Seferiliğin Hükümleri Nelerdir?

Seferiliğin hükmü nedir? Dinimizde seferilik hükümleri.

Yolcular için bir kısım kolaylıklar, ruhsatlar getirilmiştir. Ramazan’da yolculukta bulunan için orucunu geri bırakması mübahtır. Yolcunun mesh süresi üç gün üç gecedir. Yolcu dört rekâtlı farz namazlarını ikişer rekât olarak kılar. Buna “kasr-ı salât” denir. Aşağıda bu kolaylıklar üzerinde duracağız.

SEFERİLİĞİN HÜKÜMLERİ

1) Dört rekâtlı namazların iki rekât olarak kılınması:

Yolculukta dört rekâtlı namazların kısaltılarak kılınması Kur’an, sünnet ve icma ile caizdir.

Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman, eğer kâfirlerin size kötülük etmesinden (fitne) korkarsanız, namazları kısaltmanızda bir sakınca yoktur.” [1] Bu âyette kısaltmanın korku şartına bağlanması, o gün bulunan olayı tespit etmek içindir. Çünkü Rasûlullah (s.a.s)’ın çoğu yolculukları korkudan hâli değildi. Ashab-ı kiramdan Ya’lâ İbn Ümeyye (r.a) Hz. Ömer’e şöyle demiştir: “Biz neden namazları kısaltarak kılıyoruz, halbuki güven içindeyiz. Hz. Ömer bu soruya şöyle cevap vermiştir: Ben de aynı durumu Hz. Peygamber’e sormuştum, bana şöyle buyurmuştu: Bu, Allah’ın size verdiği bir bağıştır, Allah’ın sadakasını kabul edin.” [2]

Hz. Peygamber’in umre, hac veya savaş için yaptığı yolculuklarında namazları kısaltarak kıldığını bildiren haberler tevâtür derecesindedir. Abdullah İbn Ömer (r.a) şöyle demiştir: “Hz. Peygamber (s.a.s)’e arkadaşlık ettim. O yolculuklarında iki rekâttan fazla kılmazdı. Hz Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman da böyle yaparlardı.” [3] Hz. Ömer’in de şöyle dediği rivâyet edilmiştir: “Yolcunun namazı, Nebî’nizin lisanı üzere kısaltmaksızın tam iki rekâttır.” [4]

Yolcunun dört rekâtlı farz namazları kısaltması zorunlu mudur? Yoksa kısaltmakla tam kılmak arasında serbest midir?

Hanefîlere göre yolcunun dört rekâtlı farz namazı iki rekât kılması ruhsat değil azîmettir. Yolcu bunu bilerek tam kılarsa kötü bir iş (isâet) yapmış olur ve son iki rekât nâfile namaz hükmünde bulunur. Hz. Âişe’nin şöyle dediği nakledilmiştir: “Namaz ikişer rekât olarak farz kılındı, sonra hazarda kılınana ziyade olundu, seferde ise olduğu gibi bırakıldı.” [5] İbn Abbas (r.a)’ın şöyle dediği nakledilmiştir: “Allah Teâlâ namazı peygamberimizin dili ile hazarda dört rekât, seferde iki rekât olarak farz kılmıştır.” [6]

Yolcu, dört rekâtlı namazı iki rekât kılıp da teşehhütte bulunduktan sonra iki rekât daha kılacak olsa farzı eda etmiş, son iki rekât nâfile olmuş olur. Ancak selâmı geciktirmiş olmasından ötürü kötü bir iş yapmış sayılır. Fakat birinci teşehhüdü terketse veya ilk iki rekâtta kıraatta bulunmamış olsa farzı eda etmiş sayılmaz. Nitekim sabah ve cuma namazlarında da hüküm böyledir.

