Peygamberimizin Vefatından Sonra Neler Yaşandı?

Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in vefatından sonra neler yaşandı? Peygamberimizin (s.a.v.) vefatının müslümanlar üzerindeki etkileri neler olmuştur? İşte Peygamberimizin (s.a.v.) vefatının ardından sahabenin hali...

Resûlullâh (s.a.v.) vefât edince Hazret-i Fâtıma:

“Ey babacığım! Rabbine ne kadar da yakınsın! Ey Rabbin dâvetine icâbet eden babacığım! Ey makâmı Firdevs Cenneti olan babacığım! Ey vefâtını Cibrîl’e haber verdiğimiz babacığım!” diyerek ağladı. Efendimiz defnedildikten sonra da Hazret-i Enes’e:

“–Ey Enes! Resûlullâh’ın üzerine toprak atmaya gönlünüz nasıl râzı oldu!” dedi. (Buhârî, Megâzî, 83; Dârimî, Mukaddime, 14)

Hazret-i Enes bu suâle edeben cevap vermedi, fakat lisân-ı hâl ile: “Hayır yâ Fâtıma! Gönlümüz hiç râzı olmadı, fakat biz Resûlullâh’ın emrine imtisâlen kendimizi zorlayarak bu işi yaptık.” dedi. (Kâmil Mîras, Tecrîd Tercemesi, XI, 25)

ACI HABER

Resûlullâh’ın (s.a.v.) vefâtı üzerine Müslümanlar mescidde ağlamaya başladılar. Hazret-i Ömer:

“Hiç kimsenin «Muhammed aleyhissalâtü vesselâm öldü!» dediğini duymayayım! Yoksa kılıcımla boynunu vururum! Resûlullâh, Mûsâ’nın aleyhisselâm bayıldığı gibi bayılmıştır!...” diyerek konuşmaya devâm etti, öyle ki konuşa konuşa ağzı köpürdü.

Hazret-i Ebûbekir, acı haberi alınca hemen atına binip Medîne’ye geldi. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in yüzünü açtı. Sonra üzerine kapandı, ağlayarak alnından öptü ve:

“Vallâhi, Resûlullâh vefât etmiş! İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn: Bizler Allâh’a âidiz! Allâh’ın kullarıyız! Ve bizler yine O’na dönücüleriz! Babam, anam Sana fedâ olsun! Allâh’a yemin ederim ki Allâh Sana hiçbir zaman iki kere ölüm acısı tattırmayacak! Sen bir kere ölmüş ve mukadder olan ölüm geçidini geçmiş bulunuyorsun! Bundan sonra Sen’in için bir daha ölmek yoktur! Vâh benim Peygamberim!” dedi, eğilip Varlık Nûru Efendimiz’in yüzünü öptü. Başını kaldırdıktan sonra:

“Vâh benim dostum!” dedi ve eğilip Âlemlerin Efendisi’nin alnından öptü. “Vâh benim güzîdem, seçkinim!” dedi, tekrar alnından öptü ve:

“Sen sağ iken de güzeldin, vefâtından sonra da güzelsin! Sen’in sağlığın da vefâtın da ne güzel!” diyerek Allâh Rasûlü’nün (s.a.v.) yüzünün örtüsünü örttükten sonra dışarı çıktı. Hazret-i Ömer, hâlâ Peygamberimiz’in vefât etmediği yönündeki konuşmasını sürdürüyordu. Hazret-i Ebûbekir ona:

“–Otur artık ey Ömer!” dedi.

“RESULULLAH VEFAT ETMİŞTİR!”

Hazret-i Ömer oturmaya yanaşmadı. Hazret-i Ebûbekir, sözünü iki üç kere tekrarladı ve konuşmaya başladı:

“Allâh Teâlâ, Peygamberine daha aranızda iken vefât haberini vermişti. Sizlerin de (eceliniz gelince) öleceğinizi haber vermiştir. Resûlullâh vefât etmiştir! Sizlerden de hiç kimse sağ kalmayacaktır. Kim Muhammed’e tapıyor ise bilsin ki, Muhammed aleyhissalâtü vesselâm vefât etmiştir! Kim de Allâh’a ibâdet ediyorsa, hiç şüphesiz Allâh Hayy’dır, ölümsüzdür! Allâh Teâlâ:

«Muhammed, bir Resûl’dür. O’ndan önce de Resûller gelip geçmiştir. Şimdi O, ölür veya öldürülürse, ökçenizin üzerinde gerisin geriye dönecek misiniz? Kim, böyle iki ök­çesi üzerinde ardına dönerse, elbette ki Allâh’a hiçbir şeyle zarar vermiş olmaz. Allâh, şü­kür ve sebât edenlere mükâfat verecektir.» (Âl-i İmrân, 144) buyurmuştur.”

İnsanlar bu âyeti işitince Peygamber’in (s.a.v.) vefât ettiğine artık iyice kanaat getirdiler. O derece şaşkınlığa düşmüşlerdi ki Hazret-i Ebûbekir okuyuncaya kadar, bu âyetin nâzil olduğunu bilmiyor gibiydiler.

