Müslümanın İlim ve Tahsile Bakışı

Müslümanın ilim ve tahsile bakışı nasıldır? Doğrudan Kur’ân öğrenme ve öğretmenin, İslâmî ilimlerin, imam-hatip, vaiz, hoca yetiştiren müesseselerin hâmîsi ve sahibi kimdir? Kim olmalıdır?

Cenâb-ı Allah; insanı sâir mahlûkattan, yani hayvanlardan ilimle ayırt etti. Yani insana ilim hususiyeti verdi. Hayvanlara vermedi.

Dolayısıyla;

İlim sahibi olmak bir meziyettir. İlim sahibi olmak, eşyanın hakikatine vâkıf olmakla alâkalı bir husustur. Yani her şeyin gerçeğini öğrenmeye yönelik bir gayrettir. Böyle olunca da bütün ilimler Allâh’a nisbet edilir. İlim Allâh’ın öğrettiğidir. Bize öğreten Allah Teâlâ’dır.

“Bütün isimleri Âdem’e Allah öğretmiştir.” (Bkz. el-Bakara, 31)

Dolayısıyla;

İnsan, Allâh’ın verdiği akılla, yine Allâh’ın bu kâinâta koymuş olduğu düsturları, kanunları ve prensipleri keşfedebilmektedir. İnsan da Allâh’ındır, keşfettiği malûmat da Allâh’ın bizlere lutfettiği malûmattır.

Doğrudan kendisini öğrenmenin haram olduğu şeyler pek azdır. Kendisiyle iştigal etmenin haram olduğu şeyleri öğrenmek de haramdır diyebiliriz. Büyü öğrenmek, birine zarar vermeyi öğrenmek gibi.

İşin özü böyle olunca temelde «dînî ilim ve dinsiz ilim» diye bir ayrım yoktur.

Asıl ayrım şudur:

  • Allâh’a götüren ilimler ve
  • Allah’tan uzaklaştıran ilimler.

Siz astronomi öğrenirsiniz; o bilgi sizi Allâh’a yakınlaştırır. Tıp ilmini bilirsiniz; o tıp ilmiyle Allâh’a yakınlaşırsınız. Diğer taraftan biri fıkıh ilmi bilir, hadis ilmini tahsil eder, ama Allah’tan uzaklaşmıştır.

Bu fark da o ilmin özünden değil;

  • Onun ele alınış şeklinden,
  • Öğretenlerin zihniyetinden,
  • Öğretildiği çevreden ve
  • Kişinin o ilmi ahlâken hazmedip hazmedemeyişinden, o bilgiyle ne yaptığından kaynaklanır.

İlim; insana kendi acziyetini bildiriyorsa ve buna mukabil, insana Allâh’ın azametini, kudretini, sanatını daha ileri, daha güzel bir şekilde öğretiyorsa, o ilim faydalıdır.

Tıp ilminin derinliklerine vâkıf olan kişi, başkalarının idrâk edemediği nice sırları daha yakından görür. Bize göre, konuşmak, yürümek, hazmetmek ne kadar basit şeyler gibi görünüyor. Hâlbuki tıbbı bu faydalı nazarla tahsil eden kişi, bu beden dediğimiz külliyedeki muazzam sistemi görür. Dolayısıyla bildikçe de onun îmânı artar ve güçlenir. Bu yönüyle âyet-i kerîmede buyurulmakta:

“Allah’tan gerçek mânâda korkanlar âlimlerdir.” (Fâtır, 28)

İlim sahibi olmak Allâh’a karşı haşyeti, takvâyı; Allâh’ın karşısında acziyetimizi kavramayı getiriyorsa o ilim, faydalı ilim. Değilse faydasız. Nitekim Cenâb-ı Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

“Faydasız ilimden Allâh’a sığınırım.” (Müslim, Zikir, 73) buyuruyor.

Îmânımızı artırması yanında, tahsil ettiğimiz ilmin bir başka faydası da bir garibanın duâsını almak, bir çaresizin çaresi olabilmek. Sabahtan akşama kadar ağrılar içinde kıvranan bir hastanın acısını dindirmek ne kadar güzel, ne kadar ecirli. Bir baytar da öyle. O da bir hayvancağızın ağrılarını dindiriyor.

Bütün ilim ve teknikler, Allah rızâsı için, Allâh’ın kullarına hizmet için öğrenilir ve tatbik edilirse sevap kazandırır.

Lâkin ateist bilimcilerin yahut menfaatperest, muhteris teknikçilerin, ilimle iştigallerinin hiçbir faydası olmaz. Onların özenilecek, takdir edilecek bir tarafları da yoktur.

