Rebiülevvel Ayı Bizim İçin Neden Önemlidir?

Rebiülevvel ayı bizim için neden önemlidir? Rebiülevvel ayında neler yaşanmıştır? Osman Nûri Topbaş Hocaefendi Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in doğduğu ay olan Rebîülevvel ayının faziletini anlatıyor...

Muhterem kardeşlerimiz! 9 Kasım’da, yani Cuma günü Rabîulevvel Ayı’na girmiş oluyoruz. Rabîulevvel Ayı, Cenâb-ı Hakk’ın bize ayrı bir lûtfu, ayrı bir bereket ayı. Fahr-i Kâinat, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in dünyaya teşrif etmiş olduğu bir ay olmuş oluyor.

Ve burada, Cenâb-ı Hakk’a şükür, teşekkür Cenâb-ı Hakk’a; 124.000 küsur veyahut da 220.000 küsur peygamber geldi; bizi meccânen, bir bedel ödemeden Rabbimiz en büyük Peygamber’e bizi ümmet kıldı. En sevdiği Peygamber’e ümmet kıldı. Ve o sebeple de biz bir ümmet-i merhûme olduk, bir rahmet ümmeti olduk.

Mevzûmuz bu, Efendimiz hakkındadır. Hâfız efendinin okuduğu âyet-i kerîmede bilhassa bu, Fetih Sûresi’nin son âyeti; Allah Rasûlü’nün yanında kimler var? Orada Cenâb-ı Hak bildiriyor kimler olduğunu. Yani orada ashâb-ı kirâm, tâbiîn, tebe-i tâbiîn ve kıyamete kadar gelecek bir ümmet…

"KİŞİ SEVDİĞİYLE BERABERDİR"

En mühim meziyet, Cenâb-ı Hak indinde en büyük derecemiz;

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ

“Kişi sevdiğiyle beraber” olması…  (Bkz. Buhârî, Edeb, 96)

Ashâb-ı kirâm buyuruyor ki;

Biz Rasûlullah Efendimiz’den binlerce, on binlerce hadisin içinde, bizi en çok sevindiren hadîs-i şerîf;

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ

“Kişi sevdiği ile beraberdir.” (Bkz. Buhârî, Edeb, 96)

Tabi Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i gördü, hayran oldu. İnsanlıktan bir âbide seyretti. Ve bütün ashâb-ı kirâmın, dünya gözünden silindi. “Ben kıyamet günü nasıl bir, âhirette Allah Rasûlü ile beraber olabilirim?..” Nasıl bir muhabbet, nasıl bir aşk?..

Fetih Sûresi’nin son âyetinde, Rasûlullah Efendimiz’in yanında kimler var? Kimler var?

Birincisi; -akāidden başlıyor- İslâm’dan bir tâviz vermeyen.

غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّالِّينَ

(“Gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil.” [el-Fâtiha, 7])

Dalâlettekilere uymayan, İslâm şahsiyetini, İslâm karakterini muhafaza eden. Onun için her türlü mücadeleye giren. Küffâra karşı şiddetli, bir tâvizi olmayan.

Efendimiz ibadette bile onlara benzememeyi bildirdi. 10 Muharrem’de yahudîler de oruç tuttuğu için, -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“Bir gün evveli, bir gün sonrası da tutalım.” buyurdu. “Benzemeyelim.” buyurdu. (Bkz. Ahmed, I, 241; Bezzâr, no. 1052; Heysemî, III, 188)

Demek ki burada, akāidin ilk şartı, Allah ve Rasûl’üne ait bir sadâkat. Demek ki, îman nasıl başlıyor; “Lâyığına muhabbet, müstahakkına nefret.” Tebbet Yedâ Sûresi bize ne güzel hatırlatıyor bu hâdiseyi.

Demek ki hepimizin vazifesi, ümmet-i Muhammed olarak, İslâm’ın o karakter, o şahsiyetini koruyabilmek, bir îmandan, bir amelden tâviz vermemek. Birinci keyfiyet, akāid.

MÜMİNLER KENDİ ARALARINDA ÇOK MERHAMETLİDİR

İkincisi, bir muâmelât geliyor:

“Mü’minler kendi aralarında çok merhametli.” (Bkz. el-Fetih, 29)

Demek ki Cenâb-ı Hak, bir mü’min kardeşi diğer bir mü’min kardeşe zimmetli olarak, bütün mü’minler birbirine zimmetli.

Diğer bir âyette “بُنْيَانٌ مَرْصُوصٌ” buyruluyor. Bir, Allah yolunda “üst üste konulan kerpiçler” gibi olacak mü’minler. (Bkz. es-Saff, 4)

Ondan sonra gelen âyetin devamında, demek ki Cenâb-ı Hakk’a bir yaklaşma, bir ibadet, ibadetin bir lezzetini duyabilme:

“…Sen onları, rükû ederken, secde ederken görürsün...” (Bkz. el-Fetih, 29) buyuruyor.

