Müslümanın Hediyeleşme Adabı Nasıl Olmalıdır?

Müslümanın hediyeleşme adabı nasıl olmalıdır? Hediyeleşirken nelere dikkat etmeliyiz?

Hediyeleşme, ince rûhlu mü’minlerin ulvî duygularla ikramda bulunarak gönülleri mesrûr ettikleri feyizli ve bereketli bir amel-i sâlihtir. Gönülden yapılan bu ikramlar, insanlar arasındaki muhabbet ve kardeşlik duygularını kuvvetlendirdiği gibi Allâh’ın rızâsını kazanmaya da vesîle olur.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hediyeleşmeyi teşvik eder, her fırsatta hediye verir ve hediye kabul ederdi. Hadîs-i şerîfte şöyle buyrulur:

“Hediyeleşiniz ki birbirinize olan muhabbetiniz ziyâdeleşsin!” (Buhâri, el-Edebü’l-Müfred, 594)

“Birbirinize hediye veriniz. Çünkü hediye, gönüllerdeki dargınlığı giderir...” (Tirmizî, Velâ, 6)

Enes bin Mâlik -radıyallâhu anh- da şöyle derdi:

“Evlâtlarım! Birbirinize ikramlarda bulunup hediyeleşin. Çünkü bu, aranızdaki muhabbeti artıran en kuvvetli müessirdir.” (Buhâri, el-Edebü’l-Müfred, 595)

Hediye vermek; kerem, cömertlik ve ihsan duygularının bir meyvesi ve güzel ahlâkın alâmetidir. Müslüman, ganî gönüllü ve cömert olduğu için hediye vermekten büyük bir lezzet alır. Bir insanı sevindirip duâsını almak, onun için büyük bir huzur kaynağıdır.

Mevlânâ hazretleri buyurur;

Malını mülkünü ver de bir gönül al.

Al da o gönül, mezarda, o kapkara gecede ışık versin sana!

HEDİYELEŞME ÂDÂBINDA DİKKAT EDİLECEK HUSUSLAR

  1. Hediye alırken sadece Allah rızası gözetilerek ihlas ve samimiyetle hareket edilmelidir.

Hediyeleşmede riya, gösteriş ve menfaat beklentisi olmamalıdır. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Allah rızâsı gözetilmeyen hediyelerin kabul edilmesini yasaklamıştır. Hadîs-i şerîflerde şöyle buyrulur:

“Biriniz, kardeşine ödünç para verir de ödünç alan kimse, ona bir şey hediye ederse, kabûl etmesin. Veya bineğine bindirmek isterse ona binmesin. Ancak daha evvel aralarında hediyeleşme ve yardımlaşma cârî ise bu müstesnâ.” (İbn-i Mâce, Sadakât, 19)

“Kim bir kardeşinin işini yapmak için aracı olur, o da buna karşılık bir hediye verirse, hediyeyi kabul ettiği takdirde, fâiz kapılarından büyük bir kapıya girmiş olur.” (Ebû Dâvûd, Büyû, 82/3541)

  1. Hediyeleşme, yakından uzağa doğru olmalıdır.

Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- şöyle demiştir:

“–Yâ Rasûlallah! İki komşum var. Hangisine hediye vereyim?” diye sordum. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Kapısı sana daha yakın olana ver.” buyurdu. (Buhâri, Şüf`a 3, Hibe 16, Edeb 32)

İmkân olduğu takdirde hem yakına hem de uzağa hediye verilebilir.

  1. Hediyeleşme imkânlar ölçüsünde olmalı ve bütçeyi zorlamamalıdır.

Hediyenin maddi kıymetinden ziyâde taşıdığı mana mühimdir. Hediye muhatabı minnete sokacak kadar pahalı olmamalı, “yarım elma gönül alma, çam sakızı çoban armağanı” darb-ı meselleri bu konuda ölçü teşkil etmelidir. Ayrıca hediyeleşmede makbul olan, hediye verilen kimseye en uygun ve onun en çok sevebileceği hediyenin verilmesidir.

Osman Nuri Topbaş Hocaefendi, Muhterem babaları Hâce Musa Topbaş -kuddise sirruh-’ın hediye vermedeki edeb, nezâket ve zarâfetini şöyle ifade eder:

“Muhterem pederim, bir ihtiyaç sahibine nakdî yardımda bulunacağında, onu önce güzel bir zarfa koyar, üzerine de inci tanelerini andıran zarif el yazısıyla özene özene; “İkrâmımızı kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz.” yazardı. Böylece âyet-i kerîmede buyrulan; “...Sadakaları Allah alır...” (et-Tevbe, 104) sırrına riâyetle, zarif bir üslûp sergilerdi.

