Örnek Samimi Müslümanlar

Bugünün Müslümanının sahabe neslinden alması gereken iki haslet bulunmaktadır. Bunlardan birincisi mîzâcı ve meşrebi ne olursa olsun bütün Müslümanları sevmek ve onlara karşı samimi olmaktır. İkincisi de Müslümanlar arasındaki siyasi ihtilaflardan uzak durup, Müslümanlarla uğraşmayı terk etmektir.

Samimiyet sadece iki kişi arasındaki arkadaşlığın derinliğini ve sıcaklığını ifade eden bir kelime değildir. Aynı zamanda karşılaştığı, arkadaşlık ve komşuluk ettiği herkese karşı iyi duygular besleyip ve onların hayrını murâd etme anlamına gelmektedir. “Din nasihattır” buyuran gönüller sultânı Efendimiz de samimiyet örneği güzel insanlar yetiştirmiştir. Yetiştirdiği yıldızlar içinde Yemen’lilerin ayrı bir yerinin olduğunu söylemek mübalağa değildir. “İman Yemenli, hikmet de Yemen’lidir” hadisini[1] çoğumuz duymuştur. «İnce ruhlu, engin gönüllü insanlar”[2] diyarıdır Yemen.

İLİM, HİKMET, MARİFET VE SAMİMİYET SAHİBİ İNSANLAR

Medeniyetler beşiği bu topraklar, Peygamber sevdalısı yiğitlerin de harman olduğu diyarlardan biridir. Ebu Musa el- Eş’arî, Ebu Hüreyre, Imran b. Husayn gibi ilim, hikmet, marifet ve samimiyet sahibi insanlar buradan çıkmıştır. Peygamber’i bağrına basan ve ensâr olarak isimlendirilmeyi hak eden Evs ve Hazrec’in de Yemen’den vaktiyle gelip Medîne’ye yerleşmiş birer kabile olmaları, üzerinde düşünmeyi hak eden bir tafsilattır. Yemen’de yetişmiş Peygamber âşıklarından biri de Cerir b. Abdullah el- Becelî (r.a.)’tır. Mekke’nin fethinden sonra Müslüman olmuş, Resul-i Ekrem tarafından memleketine gönderilecek müfrezenin başına kumandan tayin edilmiştir. Peygamber ile uzun süre beraber olabilmiş bir sahabi değildir. Hz. Peygamber’in vefatına az sayılabilecek bir zaman kala İslam’la şereflendiği halde, kısa sürede ondan çok şey elde etmiştir.

Cerir, güzel konuşan, sözü sohbeti dinlenen yakışıklı bir gençti. Onu görenler “bu ümmetin Yusuf’u” derdi[3]. Hayatta karşılaştığı her şeye ibretle bakan, hikmetle konuşan bir sahabi idi. “İnsanlara merhamet etmeyene, Allah merhamet etmez” hadisini[4] cihanşümul bir İslam prensibi olarak hep söylerdi.

PEYGAMBERİMİZ BENİ HER GÖRDÜĞÜNDE GÜLÜMSEDİ

Cerir’in Hz. Peygamber ile samimiyeti de üst seviyede idi. “Müslüman olduğum günden beri Rasûlullah (s.a.v.), beni kapıdan çevirmedi. Beni her gördüğünde mutlaka gülümsedi” derdi[5].

Bir defasında özel sayılabilecek bir soruyu Hz. Peygamber’e sordu. Namahrem yabancı kadınlara istem dışı ani bakış ile ilgiliydi bir soruydu bu. Cerir, soruyu ve cevabını “Rasûlullah (s.a.v.)’a ansızın bir kadına bakmanın hükmünü sordum; gözümü hemen ondan çevirmemi emretti”[6] diyerek anlattı.

Yemen’de “Zülhalesa” adı verilen bir tapınak bulunuyordu. Devs, Has’am ve Becile kabilelerine ait putlara ev sahipliği ediyordu. Hz. Peygamber putları yerle bir etmek üzere Cerir’i komutan tayin etmişti. Cerir, at üzerinde durmakda zorlandığını söyleyerek dua talebinde bulundu. Cenab-ı Peygamber de göğsüne vurarak duâ etti. Gerçekten de Cerir, yolculuğunda sıkıntı çekmedi. Yüz elli kişilik bir seriyye ile yola çıktı. Aldığı görevi de hakkıyla yerine getirdi[7]. Ahmes kabilesinde Ebu Ertat isimli bir adamı müjdeyi vermek üzere Hz. Peygamber’e gönderdi[8].

