Modern İnsanın Yalnızlığı

İnsanlar neden yalnızlaşıyor? Haberleşme imkanlarına rağmen modern insanın yalnızlığının nedenleri.

Bizim dünyamızda halvet ve uzlet kelimeleri asil bir yalnızlığa işaret eder. Yalnızlık, hele irâdî yalnızlık kadrini bilen için bir yüceliş vesilesidir. Biricikliğinin farkına varan ve buradan Rabbine yol bulan bu vesileden hep istifade etmek ister. Öyle ki her gün yalnızlıktan nasibini arar. Gecelerin bağrında yalnız kalmayı itiyat haline getirir ve aslında bilir ki son tahlilde yalnızlık diye bir şey yoktur. Rabbimiz hep bizimledir. Nerede olursak olalım sonunda dönüp kendisine varacağımız yer O’nun huzurudur.

İnsanın Rabbi ile baş başa kalması manasında yalnızlık erdiricidir. Ne var ki göklerle irtibatını koparmış olan modern zaman insanına yalnızlık ürkütücü gelir, çünkü onun hayatı teslim alınmış bir hayattır. Bu hayatta en ufak bir boşluk olmaması, bu hayatın sahibinin kendi başına kalmaması gerekir. Mesaj ve bildirim bombardımanı bunun içindir. Bir konuya teksif olamaz, çünkü devamlı uyarılır. Dikkati sürekli dağılır. Hayatın akışı da ilişkiler de onun yalnız kalmaması içindir. Yalnız kaldığında panikler. Gündemi kaçırdığını, diğerlerinden geri kaldığını vehmeder. Kendi öz sesini işitmeye tahammül edemez. Kulağı sürekli dış seslerle dolmak zorundadır.

MODERN İNSANIN YALNIZLIĞININ NEDENLERİ

Sosyalliği kendinden menkul bu iletişim çılgınlığında öz yalnızlık bir tehdittir. Kendi haline bırakılan birisi nereye ve niye aktığı belli olmayan bu gidişatı sorgulayabilir. Dahası sürüden ayrılmak isteyebilir. Sürüden ayrılmak sıkıntı değildir, dönüp sürüyü işaret etmek sıkıntıdır. Ayrılan o yüzden sıra dışı, garip ya da radikal gibi isimlerle yaftalanır. Çoğunluk sürüde kalıp konfor alanında yaşamayı seçer. Konfor, üzerine yağmur gibi yağan malumatla uyuşmaktır. Yaldızlı ilişkilerin sahte tatmini hiç yalnız kalmamak içindir. Bu tercih zamanla çürüten bir yalnızlığa uç verir.

Modern yalnızlık asil yalnızlık gibi erdirmez, çürütür. Asil yalnızlıkta insan haddini bilir ve bu idrakle kendini tanır. Varlıklar hiyerarşisi içerisindeki yerini keşfeder. Herkesi bilen, her şeyden haberi olan zamane insanı ise kendisinin yabancısıdır. İletişimin kemali için ortaya konmuş onca alet, araç ve uygulama ona kendisini anlatmaz, anlatılansa hakikati ifade etmez. İlişkiler ve ilişki kurulan insan sayısı her geçen gün artar, ancak bütün bunlar insanın yalnızlık hissini azaltmaz. İnsan sözde sosyalleştikçe yalnızlaşır, çünkü her şeyi bir şeye bağlayan o kök anlamdan mahrum kalmıştır.

Modern insanın yaşadığı yalnızlık aslında bir anlamsızlık hissidir. İnsan, her şeyi anlamlandıran ana anlamı kaybedince her şeye yabancılaşmıştır. Kendisine yabancılaşmak yalnızlaşmayı getirmiştir. Kendini inkâr edeni Allah kendi başına kalmakla cezalandırmıştır. Kendi başına kalmak anlamsız kalmaktır. Kendisini izah edemeyenin dışındakini izahı mümkün değildir. Kendisini anlamsız görenin bir başkasına anlam izafe etmesi beyhudedir. Bugün birbirlerinden hiç olmadığı kadar haberdar olanların kendilerinden haberlerinin olmaması ne hazindir. Mevcut ilişkiler ağı insanın kendisini tanıyacağı, anlamlandıracağı tecrübeler vermez, yalnızlığı gidermez. Aksine insanı kendisinden, gayesinden ve varoluş hiyerarşisinden kopartır. Netice en derininden bir yalnızlık anaforuna kapılmak olur.