Aynı zarâfeti, bir hediye verecekleri zaman da gösterir, onu en güzel bir şekilde paket yaptırır, büyük bir nezâketle, incitmeden, iltifat ederek ve gönül alarak takdim ederdi. Böylece merhum pederim:

“…Bir kul, elini sadaka vermek için uzattığında, o sadaka muhtâcın eline geçmeden önce muhakkak Allah Teâlâ’nın eline konmuş olur…” hadîs-i şerîfi mûcibince, verdiğini doğrudan doğruya Allâh’a verebilmenin vecd ve heyecanı içinde, ulvî bir edep ve nezâket gözetirdi.

Hizmetinde bulunanlardan bir kardeşimiz, onun bu gönül hassâsiyetinin bir misâlini şöyle anlatır:

“Üstâdımız Mûsâ Efendi, hediye vermeyi çok severlerdi. Sayısız hediye paketi hazırladığımız günler olurdu. Paketleri de son derece îtinâ ile hazırlattırırlardı. Paket yapmaktan iyice yorulduğumuz zamanlar;

“–Efendim, kendi hânenizde hizmet edenlere vereceğiniz hediyeleri paket yapmadan bir poşet içinde versek olur mu?” diye izin isterdik de;

“–Olmaz, onlara da güzelce paket yapıp verelim.” buyururlardı.”

Zîra Merhum Üstâdımız herkese, kalp pencerelerinin Allâh’a açık olduğu ve rızâ-yı ilâhînin kimin duâsında gizli olduğunun bilinemeyeceği şuur ve idrâkiyle nazar ederdi.

Ayrıca onun hediye seçiminde gösterdiği incelik ve firâset de bambaşkaydı. Nitekim hediye vereceği kimse, takvâ ehli sâlih bir zât ise ona seccâde ve tesbih, ilim erbâbı veya yazar ise kalem-kitap, genç biriyse saat vs. göndererek mutlaka muhâtabının gönül dünyasını dikkate alır, herkese, aldığında muhakkak sevinip memnun olacağı bir hediye takdim etmeyi arzu ederdi.”

  1. Hediyeye mukabil hediye beklememek gerekir.

Ebû Hureyre -radıyallâhu anh- anlatıyor: “Bir bedevi Rasûlullah'a genç bir deve hediye etti. Efendimiz de ona mukâbil altı genç deve verdi. Bedevi, memnun kalmadı. Bu durum Fahr-i Kâinât Efendimiz'e ulaştı. Efendimiz Allâh'a hamd ü senâdan sonra: “Falan kimse bana bir deve hediye etti. Ben ona mukabil altı deve verdim. Buna rağmen memnun olmamış. Allâh'a yemin olsun, şu günden sonra Muhâcirler, Kureyşliler, Ensârîler, Sakifliler veya Devsliler dışında kimseden hediye almamaya azmettim!” buyurdu.” (Tirmizî, Menâkıb, 73)

  1. Hoşuna gitmeyen şey hediye edilmemelidir.

Hediyeleşme husûsundaki mühim edeplerden biri de, hoşumuza gitmeyen ve sevmediğimiz şeyleri hediye etmemektir.

Birgün Peygamber Efendimiz’e keler (kertenkeleye benzeyen sürüngen bir hayvan) hediye edilmişti. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- keleri yemediği için Âişe vâlidemiz, o sırada kapıya gelen bir fakire onu verip veremeyeceğini sordu. Nebiyy-i Muhterem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: “–Onlara kendinizin yemediği şeylerden vermeyin!” buyurdu. (Ahmed, VI, 105, 123)

Abdullah ibni Ömer -radıyallâhu anh- şöyle dedi:

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, minder üzerinde iken bir adam keler yemeyi sordu.

Rasûlullah-i Ekrem Efendimiz:

“–Ben keleri ne yerim, ne de onu haram kılarım!’ buyurdu.” (Tirmizî, Etıme: 3)

  1. Hediyeden dönülmemelidir.

Verilen hediyeyi geri istemek, hediye vermekten vazgeçmek İslâm ahlâkına uygun bir davranış değildir.