Cerir’i öne çıkaran bir hususiyet de, onun Müslüman olurken Hz. Peygamber’e biat etmesidir. “Namaz kılmak, zekat vermek ve her Müslümana karşı samimi olmak üzere Peygamber (s.a.v.)’in otoritesini kabul edip biat ettim” rivâyeti ona aittir.[9] Cerir Müslüman olurken namaz ve zekâtın dışında bir şarta da onay vermiştir. Bu, her Müslüman hakkında iyi şeyler düşünme şartı idi. Cerir bu şarta o kadar önem verdi ki Hazreti Peygamberden öğrendiği bu bilgi hayatı boyunca ona rehberlik etti. Allah Teâlâ ona ilim ve cihâd dolu bir ömür nasip etti. Gittiği her yerde Müslümanlar hakkında iyi duygular beslemenin önemini anlattı. Siyaset erbâbı ile olan ilişkilerinde de bu prensip ona yol gösterdi. Hz. Ali ve Hz. Muâviye arasında cereyan eden siyasi ihtilaflarda herhangi bir taraf tutmadı, köşesine çekildi. İhtilafın sona erip dünyanın uzak diyarlarına fetihlerin başlaması ile birlikte hiçbir cihaddan geri durmamaya çalıştı, büyük kahramanlıklar gösterdi. Hemedan ve Azerbaycan’ın fethine katıldı. Bir gözünü savaşta kaybederek gâzî oldu. Hicretin 51. Yılında Anadolu topraklarında ve Gaziantep ili sınırları içinde olduğu tahmin edilen Karkîsiye’de gurbette vefat etmiştir.

PEYGAMBER'E HİZMET EDENLERE HİZMET ETMEK GEREKİR

Cerir b. Abdullah (r.a.) ensarı çok severdi. “Peygamber’e hizmet edenlere hizmet etmek gerekir” düşüncesindeydi. Bir defasında Enes b. Mâlik (r.a.) ile yolculuğa çıkmıştı. Enes yolculuk esnasında ne zaman hizmet etmek istese engel oldu. Yaş olarak daha büyük olmasına rağmen kendisi ona hizmet etti. Enes, kendisine “böyle yapma” deyince[10] şunları söyledi: “Ensarın Rasulullah’a yaptıkları hizmeti gördüğüm için dayanamıyorum, onlardan hangisini görsem hizmet ediyorum”[11].

Kendisi, Basra valisi iken vefat eden Muğire b. Şu’be’nin cenazesinde bir konuşma yapmıştı. Konuşmasında Resul-i Ekrem Efendimizle bir hatırasını anlattı: Ben Peygamber (s.a.v.)’e gelip: ‘Müslüman olmak üzere sana bey’at edeceğim’ dedim. Şart ettiği şeyler arasında her müslümâna hayırhah olmak da vardı. Ben de bu şart üzerine bey’at ettim. ‘Şu mescidin Rabb’ına yemîn ederim ki, ben hepinizin iyiliğini arzu etmekteyim’ dedi[12].

Cerir b. Abdullah (r.a.) her Müslümanın hayrını ve iyiliğini istemede o kadar arzuluydu ki hayatında “hayırhah olmanın” bütün gereklerini yerine getirirdi. Mesela bir defasında kölesine para vererek at satın almasını istedi. Kölesi 300 dirheme bir at satın aldı. Atı görünce “bu at daha fazla eder” dedi. Sahibine giderek artırmasını istedi. 800 dirheme kadar çıkardıktan sonra satışı kesinleştirdi. Neden böyle davrandığını soranlara “ben Hz. Peygamber’e her Müslüman hakkında hayırhah olmak üzere söz verdim” dedi[13].

İYİ NİYETLİ VE HAYIRHAH OL!