Dînimizde meselenin özü şudur:

“Yaratan Rabbinin adıyla oku!” (el-Alak, 1)

Ne okuyacaksan, Rabbinin adıyla.

Binâenaleyh biz; yaratıcının Allah olduğunu bilerek, O’nun adına, O’nun adıyla, O’na sığınarak, O’ndan yardım bekleyerek bütün kâinâtı okuruz, bütün ilimleri tahsil ederiz. Yeter ki Allâh’ın kullarına faydalı olmak için bu niyetle bir tahsilde bulunalım.

Bu şartlarla hareket edeceğimiz için, o ilmi tahsil edeceğimiz çevrenin de O’nun bizden istediği şartlara uyup uymadığını göz önünde bulundururuz. Nefsi yoldan çıkaracak bir ortamda, zihin bir şey öğrenemez, öğrense de ondan istifade edemez. Bir mü’min ne öğrenecekse, «Allâh’ın adıyla» düzenlenmiş yerlerde öğrenir. Akîdeyi bozacak şüphe, vesvese ve telkinlerle dolu bir ortamda değil. Allâh’a isyan ile düzenlenmiş mekânlarda değil.

EN HAYIRLISI HANGİSİ?

Bu mütalâalara şunu da eklemek boynumuzun borcudur:

Çeşitli ilimlerin hâmîleri, sahipleri ve destekçileri olur.

Meselâ;

İlim ve tahsil -her ne kadar ideal mânâda öyle olmasa da- bir bakıma meslek sahibi olmak için öğrenilmektedir. Bu sebeple, falanca mesleğe alâka azalsa, o sahanın mekteplerinin kontenjanı dolmasa, o branşın destekçileri telâşlanır. Orayı güçlendirmeye çalışır. Teşvikler, burslar ve imkânlar seferber ederler.

Kimi ziraate gönül vermiştir. İster ki; memleketin en akıllı, en zeki gençleri ziraat tahsil etsin, ziraatle meşgul olsun. Ziraat ilerlesin, güçlensin.

Doğrudan Kur’ân öğrenme ve öğretmenin, İslâmî ilimlerin, imam-hatip, vaiz, hoca yetiştiren müesseselerin hâmîsi ve sahibi kimdir? Kim olmalıdır?

Dünya endişesiyle herkes dünyevî ilim ve tahsillere yönelir de İslâmî ilimler sahipsiz kalırsa, revaçtan düşerse o zaman vebal kimin olur?

İşte bu mânâda kalbimizdeki kıymet sıralamasında peygamber mesleği olan tebliğ, irşad ve tedrisat vazifelerini en üstte görmek ve tutmak durumundayız. Efendimiz de öyle buyurmuyor mu:

“Sizin en hayırlınız, Kur’ân-ı Kerîm’i öğrenen ve öğretendir.” (Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân, 21)

Maalesef bugün zihinlerdeki kıymet sıralamasının tesiriyle;

“Bir delikanlı; doktor, mimar, mühendis, siyasetçi veya âmir olamamışsa, o mesleklere puanı yetmemişse, eh madem öyleyse; imam hatip, müezzin, Kur’ân kursu hocası olsun!” diye düşünülürse, bu ulvî mesleklerin istikbâli hakkında endişe etmemiz gerekmez mi? Üstelik ilmin, âhirzamanda yeni âlimlerin yetişmemesi sebebiyle inkirâza uğrayacağını îkazen bildiren hadîs-i şerifler de varken…

Yine zihinlerdeki bu bozuk kıymet sıralamasının tesiriyle;

Bazen şöyle abuk subuk lâflar söyleniyor:

“−Ampulü bulan Edison, cennete gitmeyecekse kim cennete gidecek?!.”

Bir insan; ampulü bulmuş, ama Allâh’ı bulamamışsa, ampulü bulmasının o kişinin âhiretine bir faydası yoktur. Dünyasına faydası olmuştur tabiî. Para kazanmıştır. Servetine servet katmıştır. Kendisinden sonra o serveti çoluğu, çocuğu paylaşmıştır.

Düşünelim:

Ampulü bulmak onun için daha zordu. Binlerce deneme yaptı, uğraştı, didindi, buldu.

Fakat Allâh’ı bulmak çok daha kolayken, o hususta kılını kıpırdatmadı. Her tarafa konmuş binlerce işareti görmezden geldi. Hakikati bulmayı önemsemedi.

