Neden Hicret Edilir?

Hicret nedir? Neden hicret edilir? Peygamberimiz ve Müslümanlar niçin hicret etmiştir? Sufiler neden hicret eder? Hicretin temel sebebi ve amacı...

Hicret, bir şehirden, bir vatandan, bir toplumdan çıkıp gitmek, yurdunu, toprağını, şehrini ve toplumunu terk etmektir. Niçin? Daha fazla para kazanmak, daha iyi mevkilere gelmek ya da yeni yerleri keşfetmek için mi? Kuraklıktan kurtulmak veya güvenliğe kavuşmak için mi? Bunlara göç denir; hiç birisi hicret değildir. Çünkü hicret, fisebilillah’tır, yani Allah için yapılır. O’nun emrini yerine getirmek, inancını yaşamak amacıyla yapılır.

HİCRET EDEN PEYGAMBERLER

Peygamberler, hicreti yaşayan aktörlerdir. Hz. İbrahim, Hz. Lut, Hz. Nuh hicret eden peygamberlerdir. Hz. İbrahim, hicretler yaşayan bir peygamberdir.

Vatanlarında ve toplumlarında zulme uğrayan, baskıyla karşı karşıya kalan ve göçe zorlanan peygamberler hicret etmişler, kâfirlerin baskı ve şiddetlerinden Allah’a iltica etmişlerdir. Bu nedenle hicret, Allah’a iltica etmektir. Nitekim Kur’an-ı Kerim, “Allah ve peygambere hicret etmek için evinden çıkan” kimselerden bahseder. Onlar kâfirlerin zulüm ve fitneleri, baskı ve korkularından Allah’a sığınırlar. Hz. Musa bunu yapmış, halkı Firavun’un zulmünden kurtarmak için hicret etmiştir. Yine Hz. İbrahim Nemrut’un zulmünden Allah’a sığınmak için hicret etmiştir.

PEYGAMBERİMİZ VE MÜSLÜMANLAR NİÇİN HİCRET ETMİŞTİR?

Hz. Peygamber, Mekke’de her çeşit tehdit ve zulümle karşılaştı. Müslümanlar toplumdan tecrit edildi, zamanlarının en kötü muameleleriyle karşılaştılar. Mekke müşrikleri, hayatı Müslümanlara zehir ettiler. Her çeşit kara propaganda ile İslam’ı boğmanın peşine düştüler. Efendimiz için “şair”, “sihirbaz” ve hatta “deli” bile dediler. Allah, “arzım geniştir” diye seslendi. Arz Allah’ındır. Müşrikler kim oluyor ki bu arzı Müslümanlara dar ediyorlar? Onlara yaşanmaz hale getiriyorlar. Allah, dinini ve peygamberini yok etmek isteyen müşrik topluma karşı Müslümanlara bir yol işaret etti.

Vatan, inancını yaşadığın yerdir. Bütün yeryüzü Allah’ındır. İslamiyet’in ve elçisinin varlığını koruduğu, inancını yaşadığı şehir “geniştir”, “sığınaktır”, “felahtır.” Hicret, Allah’ın ayetidir. İnancın ve imanın boğmaya çalışıldığı zaman da Allah’ın Müslümanlara sunduğu bir yoldur. Bu yola koyulur imanın öncüleri.  Evlerini, bağ ve bahçelerini, sürülerini, şehirlerini ve kabilelerini terk ederler. Bunları inançlarını özgürce yaşamak ve dinlerinin nurunu yarınlara taşımak için yaparlar. Hicret, gerektiğinde bütün dünyayı ret etme davranışıdır.

Hicret, bir huruçtur. Kasvetten, bloke olmaktan, duvarlarla çevrilmekten, engellenmekten, tahakkümden, karanlıktan ve zulümden çıkıştır. Müslümanlar da hicret ile müşriklerin Mekke toplumundan huruç ederler. Teslim olmazlar kâfirlere. Bütün mallarını ve dünyalıklarını terk etme pahasına imanın özgürlüğüne koşarlar. Bu açıdan hicret yeni bir tarihtir, bir dönüşüm anıdır, bir var oluş durumudur, bir doğuştur. Nitekim Müslümanlar, hicret ile tarih sahnesine çıkarlar. Tarihe çıkışlarının başlangıcı hicret olur. Tarih, hicretle yeniden doğar. Yeni bir tarih doğar insanlığın şafağına. Nurla gelen bir tarihtir bu. Adaleti getiren bir tarihtir. Köle ve efendiyi aynı safta buluşturan ve eşit hale getiren bir tarihtir. Hz. Muhammed Mustafa’nın Cemiyet-i Kâmil’ini başlatan bir tarihtir. İslam takvimini, İslam zamanını ve İslam tarihini başlatan bir tarihtir. Hicri yıl, böyle başlar.