Modern ilişki düzeninde çürütücü yalnızlık kaçınılmazdır, çünkü geçici menfaatler esastır. Çıkar ilişkisi temelinden hakiki, candan ve sahici dostlara yol bulunmaz. Yalnızlığı giderecek olan, dostları ve dostluğu yeşerten aşkın bir iklimdir. Bu aşkın iklimde sır, aralarındaki irtibatın iki insanı da aşan niteliğidir. O niteliği dostluk iklimini doğuran ve kalıcı hale getiren kök anlam yani vahiy vermiştir. Allah’a, Peygamberine ve ahiret gününe varmayan hiçbir dostluk insanın bu dünyadaki açlığına hitap etmez, onu yalnızlıktan kurtaramaz.

HAKİKATE AÇ FITRAT ARAYIŞI

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz hakikate aç fıtratının arayışına, yaşadığı toplumda cevap bulamamıştı. O yüzden uzun süren yalnızlıkları tercih etti. Aslında ailesi, dostları, akrabaları vardı. Asabiyenin önde olduğu bir toplumda asil bir soya mensubiyetin emniyeti içindeydi. O’nunla muhatap olan herkes memnundu. Ama O’nun kök anlam açlığı bütün ilişkilerini sorgulamasına sebep olmuştu. Mevcut ilişkilerin hepsini anlamlı hale getirecek aşkın bir hakikat arıyordu. Evliliğinden vahye muhatap olduğu zamana kadar geçen sürede o hakikati aradı. Bu süre meçhul duyuş ve hissedişlerin bereketli bir yalnızlık devresi olarak kayda geçti.

Vahiy Allah Rasûlü’nün aradığı anlamı verdi. O anlamdan sonra insanın diğerleri ile ilişkisi netlik kazandı. “Oku” emri ile inmeye başlayan hakikat dokunduğu herkesi ve her şeyi kendi rengine boyadı. İşte o zaman yalnızlık ortadan kalktı, çünkü insan kim olduğunu ve kâinattaki yerini öğrendi. Böylece yekdiğeri ile anlamlı bir irtibat kurmasının önü açıldı. İman denen o büyük cevher insanlar arasında kardeşlik tesis etti. Bu, öyle kuvvetli ve anlamlı bir bağdı ki insani bütün ilişkilerin üstüne geçti. Yalnızlığın kendisi bile bu kök anlamdan sonra asil bir mahiyet kazandı. Artık yalnızlık anlamsızlığın çaresiz sığınağı değil, anlamın yeniden keşfine vesile olabilecek bereketli bir mecraydı.

Vahyin insanlar arasında tesis ettiği bağ bütün insani yöneliş ve bağlanışların fevkindeydi. Kardeşlik diye tarif edilen bu bağ bütün dostluk, arkadaşlık ve yarenlikleri yeniden tarif edecek bir üst kimlikti. Şu hadis-i şerif bu hakikatin en açık beyanıdır: “Sohbet (yâni arkadaşlık) husûsunda da mâlını bezletme husûsunda da insanların bana en fazla ihsanda bulunanı Ebûbekir’dir. Ümmetimden birini kendime halîl (dost) edineydim Ebûbekir’i edinirdim. Lâkin İslâm yüzünden (hâsıl) olan kardeşlik ve sevgi, (şahsî dostluktan efdaldir.) Mescid’de Ebûbekir’in kapısından başka kapatılmadık hiçbir kapı kalmasın.” (Buhârî, Salât, 80)

Kardeşlik, dostluk ve arkadaşlıktan üstündür. Bizleri kardeş kılan Rabbimizdir. Kardeş olmak yekdiğerini kendinden ayrı görmemektir. Bu biz demeyi gerektirir. Biz diyebilenler ise ben demeyi başarabilenler arasından çıkar. Ben ve biz kavramları kök anlam olmadan bir zıtlık olarak kalmaya mahkûmdur. Hâlbuki vahiy, “ben ve biz” arasında muhteşem bir irtibat kurmuştur.