Binâenaleyh kul, önce Allah’a kul olduğunu bilecek. Allâh’a kul olduğunu bilmeden yaptığı bütün işler, bütün tahsiller, dipsiz bir kuyuya biriktirmek gibidir. Ona bir faydası, bir menfaati olmaz. Ama Allâh’ı tanımışsa yaptığı ufacık bir şey bile Allah katında kabul görür, makbul olur.

Bir işçi düşünün. Patronu dinlemiyor, onun aleyhinde propaganda yapıyor, sövüyor, hakaret ediyor, ama bu işçi, bu fabrikada bir-iki faydalı iş de yapmış. Bu işçinin patron nezdinde bir kıymeti olur mu?

Bu teşbih de yetersiz. Çünkü şu da unutulmamalıdır ki;

Cenâb-ı Allah, Ganî’dir, Samed’dir. Yani hiç kimsenin yardımına, desteğine, iyiliğine muhtaç değildir. Bütün insanlar bir araya gelseler;

“Allâh’a bir fayda verelim.” deseler; öyle bir imkânları yok. Yine bütün insanlar, Hazret-i Âdem’den bu zamana kadar bütün insanlar bir yerde toplansalar ve;

“Allâh’a bir zarar verelim.” deseler ona da imkânları yok.

Kimin mülkünden kime ne bağışlayacağız?

Böyle fâsit düşünceler, Cenâb-ı Hakk’ı doğru tanımamaktan kaynaklanmaktadır. Ampulü bulmasına vesile olduğu, izin verdiği için, kendisine ampulü bulacak akıl ve fikri verdiği için, Edison, Allâh’a teşekkür borçluydu. Onu ödemedi. Doğru bakış budur. Allâh’ın ona -hâşâ- bir borcu yoktur.

İnsan Allah Teâlâ’yı hakkıyla tanımayınca; O’nun ilim, kudret ve azametini bilemeyince; kendi elindeki azıcık ameli Allâh’a büyük bir servetmiş gibi pazarlamaya kalkar.

Mesnevî’deki «Bir Testi Su» hikâyesi gibi.

Bilirsiniz;

Çölde karı-koca çok dara düşmüşler, çaresiz kalmışlar.

“–Halîfeye gidelim de ondan yardım isteyelim, durumumuzu arz edelim.” demişler. “Giderken ne yapalım? Bir hediye götürmek lâzım.”

Nedir en değerli şey çölde? Su. Günlerce yağmur suyundan şişeye temiz su biriktirmeye çalışmışlar. Onu büyük bir hediye olarak halîfeye götürecekler. Çöl tarafından gelip, Bağdat’ta halîfeye hediyelerini arz etmişler. Halîfe durumu anlamış. Onlara istedikleri atiyyeleri, hediyeleri verdikten sonra demiş ki adamlarına:

“−Bunları giderken Dicle’den götürün.”

Çölden gelen o iki karı-koca bir bakmışlar ki Dicle, ucu bucağı olmayan tertemiz, berrak, içilecek su. Götürdükleri bir şişe çöl suyundan utanmışlar.

Hâsılı;

Asıl olan kişinin, Allâh’a kul olmasıdır. En büyük fazîlet budur. Bu fazîletin üzerine Allah rızâsı için, Allâh’ın kullarına yararlı olmak için yaptığı her şey fazîlettir, niyetine göre kazanır.

Kaynak: Dr. Ahmet Hamdi YILDIRIM, Yüzakı Dergisi, 12 Eylül 2021

İslam ve İhsan

"KİM İLİM TAHSİL ETMEK İÇİN BİR YOLA GİRERSE, ALLAH O KİŞİYE CENNETİN YOLUNU KOLAYLAŞTIRIR" HADİSİ

"Kim İlim Tahsil Etmek İçin Bir Yola Girerse, Allah O Kişiye Cennetin Yolunu Kolaylaştırır" Hadisi

KİŞİNİN DÜNYASINA VE AHİRETİNE FAYDA VERECEK OLAN GERÇEK İLİM VE TAHSİL NEDİR?

Kişinin Dünyasına ve Ahiretine Fayda Verecek Olan Gerçek İlim ve Tahsil Nedir?

İLİM ÖĞRENMEK VE KUR’AN ÖĞRETMEK İLE İLGİLİ ÖRNEKLER

İlim Öğrenmek ve Kur’an Öğretmek ile İlgili Örnekler

OKUMAK, ÖĞRENMEK, TAHSİL GÖRMEK, NASIL FAYDALI HÂLE GETİRİLEBİLİR?

Okumak, Öğrenmek, Tahsil Görmek, Nasıl Faydalı Hâle Getirilebilir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.