Şâfiî ve Hanbelîler’e göre, farzın aslı dört rekât olup, yolculukta kısaltmak bir ruhsattır. Delil; yolculukta namazın kısaltılabileceğini bildiren âyet bunun tam olduğuna delât eder ve kısaltma “emir” üslûbunda değildir. Yine Hz. Ömer’in naklettiği, “kısaltmanın bir sadaka olduğu” ifadesi ile, Hz. Aişe’nin yolculukta bazan tam kılması da bunu gösterir. İmam Şâfiî, bu konuyu ayrıca Ramazan orucuna kıyas etmiştir. Bununla birlikte Hanbelîler’e göre kısaltmak daha faziletlidir. Mâlikîlerde tercih edilen görüşe göre seferde namazları kısaltarak kılmak müekked sünnettir. Çünkü Hz. Peygamber’in uygulaması böyle olmuştur.[7]

2) Yolculukta iki namazı birleştirerek kılmak:

Hanefîlere göre, beş vakit namazı kendi vakitleri içinde kılmak gerekir. Çünkü “vakit”, namazın şartlarındandır.[8] Ancak hac sırasında, Arefe günü Arafat’ta öğle ile ikindi birleştirilerek öğle vaktinde, Müzdelife’de akşamla yatsı birleştirilerek, yatsı vaktinde kılınır. Bu sahih sünnete dayanır. Yolculuk sırasında ise, Hz. Peygamber’in Tebük Gazvesi yolculuğunda yaptığı gibi, öğleyi son, ikindiyi ilk; akşam namazını geciktirip son, yatsıyı ise ilk vaktinde birleştirerek kılmak caiz olur. Buna “sûrî cem yani şeklen birleştirme” denir. Aslında burada her namaz yine kendi vakti içinde kılınmış olur.

Çoğunluğa göre ise yolculuk sırasında, öğle ile ikindiyi ve akşamla yatsıyı birbirinin vakti içinde birleştirerek kılmak caizdir. Onlar Hz. Peygamber’in kimi yolculuk veya yağmurlu havada bu namazları birleştirerek kıldığını bildiren hadislere dayanmışlardır.[9] (Geniş bilgi için, “İki namazı birleştirerek kılmak” konusuna bk.)

3) Ramazan orucunu sonraya bırakma:

Yolcu isterse, Ramazan orucunu tutmayarak sonraya bırakabilir. Kur’an’da şöyle buyurulur: “Sizden kim hasta olur veya yolculukta bulunursa, tutamadığı orucu sayısınca başka günlerde tutsun.” [10] Hz. Âişe, Medine’den Mekke’ye umre için Allah’ın Rasûlü ile birlikte yolculuk yapmış ve Mekke’ye vardıklarında şöyle demiştir: “Ey Allah’ın Elçisi! Ben namazları kimi zaman kısa, kimi zaman da tam kıldım. Oruç tuttum, tutmadığım da oldu. Rasûlullah (s.a.s), güzel yapmışsın, dedi ve beni kınamadı.” [11]

4) Mestlere üç gün süreyle meshetme:

Mestler üzerine meshetme süresi mukîm için bir gün bir gece, yolcu için ise üç gün üç gecedir. Hz. Peygamber’in uygulaması bu şekilde olmuştur. Ancak bu süre dolmasa da, cünüplük sebebiyle mestlerin çıkarılması gerekir.[12]

5) Yolculukta nâfile namazların durumu:

Hanefîlere göre, yolculuk sırasında konaklama yerinde eğer güvenlik ve rahatlık varsa, farzlara bağlı müekked sünnetleri kılmak gerekir. Hadiste; “Sizi atlar kovalasa da sabah namazının iki rekât sünnetini terketmeyin.”[13] buyurulmuş; Hayber Gazvesi dönüşünde, konaklama yerinde, sabah namazına kalkılamaması üzerine, güneş yükseldikten sonra, önce iki rekât namaz kılınmış, sonra Allah’ın Elçisi farzı kıldırmıştır.[14] Nitekim Hz. Peygamber’in yolculuk sırasında nâfile namazları binitinin üzerinde, binit ne tarafa dönerse dönsün îmâ ile kıldığı da nakledilmiştir.[15] Yürüyüş ve yolculuk hâlinde korku, zaman darlığı vb. güçlükler varsa nâfile namaz kılmak gerekmez.[16] Ebû Musa (r.a)’ten, Rasûlullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Bir kimseyi hastalık veya yolculuk meşgul eder, amel eksikliği olursa, kendisine sağlıklı ve mukîm iken yaptığı amellerin benzeri yazılır.” [17]

