Sahâbe Gibi Yaşamak: En Güzel Kulluk Nasıl Olur?

Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) yetiştirdiği sahâbe nesli, îman, ihlâs, ahlâk ve hizmet anlayışıyla İslâm’ı en güzel şekilde temsil etti. Peki, sahâbe gibi yaşamak ne demektir? Bir mü’min, kullukta nasıl o kıvama erişebilir?

Cenâb-ı Hakk’ın en güzel bir kıvamda bizzat yarattığı Âdemoğluna bu yaratılıştan sonraki en büyük ikramı, peygamberler göndermesidir. Bütün peygamberler gönderildikleri toplumlara her şeyden önce Yaratıcı’yı tanıyıp O’na kulluk etmeyi öğretmişler, sonra insanın hemcinsleri ve kendi dışındaki mahlûkatla ilişkilerinin murad-ı ilâhî ölçüleri içinde nasıl olması gerektiğini tebliğ etmişlerdir.

Ümmet-i Muhammed için Hakk’ın en büyük lütfu son peygambere muhatap olmaktır. Âyet-i Celîle’de şöyle buyurulur: “Andolsun ki, Allah mü’minlere kendi içlerinden, onlara âyetleri okuyan, onları arıtıp tertemiz yapan, onlara Kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur.” (Âl-i İmrân, 164)

Allah Teâlâ, büyük bir lütuf olarak taltif ettiği Rasûlünü mü’minler için “Üsve-i Hasene-en güzel bir örnek” olarak tarif etmiştir. Kulun; Rabbi, diğer insanlar ve kendi dışındaki bütün varlıklarla ilişkilerinin en güzel kıvamda nasıl yaşanabileceğinin ihsan olarak ifade edilen en güzel örnekleri şüphesiz Habîbi Kibriyâ Efendimizde tezâhür etmiştir. O Nebîler Sultanı’nın insanlığa en büyük ikramı ise, bir câhiliyye toplumunu saadet toplumuna dönüştüren örnek bir nesil yetiştirmesidir.

SAHABE GİBİ YAŞAMAK

“Kişi sevdiği ile beraberdir” nebevî beyanını hayatlarının en büyük iltifat ve ikramı olarak gören sahâbe nesli, Efendimiz tarafından kendilerine tevdi edilen her hizmeti en güzel şekilde ifâ edecek bir donanıma sahipti. Bu donanımın ilk adımı ise, Sertacü’l Enbiyâ Efendimiz’e olan kalbî bağlılıkları ile amelî ve hal beraberlikleri idi.

Akıl, ilim ve zekâ temsili olan bu nesil, İslâm’ı öğrenmek ve tebliğde, nebevî mesajı taşımakta, ticarî hayatı tanzimde, yaşadıkları asrın bütün siyasî liderlerine İslâm hakikatını ulaştırmakta üstlendikleri görevleri en güzel şekilde îfa etmeye muvaffak olmuşlardı. Zira Efendimiz onlara yaptıkları her iş için bir ölçü koymuştu: “Allah amel sahibinin, yani iş adamının bir iş yapınca iyi ve güzel yapmasını sever.” (Taberânî)

İhsan Kıvamında Bir Nesil

Bir mü’minin en önemli özelliği olması gereken ihsan; birçok mânâyı ihtiva eden cami bir kavramdır:

İlk mânâda iyilik etmek olarak ifade edilmesi ile yapılan her işte toplumun içtimai düzeninin düşünülüp korunmasını hedefleyen yüce bir düsturdur ki, İslâm'da diğergamlık esastır.

İkinci olarak, her işi en güzel şekilde yapmaktır ki, insanın yaptığı her işi güzele ve kemâle götürmesi her an kendini yenileme ve tekâmülü esas almasıdır.

Üçüncü olarak, bir işi gereği gibi bilebilmektir ki, bu da bir mü’minin yaptığı her işte ihtisaslaşmasıdır.

Dördüncü olarak da, “Cenâb-ı Hakk'ı O’nu görür gibi kulluk etmektir” ki, bu bir mü’minin bütün hareketlerinde “Rabbini bizzat görüyormuş gibi davranması, O'nun gizli ve açık her şeyini görmekte, işitmekte ve bilmekte olduğunu düşünmesi ve buna tam bir ihlasla inanmasıdır ki, hayat için her an taze bir kuvvet ve en büyük bir murâkabe amilidir…” (Mahmud Sâmi Ramazanoğlu, Musahabe 5’ten özetle)

En güzel işleri en güzel ve kâmil mânâda yapmayı hayatlarının yüce bir gayesi olarak bilen sahabe nesli, Efendimiz onları hangi alanda görevlendirse o görevi istenilen şekilde ifaya muvaffak oldular.