Burada bir namazın hakîkati var. Demek ki nasıl bir rükû olacak, nasıl bir secde olacak, Cenâb-ı Hak:

“…Secde et ve yaklaş.” (el-Alak, 19) buyuruyor.

Bu secde ve rükû bizi Allâh’a yaklaştıracak.

Ondan sonra; ne isterler, kalplerinde-yüreklerinde ne vardır bu müminlerin?

“…Fazîlet isterler…” (Bkz. el-Fetih, 29) Yani Allâh’a yaklaşmayı isterler. Rasûlullah Efendimiz’e yaklaşmayı isterler. Ve onun için bütün gayretleri. “…Allah rızâsını ararlar...” (Bkz. el-Fetih, 29) Her amelde Allah rızâsını ararlar. Hayatın bütün muhtevasında Allah rızâsını ararlar.

MÜMİNLERİN NİŞANESİ ALAMETİ NEDİR?

Onların alâmeti nedir, nişanesi nedir?

“Sen onları «مِنْ اَثَرِ السُّجُودِ» onlarda secde alâmetleri var…” (Bkz. el-Fetih, 29) Bir nûrâniyet var, bir huzur hâli vardır.

Bu, Tevrat’taki durum böyle, Efendimiz’in yanındakiler bildirildi. İncil’deki durum ise; orada Cenâb-ı Hak, bir misal veriyor:

Bir bahçıvan bir tohumu eker. Tohuma emek verir. O bir filiz hâline gelir. Filiz hâline geldikten sonra gelişir, kökleşir, kalınlaşır, bu bahçıvanı yani mü’minleri, bu emek verenleri sevindirir. Küffârı ise öfkelendirir. (Bkz. el-Fetih, 29)

Cenâb-ı Hak, böyle Allah yolunda gayret edenler, kendini Allah yolunda bezledenler, cömertçe sarf edenler için, Cenâb-ı Hak onlara ne vaat ediyor?

“…Onlar îman ederler, amel-i sâlih işlerler. Cenâb-ı Hak onlara büyük bir mükâfat…” (Bkz. el-Fetih, 29) Cenâb-ı Hak ihsan etmiş oluyor.

Cenâb-ı Hak -inşâallah- cümlemizi bu, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’le beraber olmayı cümlemize nasip eylesin. İbadette O’nun gibi olabilmeyi, mümkün değil de yaklaşabilmeyi; muâmelâtta, ibadet, muâmelât, zarâfet, incelik, hassasiyet, rikkat, vefâ, vesâire. Hak-hukuk, hukuk tevziinde, yani hayatımızın her safhasında bir “üsve-i hasene” -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, “örnek şahsiyet”. Onun için bir salevatla başlayalım.

Ol Seyyidü’l-Kevneyn Muhammed Mustafa’ya salevat!..

اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلٰى اٰلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ

Ol Rasûlü’s-Sekaleyn, ins ve cinnin peygamberi Muhammed Mustafa’ya salevat!..

اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلٰى اٰلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ

Ol İmâmü’l-Harameyn, Mekke-Medîne’nin imâmı Muhammed Mustafa’ya salevat!..

اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلٰى اٰلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ

Ol Ceddü’l-Haseneyn, Hazret-i Hasan ve Hüseyin’in Efendilerimiz’in mübarek ceddi Muhammed Mustafa’ya salevat!..

اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلٰى اٰلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ

İnşâallah nâil olacağımız Rabîulevvel Ayı, Fahr-i Kâinat Efendimiz’le cihânın şereflendiği mübarek bir ay. İnşâallah bu ay, başta dînimiz, îmânımız, vatanımız, milletimiz, bütün İslâm dünyasına bereket ve rahmet olur inşâallah.

Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri’nin mürşidi Üftâde Hazretleri vardır. O buyuruyor ki;

Îsâ -aleyhisselâm-’ı Cenâb-ı Hak çok sevdi, onu semâya ref etti. Fakat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- «رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ» (âlemlere rahmet), O’nun bedenini dünyada bıraktı ki, o kıyamete kadar bir rahmet olsun.”

Öyle bir işârî mânâ veriyor.

Âyet-i kerîme:

“Sen onların içinde iken, onlara azap gelmez. Onlar istiğfar ederlerken yine onlara Cenâb-ı Hak mağfiret eder, azap gelmez.” (Bkz. el-Enfâl, 33)

İnşâallah, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- gönlümüzde olacak -inşâallah-. Her an gönlümüzde O’nu taşıyacağız. Çünkü bu, Cenâb-ı Hakk’ın bize en büyük hediyesi. Bir bedel ödeyerek biz 124.000 peygamberin en yücesine biz nâil olmadık. Cenâb-ı Hak lûtfetti, lûtfen… Fakat;

ثُمَّ لَتُسْئَلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّعِيمِ

“…Verdiğimiz nîmetlerden sorulacaksınız.” (et-Tekâsür, 8) buyuruyor. En mühim, O’na lâyık bir ümmet olabilmek.

