Güneş’ten gelen güçlü şuâların bir merceğin altındaki çer-çöpü yakması gibi kalpte kötü huylar yok olmuş, cemâlî sıfatlar tecellî ederek güzel huylar ve ahlâkî meziyetler inkişâf etmiştir. Öyle ki; Yaratan’dan ötürü yaratılanlara şefkat, merhamet, sevgi, cömertlik, sabır, affedicilik, nezâket, incelik ve hassâsiyet, onda bir lezzet hâlindedir. Nefsini en güzel şekilde muhâsebe ve murâkabe eder. Her nefeste yaratılış keyfiyetini gözeterek nefsânî hîlelere karşı gaflete düşmekten sakınır. Zira kalbinde; kendisine rûhânî hâllerini lûtfeden Rabbi ile beraberlik başlamıştır.
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Şunu iyi bilin ki Allah, insan ile kalbi arasına girer…” (el-Enfâl, 24)
Bu âyetin şümûlüne giren kul, dostluğun safâsına, îmânın gerçek lezzetine nâil olur. Rabbi, onu vâsıtasız ilme vâris kılar. Kâinat sayfalarını okumaya başlar. Hikmet, sır ve beyâna nâil olur. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“…Allah’tan korkun (takvâ üzre olun! Bilin ki) Allah (size bilmediğinizi) öğretir!..” (el-Bakara, 282)
Yusuf -aleyhisselâm-’ı güzellik, şöhret ve servet sahibi bir kadının; «Gelsene bana!» diyerek dâvet ettiği çirkin tuzak ve fitneden kurtaran, kalbinin dâimî murâkabe hâli ve gönlündeki ihsân duygusu olmuştur. Yani o, çok büyük bir vartayı murâkabe ve ihsân hâli ile atlatabilmiştir.
Onun için ihsân duygusu, kalpte sabitleşmeli ve amellere yansımalı ki, vuslata bir mecrâ olsun. Yoksa murâkabe hâlini veya ihsân duygusunu dil ile ifâde, gönle bir şey kazandırmaz.
Bunun için muhabbetin eşyâdan ve fânîlerden, bâkī olana, yani Cenâb-ı Hakk’a dönmesi zarûrîdir. Muhabbet Allâh’a râm olunca, kulda zühd hâli tecellî eder. Zühd hâli tecellî edince de nefse âit olarak mal gözden düşer, ancak Allâh’a âit olarak, yani infâk ile değer kazanır, aslî mecrâsına yerleşmiş olur. Çünkü gönül, artık Hakk’a olan muhabbeti amel-i sâlih kevseri ile besler. Artık sevdiğinin sevdiği ameller rûhuna haz verir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, 12 Saadet Damlaları, Erkam Yayınları
YORUMLAR