Hazret-i Ömer der ki:

“Vallâhi o güne kadar bu âyeti sanki hiç işitmemiş gibiydim! Onu Ebûbekir’den dinleyince dehşet içinde kaldım. Ayaklarım beni tutmaz olmuştu. Dizlerimin bağı çözüldü ve bulunduğum yere yığılıverdim.” (İbn-i Sa’d, II, 266-272; Buhârî, Meğâzî, 83; Heysemî, IX, 32; Abdürrezzâk, V, 436)

Hazret-i Ömer, Hazret-i Ebûbekir’in konuşmasından sonra Resûlullâh’ın (s.a.v.) üzerine eğilip alnından öptü. Ağlayarak şöyle hitâb ediyordu:

“Babam, anam Sana fedâ olsun yâ Resûlallâh! Üzerine dayandığın hurma kütüğü, minber edindiğin zaman Sen’in ayrılığına dayanamayarak inlemeye başlamış, elini onun üzerine koyunca susmuştu. Oysa ki ümmetin Sen’in ayrılığına ağlayıp sızlamaya ondan daha lâyıktır!

Babam, anam Sana fedâ olsun yâ Resûlallâh! Rabbin:

«Kim Resûlullâh’a itaat ederse Allâh’a itaat etmiş olur…» (en-Nisâ, 80) buyurarak Sana itaati kendisine itaat saymakla, katındaki üstünlüğünü son dereceye ulaştırmıştır!

Babam, anam Sana fedâ olsun yâ Resûlallâh! Allâh, Sen’i Peygamberlerin sonuncusu olarak gönderdiği hâlde, Sana îman ve yardım etmeleri husûsunda önceki peygamberlerden ahd ü mîsâk almakla[1] Sen’in kendi katındaki fazîletini son dereceye ulaştırmıştır!

Babam, anam Sana fedâ olsun yâ Resûlallâh! Cehennem halkının, azâb edilirlerken:

«…Eyvâh! Keşke Allâh’a itaat etseydik, Rasûlullâh’a itaat etseydik!» (el-Ahzâb, 66) diyerek Sana itaatin hasretini çekmeleri, Sen’in Allâh katındaki fazîletini son dereceye ulaştırmıştır!” (Kastallânî, II, 492)

HIÇKIRA HIÇKIRA OKUNAN EZAN

Ümmü Seleme vâlidemiz şöyle anlatır:

“Resûlullâh’ın vefât ettiği gün, çevresinde toplanıp ağlıyorduk. O gece uyumamıştık. Allâh Rasûlü evimizdeydi, O’na bakarak tesellî oluyorduk. Seher vakti kazma seslerini duyunca feryâd ettik. Mesciddeki cemaat de feryâd ü figân etti. Medîne tek bir çığlıkla sarsıldı. Hele Bilâl’in ezân okuyup da; «Eşhedü enne Muhammede’r-Resûlullâh” diye Resûlullâh’ın ismini söylerken hıçkırarak ağlaması teessürümüzü iyice artırdı. İnsanlar kabre girmek için hucûm edince içerdekiler kapıyı kapattı. O ne yaman bir musîbetti. Ondan sonra herhangi bir belâya uğradığımızda Resûlullâh’ın vefâtını hatırlayarak o musîbete ehemmiyet vermezdik.” (İbn-i Kesîr, el-Bidâye, V, 256)

Resûlullâh’ın (s.a.v.) ayrılığı sahâbe-i kirâma çok ağır gelmişti. Çünkü O’nu her şeyden ve herkesten daha çok seviyorlardı. Bu sebeple ashâb içinde O’nu görmeyen gözü, O’nu işitmeyen kulağı ve O’nun yaşamadığı bir hayâtı istemeyenler vardı. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz onların bu hâlini şu hadîs-i şerîfleriyle daha önceden bildirmişlerdi:

“Muhammed’in nefsini kudret elinde bulunduran Allâh’a yemin ederim ki, gün gelecek beni göremeyeceksiniz. O zaman sizden birine, beni kendisiyle berâber görmesi, âilesinden ve malından daha sevimli ve makbul olacaktır.” (Müslim, Fedâil, 142; Buhârî, Menâkıb, 25)

Onlar tekrar Allâh Resûlü (s.a.v.) ile birlikte olacakları ve Âlemlerin Efendisi’ni yeniden görebilecekleri günlerin beklentisi içinde hayatlarını tamamladılar.

Dipnotlar:

[1] Bkz. Âl-i İmrân, 81. [2] Buhârî, Teheccüd, 33; Savm, 60; Müslim, Müsâfirîn, 85; İbn-i Mâce, Sadakât, 10; Darimî, Savm, 38; Ahmed, V, 159; İbn-i Sa’d, IV, 229.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Muhammed Mustafa 2, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

HZ. MUHAMMED (S.A.V.) KİMDİR?

Hz. Muhammed (s.a.v.) Kimdir?

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN SON ANLARI VE DEFNEDİLİŞİ

Peygamber Efendimiz’in Son Anları ve Defnedilişi

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.