Cerir, devlet başkanından en alt seviyede memura kadar ülkedeki tüm memurlara iyi niyetli ve hayırhâh olunmasını isterdi. Mesela zekât toplamak üzere görevlendirilen memurlara iyi davranılmasını, onların hoşnut olarak ayrılmalarını söylerdi. “Size zekât memuru geldiğinde, sizden ay-rılırken gönlü hoşnut olarak ayrılsın” hadisini[14] naklederdi.

Günümüzde Muhammed Ümmeti, içtimâî bünyeyi ve tesânüdü sarsıcı, akla hayale gelmedik hâricî tehditlerle karşı karşıyadır. Bugünün Müslümanının Cerir b. Abdullah(r.a.)’ın kişiliğinde sahabe neslinden alması gereken iki haslet bulunmaktadır. Bunlardan birincisi mîzâcı ve meşrebi ne olursa olsun bütün Müslümanları sevmek ve onlara karşı samimi olmaktır. İkincisi de Müslümanlar arasındaki siyasi ihtilaflardan uzak durup, Müslümanlarla uğraşmayı terk etmektir. Müslümanlarla uğraşmak yerine İslam düşmanlarıyla uğraşmak; sahabenin örnek alınması gereken tarzı bu olsa gerektir. Cerir (r.a.), Hz. Ali ile Hz. Muâviye arasındaki ihtilafta her iki tarafı da iyice dinledikten sonra bir süre köşesine çekildi. O dönemde Müslümanların içtimâî bünyesi, parçalanma tehdidini bertaraf edecek kadar sağlamdı. Siyasi bütünlük sağlandığında fetihler başladı, Cerir hiçbirisinden geri durmadı.

SAHABENİN BİRBİRİNE KARŞI BESLEDİĞİ DUYGULAR

Sahabenin birbirine karşı ne kadar iyi duygular beslediğini gösteren şu misal de manidardır.

Tâbiinden Ebu Minhal el- Bünânî (ö. 106) anlatıyor: Berâ b. Azib(r.a.)’e madeni para değiş tokuşu hakkında bir soru sordum. Bana “Zeyd b. Sâbit’e sor o benden daha hayırlı ve daha iyi bilendir” dedi. Zeyd b. Sabit (r.a.)’e sordum, “Berâ’ya sor o, o benden daha hayırlı ve daha iyi bilendir” dedi. Sonuçta ikisi de birlikte: “Rasûlullah (s.a.v) altın ve gümüşü veresiye bozdurmayı yasak etti” dediler[15]. Gökteki yıldızlar gibi ümmete yol gösteren bu güzel insanlar, tevazu ve samimiyette de muhteşem bir tabloyu yansıtıyorlardı.

Cerir b. Abdullah (r.a.) yüz civarında hadisi ümmete emanet bırakarak ayrılmıştır. Rivâyet ettiği hadisler içinde gönlünü ve tüm hayatını katarak taşıdığı rivâyet “Her Müslüman hakkında samimi duygular beslemekle ilgili”[16] olandır. Allah Teâlâ onun samimiyetinden hisseler almayı cümlemize nasip eylesin.

Dipnotlar: 1) Buhârî, Menâkıb, 1.  2) Müslim, Îman, 82.  3) Mustafa Fayda, “Cerir b. Abdillah” md., DİA, VII, 411.  4) Müslim, Birr ve Sıla, 23 5) Müslim, Fedail: 27; İbn Mâce, Mukaddime: 17. 6) Müslim, Edeb: 17.  7) Buhârî, Cihâd, 151.  8) Buhârî, cihad 154, 192; Meğazi 62; Tirmizi, Deavat 18.  9) Müslim, Birr ve Sıla, 23; Tirmizî, Îman, 17; Nesâî, Bey’a: 14.  10) Müslim, Fedâilu’s- sahâbe, 181.  11) Buhârî, Cihâd, 70; Beyhakî, Sunen, V, 257.  12) Buhârî, Îman, 40.  13) Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Muslim Tercemesi ve Şerhi, c. 1., s. 214.  14) Müslim, Zekat: 55; Nesâî, Zekat: 14.  15) Müslim, Müsâkât, 16; Nesâî, Büyû’, 49.  16) Müslim, Birr ve Sıla, 23; Tirmizî, Îman, 17; Nesâî, Beya: 14.

Kaynak: Şemsettin Kırış, Altınoluk Dergisi, Sayı: 394

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.