Biz, ben’lerden müteşekkil iradi bir birlikteliktir. Ben sırrına eren bu sırrın tahakkuku ile ortaya çıkacak saadetin ancak “biz” diyebileceği bir muhit ile mümkün olduğunu fark eder. Böylece iradi olarak bir muhite, camiaya, cemaate dâhil olmak ister. Ahirete iman eden birisi bilir ki orada fukaralık ferdî, zenginlik ise umûmîdir. Cehennem yalnız acısı çekilen bir azap, cennet birlikte tadılan bir nimettir. Nimete ancak Allah’ın kulları ile birlikte erişilecektir. O yüzden itminana ermiş nefse cennete girmeden evvel erişen hitap: “fedhulî fî ibâdî-gir kullarımın arasına” şeklindedir.

HER ŞEY FERT OLMANIN SIRRINDA GİZLİ

Allah bizi tek başımıza yarattığı gibi yine tek başımıza hesaba çekecektir. Her şey fert olmak sırrında gizlidir. Hayat denen ve beşikten kabre uzanan şu yolculukta sorulacak en makbul soru bu biricikliğimizin ne anlama geldiğidir. Niye +1 olduğunu keşfedemeyen hayatta ne yapacağını, daha doğru bir ifade ile ne yaparsa Allah’ın rızasını kazanacağını bilemez ve bulamaz. Dolayısıyla “ben” temelli bir arayış şarttır. “Ben” diyerek önümüzde açılan yolda varacağımız adres ise “biz” dediğimiz bir muhittir, camiadır, cemaattir; ben sırrını kendileri ile birlikte gerçekleştireceğimiz Müslümanlar, müminler ve muvahhidler topluluğudur. 

“Ben” diyerek bir derde düşen, her hâl ve kârda “biz” denen bir adresi bulmak zorundadır, çünkü insanın iki dünya saadetine giden yolculuğuna refiksiz çıkılmaz. Refikler kendileri ile kendimizi seyredeceğimiz aynalardır. İnsan kendisini ancak muhabbet paydasında buluştuğu insanlarla tanır. Biricikliğimize kodlanmış kendimize ait özel misyonu ancak dostlarımız ve kardeşlerimizle kaliteli birlikteliklerle keşfederiz. Herkesin kendisine ait özel yolculuğunda birbirlerine yazılanlar, aslında tek başına bulunmayacak “niye artı birsin” sorusunun cevabına ait ipuçlarını verirler.

Biz, ben’in eriyip yok olduğu bir yer değildir. “Ben” imtihanımızdır; onunla asil yalnızlığımızı yaşar ve böylece sırr-ı tefridi bulmaya çalışırız. Biz ise imkânımızdır; ona asil yalnızlığın hasılası bir irade ile iştirak etmeyi seçer ve sırrı-ı tefridi gerçekleştirmeye çalışırız. Dahası bu imkân bizi modern insanın malul olduğu çürütücü yalnızlıktan muhafaza eder. Yalnızlığı bir imtihandan imkâna çevirecek olan her şeyin anlamını veren Rabbimiz ile kuracağımız o hususi bağdır. Ne mutlu o bağı kurup yalnızlıklarını sonsuzluk seyirlerinin basamağı yapanlara…

Kaynak: Mehmet Köprülü, Altınoluk Dergisi, Sayı: 430

İslam ve İhsan

SOSYAL MEDYADA NEYİZ?

Sosyal Medyada Neyiz?

SOSYAL MEDYA HAYIR MI ŞER Mİ?

Sosyal Medya Hayır mı Şer mi?

SOSYAL MEDYA DİNDARLIĞI

Sosyal Medya Dindarlığı

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.