Fahr-i Kâinât Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurur: “Birinin bir hediye verip veya ikramda bulunup, tekrar bundan dönmesi helâl değildir. Ancak baba, çocuğuna yaptığı bağıştan dönebilir…" (Ebû Dâvûd, Büyû, 81/3539)

Böyle bir davranış, hakîkaten insanlık haysiyetiyle bağdaştırılamaz. Çünkü bir müslüman, yaptığı iyilikten pişman olmaz ve her hususta Allah Teâlâ’nın rızâsını talep ederek hareket eder.

  1. Hediye küçük görülmemelidir.

Hediyenin büyük veya küçük olmasına değil, verilişindeki ihlâs ve samîmî niyete bakılmalıdır. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Ey müslüman hanımlar! Hiçbir komşu hanım, bir koyun paçası bile olsa, komşusuna vereceği hediyeyi küçük görüp de vermemezlik etmesin!” (Buhâri, Hibe 1)

“Eğer paça veya kürek eti yemeğe dâvet edilsem, derhal giderim. Şayet bana kürek veya paça hediye edilse, hemen kabul ederim.” (Buhâri, Hibe 2)

Köleler, arpa ekmeğine bile dâvet etseler, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bunu küçümsemez, dâvetlerine icâbet ederdi. (Heysemî, IX, 20)

Demek ki alırken de verirken de hediye küçük görülmemelidir. Zîra herkesin maddî durumuna göre hediyeleşmesi âdâbdandır.

  1. Hediye mümkün olduğunca kabul edilmeli ve imkânlar ölçüsünde ona mukabelede bulunulmalıdır.

Hediyeyi kabul ederken;

  1. Helâl yoldan kazanıldığı bilinen hediyeyi reddetmek doğru değildir.
  2. Haramdan kazanıldığı bilinen hediye kabûl edilmemeli; Zîra haram malın zekâtı bile yoktur. Lâkin hediyeleşme sâyesinde o kişiye yaklaşmak irşâda vesîle olacaksa, o zaman hediye kabul edip çok muhtaç olan birine sevap beklemeksizin verilmelidir.
  3. Nereden kazanıldığı bilinmeyen hediye hakkında araştırma yapmaya gerek yoktur. Gönül kırmamak için kabul etmek daha münâsiptir.

Dıhyetü’l-Kelbî, Peygamber Efendimiz’e bir çift mest ile bir cübbe hediye etmiş, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de bunları giymiştir. (Tirmizî, Libâs, 30)

İbn-i Ömer -radıyallâhu anhümâ- anlatır:

“(Babam) Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- satılmakta olan bir atlas elbise gördü. Onu Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e götürüp:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Bunu satın alsanız da heyetler geldiğinde ve cuma günlerinde giyseniz?!” dedi. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:“–Bunu, (âhiretten) nasîbi olmayanlar giyer.” buyurdular.

Daha sonra Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Hazret-i Ömer’e atlastan mâmul bir elbise gönderdi. Hazret-i Ömer gelerek:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Siz ipek hakkında; “Bunu, (âhiretten) nasîbi olmayanlar giyer.” demiştiniz. Sonra bana bunu gönderdiniz. (Acabâ hikmeti nedir?)” dedi. Âlemlerin Fahr-i Ebedîsi:

“–Bunu, sana bizzat giyesin diye göndermedim. Satıp parasıyla ihtiyaçlarını göresin veya bir hanıma giydiresin diye gönderdim.” buyurdular. (Buhâri, Libâs 30)

İpekli elbise giymek erkekler için haramdır, lâkin hanımlara câizdir. Hadîs-i şerîf muktezâsınca, bir erkeğe, ipekli bir hediye gelirse, onu uygun olduğu takdirde hanımına veya kızına vermek üzere kabûl etmesi mümkündür.

Hazret-i Âişe Vâlidemiz:

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hediyeyi kabul eder ve ona mukâbelede bulunurdu.” demiştir. (Buhâri, Hibe, 11)

Hediyeye imkân nisbetinde hediye ile karşılık vermeye çalışılmalıdır. Ancak bu konuda da imkânları zorlayarak sıkıntıya girmek doğru değildir. Hadîs-i şerîfte şöyle buyrulur:

“Size birisi hediye verirse ona karşılık verin, verecek bir şey bulamazsanız kendisine duâ ediniz!” (Ahmed, II, 96)

Ancak hediyenin kabul edilmemesi gereken durumlar olabilir. Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hangi durumlarda hediye kabul edilmemesi gerektiğini de bildirmiştir. Ebû Ümame -radıyallâhu anh-'ın dediğine göre şöyle buyurmuştur: “Kim bir kimseye yardımcı olur, o da buna karşı bir hediyede bulunursa hediyeyi kabul ettiği takdirde, fâiz kapılarından büyük bir kapıya girmiş olur.” (Ebû Dâvûd, Büyû, 82)