İlk hicret yurdu olan Habeşistan muhacirlerinin sözcüsü Ca’fer-i Tayyar, Habeş Necâşisine elçisi olduğu Resûl-i Kibriya’yı ve O’nun tebliğ ettiği dini anlatırken, sonraki nesillere müstesna bir elçilik ve sözcülük örneği sergiledi.

Nebiler Efendisi -sallallahu aleyhi ve sellem- tıpkı Câfer bin Ebî Tâlib gibi,

Rûm Kayseri’ne Dıhye bin Halîfe el-Kelbî’yi,

Kisrâ’ya Abdullah bin Huzâfe’yi,

Mısır Mukavkısı’na Hâtıb b. Ebî Beltea’yı,

Yemen’e Vali olarak Muâz bin Cebel’i ve davetçi olarak Selit bin Amr’ı (radıyallahu anhüm ecmaîn) gönderdi. Her biri vazifesini en güzel şekilde ifa etti ve sonraki nesillere kıyamete kadar numune-i imtisal oldu.

Ebu Dücane -radiyallahu anh- Uhud’da; “bu kılıcı hakkını vermek üzere benden kim alır?” diye soran Nebiler Sultanı’na önce bu hakkın ne olduğunu sordu. “Onun hakkı eğilip bükülünceye kadar düşmanla vuruşmaktır” cevabını alınca, “Ben onun hakkını vermek üzere alırım ya Rasûlellah” dedi.

Sahabenin Vasıfları

Tâbiînin neslinin meşhur âlim ve zâhidlerinden Hasan Basrî (r.a.) Hazretleri’ne:

“–Bize Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’in ashâbının vasıflarından bahsedebilir misin!” dediler. O büyük zat Ashâb-ı Kirâmın zikrini işitince göz yaşlarına hâkim olamadı. Bir müddet ağladıktan sonra şöyle buyurdu:

“–Onların sîmâlarında, hâllerinde, hareketlerinde hep hayır ve sadâkat alâmetleri zuhur etmişti. İktisâd sebebiyle elbiseleri kalın ve sert idi. Yürüyüşleri mütevâzı idi. Konuştukları şeyleri yaşarlardı. Yedikleri ve içtikleri hep helâl u hoş idi. İtaat ederek boyun eğmeleri Rablerine idi. Hoşlarına gitse de gitmese de hakkı kabul ederlerdi. Üzerlerindeki hakları dost düşman herkese eda ederlerdi. (Günah korkusu onları yanlış konuşmaktan korurdu.) Gündüzleri susuz geçerdi. Bedenleri nahifleşmişti. Allah’ın rızâsını düşünerek kulların kızmasını hafif görürlerdi. Öfke ânında aşırıya gitmez ve zulmetmezlerdi. Hevâlarına uyarak Allah’ın Kur’ân’daki ahkâmını çiğnemezlerdi. Lisanlarını zikirle meşgul ederlerdi. «Allah’ın dinine yardım edin!» denildiğinde kanlarını cömertçe bezlederlerdi. Allah için borç istendiğinde mallarını cömertçe sarf ederlerdi. Mahlûkâttan korkmazlardı. Ahlâkları güzel idi. Dünyevî ihtiyaçları gâyet az idi. Âhireti kazanabilmeleri için dünyadan az bir mal onlara kifâyet ederdi.” (Ebû Nuaym, Hilye, II, 150)

Bugün yaşadığımız dünyanın en büyük ihtiyacı sahabe misali yetişmiş nesillerdir. Bu ihtiyacı görmek isteyenler îmanda, amelde, ahlâkta ve İslâmî gayretlerde, sahabi neslinin taşıdığı zâhirî ve bâtınî güzelliklerini kendine gâye edinmelidir.

Kaynak: Abdullah Sert, Altınoluk Dergisi, Sayı: 473

İslam ve İhsan

SAHABE NASIL BİR HAYAT YAŞADI?

Sahabe Nasıl Bir Hayat Yaşadı?

GÜNÜMÜZDE SAHABE GİBİ YAŞAMAK MÜMKÜN MÜ?

Günümüzde Sahabe Gibi Yaşamak Mümkün mü?

ASHABIN İMAN HEYECANI İLE İLGİLİ ÖRNEKLER

Ashabın İman Heyecanı ile İlgili Örnekler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.