Efendimiz buyuruyor:

“Ben diyor, kabrimde diyor, İsrâfil Sûr’u üfleyinceye kadar «ümmetî, ümmetî» diyeceğim.” buyuruyor. (Bkz. Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, XIV, 414)

“Güzel amelleriniz bana gelir, memnun, mesrur olurum buyuruyor. Uygun olmayan amelleriniz gelir, sizin için istiğfâr ederim.” buyuruyor. (Heysemî, IX, 24)

PEYGAMBER EFENDİMİZ (S.A.V) VEDA HUTBESİNDE ÜMMETİNDEN NE TALEP EDİYOR?

Yani bir annenin-babanın şefkatinden daha öteye...

Fakat Rasûlullah Efendimiz bir şeyi talep ediyor ümmetinden, Vedâ Hutbesi’nde;

“Sakın (diyor, mücrim olarak diyor, günah işleyerek diyor) benim, kıyamet günü yüzümü kara çıkartmayın.” buyuruyor. (Bkz. Müslim, Hac, 147; Ebû Dâvûd, Menâsik, 56)

Velâdet kandilini, bu Rabîulevvel Ayı içindedir. Günü hakkında ihtilâf vardır. Fakat en ziyade, on ikinci gün, on ikinci gece olarak bildirilir. Velâdet kandilini idrâk etmek, her şeyden önce, Fahr-i Kâinat Efendimiz’e ümmet olmanın sevinç ve vecdi ve huzuru içinde bulunmak. O’nu unutmamak. O’nun için bol-bol salevât-ı şerîfe getirmek, O’nun bütün o hâllerini düşünebilmek:

“Benimle Rasûlullah arasındaki mesafe ne kadar? Ashâb-ı kirâmla arasında ne kadardı mesafe, benimle aramdaki ne kadar?..”

Kendini bu şekilde bir mîzân edebilmek…

Efendimiz Cenâb-ı Hakk’ın insandaki eşsiz bir mûcizesi, bir sanat harikası, insanda bir sanat harikası. Hayatıyla Kur’ân-ı Kerîm’in canlı bir tefsiri. Güzel ahlâkın en güzel, zirve timsâli. O “Kur’ân-ı nâtık”tır (konuşan Kur’ân’dır). O’nun sünneti Kur’ân’dan sonra dînin ikinci kaynağıdır. Zira Cenâb-ı Hak:

“O hevâsından konuşmaz.” (en-Necm, 3) buyuruyor.

Yani lâfzen kendisinden, mânâ olarak Cenâb-ı Hak’tan.

Dolayısıyla Efendimiz olmadan İslâm lâyıkıyla anlaşılmaz. O’nu tanımadan İslâm’ı lâyıkıyla anlayamayız, derinliğini kavrayamayız, özünü idrâk edemeyiz İslâm’ın.

Onun için, bunu çok iyi bildikleri için İslâm düşmanları, kalplerdeki Sünnet-i Seniyye hassasiyetini zayıflatmaya maalesef çalışıyor günümüzde. Kur’ân’ın fiilî bir tefsiri olan Siyer-i Nebî, Efendimiz’in hayatı, hadislere karşı sinsi bir -maalesef- bugün bir mücadele hâlindeler.

İnşâallah bizlere düşen de Sünnet-i Seniyye’nin her safhasına…

Evliyâullâh’a baktığımız zaman, o kadar derinleştirmiş ki, meselâ İmâm-ı Rabbânî Hazretleri:

“–Oğlum diyor talebesine, karanfil getir.” diyor. O da getiriyor.

“–Oğlum diyor, Allah teki sever diyor, niye tek getirmedin?” diyor.

Nasıl bir Sünnete ittibâ!..

Demek ki Rasûlullah Efendimiz’i, zirveleştikçe kalpler, o zaman Rasûlullah Efendimiz’i tanımaya başlıyor ve râm oluyor.

Abdullah bin Deylemî Hazretleri, tam bir sünnete bağlı ve teslîmiyetle bağlılığın ehemmiyetini söyle ifade eder;

“Dînin zayıfladığı, gücünün kaybolmaya başladığı, başlangıcı; Sünnet’in terk edilmesiyle olacaktır. Halatın lif-lif çözülüp nihayetinde kopması gibi, dîn de sünnetlerin bir-bir terk edilmesi ile ortadan kalkar.” (Dârimî, Mukaddime, 16)

Onun için muhterem kardeşler! Yani ben kendime söylüyorum baştan; hayatımızın her safhasında Rasûlullah Efendimiz’in hâli ile kendimizi bir mîzan etme durumundayız. İbadet hayatı, ticaret hayatı, aile hayatı, evlâtlarımızı-yavrularımızı yetiştirme vesâire, İslâm’ın derdi ile dertlenme, müslümanların derdi ile dertlenme vesâire…

Allâh’a muhabbet deryasına götürecek olan yegâne rahmet, muhabbet pınarı, Efendimiz’dir…

İslam ve İhsan

REBİÜLEVVEL AYI NE ZAMAN?

Rebiülevvel Ayı Ne Zaman?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.