Herhangi bir memurun, vazifesine hıyânet edip suistimâlde bulunabileceği düşünülerek, hediye alması yasaklanmıştır. Hattâ devletin zekât ve vergi memurlarının aldığı hediyelerin haram olduğu söylenmiştir. Bu durum, diğer mevkîlerde bulunan memurlar için de geçerlidir. Zîra haram olan rüşveti, nefsin hîlesiyle hediye diye kabul etmek, büyük bir cürümdür. Abdullah bin Amr -radıyallâhu anh- şöyle demiştir: “Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, rüşvet verene de alana da lânet etti.” (Ebû Dâvûd, Akdiye, 4/3580)

Abdurrahmân bin Sa’d -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Ezd Kabîlesi’nden İbn-i Lütbiyye denilen bir zâtı zekât toplamak üzere vazifelendirmişti. Bu zât, vazifesini yapıp Rasûlullâh’ın huzûruna gelince:

“–Şu mallar Siz’indir, şunlar da bana hediye edilenlerdir.” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- minberde ayağa kalktı ve Allâh’a hamd ü senâda bulunduktan sonra şöyle buyurdu:

“…Allah Teâlâ’nın benim idâreme verdiği işlerden birine sizlerden birini vazifelendiriyorum, sonra da o kişi dönüp geliyor ve bana diyor ki; “Şunlar Siz’e âit olanlar; şunlar da bana hediye edilenler.” Eğer o kişi sözünde doğru ise, babasının veya anasının evinde otursaydı da kendisine hediyesi gelseydi ya!

Allâh’a yemin ederim ki, sizden biriniz haksız olarak bir şey alırsa, kıyâmet gününde o aldığı şeyi yüklenmiş vaziyette Allâh’ın huzûruna çıkar...”

Sonra Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ellerini iyice yukarıya kaldırarak:

“Allâh’ım! Tebliğ ettim mi?” buyurdu. (Buhâri, Hiyel 15, Zekât 3)

  1. Gayrimüslimlerle hediyeleşme âdâbına dikkat edilmelidir.

Fahr-i Kâinât Efendimiz, istisnâî durumlar haricinde umûmiyetle müşriklerin ve gayr-i müslimlerin verdikleri hediyeleri de kabul etmezdi ve bunun yasak olduğunu söylerdi. İyaz bin Himar -radıyallâhu anh- anlatıyor: “Rasûlullah’a bir hediye takdim etmiştim. Bana:

“–Müslüman mı oldun?” diye sordu. “Hayır!” dediğimde:

“–Ben müşriklerin hediyesini almaktan nehyolundum!” buyurdu ve hediyemi almadı.” (Ebû Dâvûd, Harac, 35)

Fahr-i Kâinât Efendimiz böyle davranarak İyâz’ı müslüman olmaya teşvik etmek istemiştir.

Lâkin devletlerarası münâsebetlerde durum farklıdır. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, devlet başkanlarından gelen hediyeleri, onların gönüllerini yumuşatarak İslâm’a ısındırmak için kabûl buyurmuştur. Nitekim Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- şöyle der:

“Kisrâ, Rasûlullah Efendimiz’e bâzı şeyler hediye etti. Efendimiz ondan bu hediyeleri kabûl buyurdu. Diğer krallar da O’na hediye gönderdiler, onların hediyelerini de kabûl etti.” (Tirmizî, Siyer, 23/1576)

Enes bin Mâlik’in bildirdiğine göre Rum hükümdârı, Peygamberimiz’e atlastan, altın sırmalı, uzun yenli bir elbise hediye etmişti. Efendimiz onu sırtına giyince halk:

“–Yâ Rasûlallah! Bu, sana semâdan mı indirildi?!” dedi. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Pek mi hoşunuza gitti? Varlığım kudret elinde bulunan Allâh’a yemin ederim ki Sa’d bin Muâz’ın cennetteki mendillerinden bir mendil bile bundan daha hayırlı ve daha güzeldir!” buyurdu.