AY DOĞDU MEDİNE’YE

Hz. Muhammed (s.a.s.), Medine’ye girer. “Sena tepelerinden ay doğdu üzerimize.” Damların ve ağaçların tepesine çıkan Medineliler böyle seslenir. Hz. Muhammed (s.a.s.), doğan aydır. Onunla Medine’ye gelen İslam nurdur. Allah güneş, peygamberi ay! Ay, nuru sembolize eder. Bu nur, insanları aydınlatacak, kızlar toprağa gömülmeyecek, kadınlar mülkiyet sahibi olacak, fakirler hor görülmeyecek, bütün müminler Allah’ın eşit kulları olacak. Medine toplumu, kabile savaşlarından, Yahudi tüccarların sömürüsünden, Evs ve Hazreçlilerin kavgalarından kurtulacak. Medinelilerin üzerine “ay doğdu”, nur geldi, karanlık son buldu. Saadet asrı yaşadı insanlık. Asr-ı Saadet dendi buna. Cemiyet-i Kâmil’in bütün mefkûreleri bu nebevî sitede ışıldadı.

Şehrin adına Medine-i Münevvere dendi. Medinelilerin “ay doğdu üzerimize” sözleri doğru çıktı. Aydınlanmış Medine doğdu. Allah’ın kelamı ve Rasûlü’nün amelleriyle birlikte cahiliye toplumu gitti, yerine Aydınlanmış Medine geldi. Evs ve Hazreç kardeş oldu. Muhacirler, yani hicret edenler Medineliler tarafından kardeş kabul edildi. Medineli Müslümanlar, Ensar oldu. Tarihte eşine rastlanmayan bir paylaşım görüldü. Aynı kandan, aynı soydan, aynı renkten ve aynı sınıftan gelmeyenler kardeş oldular. Ensar, muhacirlerle her şeyini paylaştı. Dünya tarihinde böyle bir paylaşım hareketine rastlandığı görülmüş değildir. Gönüllü olarak din kardeşine kucak açan ve onunla bütün dünyasını paylaşan bir bilinç, bir iman, bir aşk… İmanın aşkıdır bu. Allah’a ve Peygamberine olan aşkın tezahürü. İnanılan davaya olan aşkın tezahürü.

Hicret, bir yok oluştan kurtuluş ve yeni bir var oluşta tezahür etme hareketidir. İslamiyet, Mekke’de yok olmayla yüz yüze gelirken hicret doğdu. Hicret tamamlanınca da Medine’de var oldu. Yeni bir şafak, yeni bir sabah, yeni bir gün, yeni bir bahar… On iki binlik bir şehirde, bütün insanlığın ve bütün geleceğin saadet toplumu inşa oldu.

ANADOLU’YA HİCRET EDENLER

Hicret, Müslüman bilincinde ve hayatında hep devam eder. İnancını yaşama ve imanını eyleme dönüştürme konusunda zulme uğradığı zamanlarda, imana vatan olacak “geniş arz” aranır. Balkanlarda ve Kafkaslarda bu yüzyılın başında bunlar yaşandı. Küffar, Müslüman topraklara hâkim olunca ve imanları dışlanınca yeniden hicretler başladı. Namusunu korumak, dinini korumak, canını korumak için Müslümanlar Anadolu’ya hicret ettiler. Bu defa Medine Anadolu oldu! Payitaht İstanbul, Medine gibi imanın ve imanlıların sığınak yeri haline geldi. Dar’us-selâm, Dersaadet oldu. Arnavutlar, Çerkezler, Gürcüler, Pomaklar, Boşnaklar… Bütün Müslüman unsurlar küffarın taarruzlarından dolayı hicret yoluna düştü.

Müslümanlar İmparatorluğunu kaybettiklerinden beri inançları ve çektikleri zulümlerden dolayı hicret yolundalar, muhacirler. Anadolu, onlara Ensar oluyor. Yaralarını sarıyor. Memleketini paylaşıyor. Münafıklar, bundan hoşlanmıyor. Fitne tohumları serpiyorlar etrafımıza. Ama payitahtı tutan biz Türkiyeli imanlılar, buna gelmeyeceğiz! Allah’ın “geniş arzı” olmak için mücadele edeceğiz. Hicreti yaşamak durumunda kalan iman ehlini kardeş bileceğiz!

MANEVİ HİCRET

Hicret, aynı zamanda şahsi bir davranış. Sufiler, içinde yaşadığı toplumun kötülüklerinden ve fitnelerinden uzak durmak ve kendi ruhlarını olgunlaştırmak için yaşadığı yeri terk eylerler. Nice dervişler, bu hicreti yaşarlar. İnziva bu açıdan hicrettir. Yani kötülüğü terk, fitneyi terk, ihtirasları terk, dünyeviliği terk... Toprağı, şehri ve insanları terk etmeden de insan hicreti ruhunda da yaşayamaz mı? Ferdi hırslarımızı, bencilliklerimizi, efendilik arayışlarımızı, haksızlıklarımızı terk ederek Allah’a iltica etmek! Şeytandan ve nefsi emareden Allah’a yönelmek. Hicret, fert olarak insanı kâmil olmaya toplum olarak da Cemiyet-i Kâmil’e doğru hareket etmektir.

Kaynak: Ergün Yıldırım, Altınoluk Dergisi, Sayı: 439

İslam ve İhsan

HİCRET NEDİR?

Hicret Nedir?

İSLAM’DA HİCRET VE ÖNEMİ

İslam’da Hicret ve Önemi

PEYGAMBER EFENDİMİZİN MEKKE’DEN MEDİNE’YE HİCRETİ

Peygamber Efendimizin Mekke’den Medine’ye Hicreti

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.