Çoğunluk mezhep imamlarına göre ise, yolculukta sabah namazının sünneti dışında farzlara bağlı nâfile namazları kılmak gerekmez. Delil, Abdullah İbn Ömer’den nakledilen şu hadistir: “İbn Ömer Mekke yolculuğu sırasında arkadaşlarına öğle ve ikindi namazlarını ikişer rekât olarak kıldırmıştı. Öğle namazından sonra, bazı kişilerin nâfile namaz kıldıklarını görünce, “Eğer ben nâfile namaz kılacak olsaydım, farzı dörde tamamlardım.” demiş ve şu hadisi nakletmiştir: “Ben, Rasûlullah (s.a.s) ile birlikte yolculukta bulundum, o, vefat edinceye kadar iki rekât üzerine ziyâde yapmadı.  Ebû Bekir (r.a) ile birlikte bulundum, o da vefat edinceye kadar iki rekât üzerine ziyâde yapmadı. Ömer ve Osman’la birlikte bulundum. Onlar da vefatlarına kadar iki rekât üzerine ilâve yapmadılar. Allah Teâlâ şöyle buyurdu: “Şüphesiz sizin için Allah’ın Elçisi’nde güzel bir örnek vardır.”[18] Nevevî (ö. 676/1277), bu hadisle ilgili olarak, “belki Nebî (s.a.s) nâfileleri (revâtib) biniti üzerinde veya çadırında kıldıği için İbn Ömer görmemiş olabilir!” yorumunu yapmıştır.[19]

Dipnotlar:

[1] Nisa, 4/101. [2] Müslim, Misafirîn, 4; Tirmîzî, Tahâre, 4, 20; Nesâî, Taksir, 1; İbn Mâce, İkâme, 73. [3] Buhârî, Taksîr, 11. [4] İbn Mâce, İkâme, 73, 124. [5] Buhârî, Salât, 1; Müslim, Misafirîn, 1; Ebû Dâvud, Sefer, 1; Nesâî, Salât, 3; Mâlik, Sefer, 3. [6] Müslim, Misafirîn, 5, 6; Ebû Dâvud, Sefer, 18; Nesâî, Havf, 4; İbn Mâce, İkâme, 75. [7] Serahsî, age, I, 239; İbn Rüşd, age, I, 161; Şirâzî, Mühezzeb, I, 101; İbn Kudâme, Muğnî, II, 267-270; Zühaylî, age, II, 313-315. [8] Nisâ, 4/103; Hûd, 11/114. [9] Bk. Buhârî, Taksîr, 15, 16; Müslim, Müsâfirîn, 46; Tirmizî, Cum’a, 42; Nesâî, Mevâkît, 42, 44, 45. [10] Bakara, 2/184. Ayrıca bk. 185. [11] Râzî, Tefsîr, İstanbul 1257, II, 18. [12] Nesâî, Tahâre, 98; İbn Mâce, Tahâre, 86; Tirmizî, Deavât, 98; A. İbn Hanbel, VI, 240. [13] A. İbn Hanbel, II, 405; Ebû Dâvud, Tatavvu’, 3, H. No: 1258. [14] Ebû Dâvud, Salât, 11, H.No: 435, 443; Nesâî, Mevâkît, 54, 55; A. İbn Hanbel, IV, 444; Tehânevî, İ’lâü’s-Sünen, II, 126. [15] bk. Buhârî, Taksîr, 7-9. [16] İbn Âbidîn, age, II, 270; İbn Kudâme, II, 271. [17] Buhârî, Cihâd, 56, H. No: 134; Ebû Dâvud, Cenâiz, 20, H. No: 3091. [18] Müslim, Müsâfirîn, 8; İbn Mâce, İkâme, 75, H. No: 1071; Nesâî, Taksîr, 5, H. No: 1456. [19] bk. Sahîhu Müslim bi Şerhi’n-Nevevî, Mısır 1349, Müsâfirîn, 8; Zühaylî, age, II, 349.

Kaynak: Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslam İlmihali, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

SEFERİ NEDİR, KİME DENİR?

Seferi Nedir, Kime Denir?

SEFERÎLİĞİN BAŞLANGICI NASIL BELİRLENİR?

Seferîliğin Başlangıcı Nasıl Belirlenir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.