Sonra da, onu sırtından çıkarıp Hazret-i Câfer’e gönderdi. Câfer -radıyallâhu anh- onu giyince Efendimiz:

“–Bunu sana giyesin diye göndermedim!” dedi. Hazret-i Câfer:

“–Peki onu ne yapayım?” diye sorunca, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Kardeşin Necâşî’ye gönder!” buyurdu. (Ahmed, III, 229)

Yine Hazret-i Peygamber’e Benî Mürre’nin 13 kişilik temsilcileri, Hâris bin Avf başkanlığında gelmişlerdi. Efendimiz onlara:

“–Yurdunuz nasıldır?” diye sordu. Hâris:

“–Vallâhi biz kuraklığa ve kıtlığa uğradık. Hayvanlarımızın soluyacak nefesi kalmadı. Bizim için Allâh’a duâ ediver.” dedi. Bunun üzerine Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Allâh’ım! Onları yağmurunla sula.” diyerek duâ etti.

Benî Mürre temsilcileri Medîne’de birkaç gün oturduktan sonra yurtlarına dönmek istediler. Peygamber Efendimiz’le vedâlaşmaya geldiler. Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-, Hâris bin Avf’ı onlara başkan tâyin etti. Bilâl-i Habeşî’yi çağırarak temsilcilere hediyelerini vermesini emretti. O da, temsilcilerden her birine onar ukıyye, Hâris bin Avf’a da on iki ukıyye gümüş verdi. (İbn-i Sa’d, I, 298)

Netice olarak Fahr-i Kâinât Efendimiz, imkân buldukça dost ve düşman herkese, özellikle gelen heyetlere hediyeler vermeye îtinâ etmiştir. Hattâ son hastalığı sırasında çok ıztıraplı iken bile, gelen heyetlere hediyeler verilmesini emretmiştir. (Buhâri, Cizye, 6)

Vefâtından az evvel yaptığı vasiyetlerinden birinde:“Benim yaptığım gibi siz de gelen heyetlere hediyeler verin!” buyurmuştur. (Müslim, Vasiyet, 20)

  1. Hediyeyi hediye etmek sünnettir.

Fahr-i Kâinât Efendimiz, kendisine gönderilen bir şeyin sadaka mı hediye mi olduğunu sorup öğrenir, şayet sadaka ise onu almaz, ashâbın muhtaçlarına gönderirdi. Çünkü sadakadan istifâde etmek Allah Rasûlü ve âilesine helâl kılınmamıştı. Gönderilen şey hediye ise ondan hem kendisi alır hem de ashâbından muhtaç olanlara verirdi. (Buhâri, Hibe, 5)

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Benî Sâide mahallesinde ashâbı ile birlikte bulunurlarken Sehl bin Sa’d -radıyallâhu anh-’a: “–Ey Sehl, bize su verir misin?” buyurdu. Bunun üzerine Hazret-i Sehl, bir bardak su ikrâm etti. Sehl -radıyallâhu anh-, bu bardağı ömrü boyunca sakladı. Ebû Hâzim -radıyallâhu anh- şöyle anlatmaktadır: “–Sehl bu bardağı çıkarıp bize gösterdi, biz de ondan su içtik. Daha sonra Ömer bin Abdülaziz, Sehl’den bu mübârek bardağı kendisine bağışlamasını ricâ etti. O da hediye etti.” (Buhâri, Eşribe, 30)

Ashâb-ı kirâm, en kıymetli şeyleri dahî gönül rahatlığıyla hediye edebiliyorlardı. Nitekim Sehl -radıyallâhu anh- dünyalara değişilmeyecek kıymetteki bu bardağı hediye etmiştir.

Velhâsıl, hediye alıp vermek Peygamber Efendimiz’in mühim bir sünnetidir. Bu sünneti ihyâ ederek kardeşlik ve yardımlaşma duygularını canlı tutmak, her müslümanın vazifesidir.

Menfaatperestliğin ve dünya muhabbetinin arttığı günümüzde, ihlâs ve muhabbetle gönülden verilen bir hediye, kalplerin kazanılmasında çok büyük bir tesir icrâ edecektir.

Hediye, şayet bir düşmana verilmişse, onun kin ve husûmetini azaltır, hattâ zamanla ortadan kaldırır. Hediye verilen kişi ne dost ne de düşman biriyse, yâni ortada ise daha yakın hâle gelerek dost olur. Dost ise, dostluğu daha da artar. Nitekim Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, yeni müslüman olanların kalplerini İslâm’a daha çok ısındırmak için harp ganimetlerinden ve hediyelerden onlara fazla fazla verirdi.

İslam ve İhsan

PEYGAMBER EFENDİMİZ NASIL HEDİYELEŞİRDİ?

Peygamber Efendimiz Nasıl Hediyeleşirdi?

SÜNNETE GÖRE HEDİYELEŞME

Sünnete Göre Hediyeleşme

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.