Modern Psikolojik Tuzaklar

Çocuklar hisleri nasıl kazanır? Duygularımız davranışlarımızı nasıl etkiler? Zaaflarımızla nasıl başa çıkabiliriz? Anne ve babayı günah keçisi ilan etmek doğru mudur? Nasıl temizleneceğiz? Modern çağın hazırladığı psikolojik tuzakları Ayşe Gündüz yazdı.

Çocuklarımın psikolojilerine, ruh hâllerine, gönüllerine, duygularına yaptığım yatırımın; onların Allah ile kuracakları irtibat şekline bir yatırım olduğunu hissettim hep... Çünkü anne-babanın sözleri ve tutumları; bir insanın iç sesi hâline dönüşüyor. Bu da kişinin hayatla ilgili, Rabbi ile ilgili, Allâh’ın kendisi ile ilgili zannının temellerini oluşturuyor.

Epictetos; “Bir insanın anavatanı çocukluğudur.” demiştir.

ÇOCUĞA HANGİ HİSLERİ YÜKLEDİYSENİZ, İLERİDE O KİŞİ OLUR

Hamilelikten itibaren kayıt başlamıştır. Ve bu kayıt, bilgi gibi gözüken, aslında hislerden oluşan, tâbiri câizse bir “depo”dur. Daha hayatı yeni öğrenmeye başladığımız bebeklik ve çocukluk devresinde çevremizin, kültürümüzün, özellikle anne-babamızın tutumları, sevinçleri, hüzünleri ve beklentileri ile şekilleniyor.

“Çocukluk yılları his kazanılan yıllardır. (...) Yetişkinlik döneminde patolojik hislerin dışında yeniden his kazanılmaz. (...) Çocuğa hangi hisleri yüklediyseniz, ileride o kişi olur.”[i]

Elbette içinde bulunduğumuz olumsuz her hâl, her duygu; geri dönüşü olmayan çıkmaz bir sokak değildir. Daima değişip dönüşebilmek, olgunlaşmak mümkündür. Hayatımızı zorlaştıran her engelin, tekâmül yolculuğumuzda bir basamak olduğunu bilmeliyiz önce...

İnsanın genel olarak biriktirdiği, çocukluğundan beri oluşturduğu bütün his ve refleksler; iş ve evlilik hayatına, ebeveynliğine, sosyal hayatına, benlik algısına, yani kendisine olan bakış açısına tesir ederken, mâneviyâtına, Allah ile irtibâtına, Allâh’a olan zannına tesir etmemesi mümkün değildir.

DUYGULARIMIZ DAVRANIŞLARIMIZI NASIL ETKİLER?

Dünyaya geldiğimiz ilk andan itibaren yaşadığımız her ayrıntı, dünyaya bakış açımızı belirliyor. Duygularımız ise davranışlarımıza yön veriyor.

Bütün duyguları değersizlik hissiyle yoğrulmuş biri, Rabbinin kendisine değer vermediği ya da değer verilmeye lâyık biri olmadığı hissiyâtıyla yaşayabiliyor. Hâdiseler ve durumlar karşısında duygu dünyası açısından bu şekilde bir refleks gösterebiliyor.

Yetersizlik hissiyle yoğrulmuş biri; yapamadığını, beceremediğini, kul olamadığını, Allâh’ın kendisini “amel açısından” beğenmediğini ve hattâ aslâ Rabbine lâyık bir kul olamayacağını düşünebiliyor. Meylettiği bir işi becerebileceğine karşı umudu olmayan veya çok az olan birinin harekete geçmesi zordur.

Suçluluk duygusu ile yoğrulmuş biri ise, yaptığı hatalardan dolayı Allâh’ın kendisini aslâ affetmeyeceğini, çok günahkâr ve çok kirli olduğunu düşünebiliyor.

Aslına bakarsanız bu duyguların her birinden bir tutam kulluk şuurunun içinde bulunması gerekiyor. Fakat hazırlanan bir ilaç misâli, o miktar aşıldığında kişinin duygularını, hayatını, mâneviyâtını ve dayanıklılığını bozup felç eden bir zehre dönüşebiliyor.

ZAAFLARIMIZLA NASIL BAŞA ÇIKABİLİRİZ?

Biz ise ne zaaflarımızı fark edebiliyoruz ne de bu zaaflardan içimize kadar işleyen asıl düşmanımız olan şeytanı tanıyabiliyoruz. Şeytan bu duyguların dengesiyle oynayıp vesvese hâline dönüştürebilir. Eğer biz kendimizi tanır, zaaflarımızın farkında olursak; bu zayıflıklarımızın mâneviyatımız üzerindeki bağlantısını kurabilirsek, engelleri aşmamız daha kolay olabilir.

Dikkat edilirse, şeytan, doğrudan ya da dolaylı olarak bize “hep zayıf kaldığımız” sahalardan vesvese veriyor. Bizi zayıf düşüren, dayanıklılığımızı azaltan duyguları iyi inceleyelim. Muhtemel ki, hepsi aynı yerde toplanacak… Hâdiseler farklı farklı olsa da kurduğumuz cümlelerin ve hissettiklerimizin birbirine benziyor olduğunu göreceğiz. Eş olsun, arkadaş grubu olsun, hizmet olsun, bütün düğümlerimizin benzer duygu kalıpları altında şekillenmiş olduğunu, benzer pencereden baktığımız için belki bir kısmı zandan ibaret kalmış hâdiseler silsilesi içinde bulunduğumuzu göreceğiz.

Fakat bir yerde zaaf veya kalıplaşmış olumsuz bir duygu kümesi varsa; orayı toparlamak genelde dışardan değil, kendi içimizdeki yeşermeden, bir farkında oluş hâlinden başlayacaktır.

İnsan, bulandığı rengin gözlüğü ile görür hayatı… Bu gözlüğü çıkartarak da bir bakalım hâdiselere… Belki dünya ve olup bitenler, hiç göründüğü gibi değildir! Belki hiç zannettiğimiz gibi düşünmemiştir o kişi… Ya da yaptığı davranışın bizimle hiçbir alâkası yoktur belki…

Belki her hâdisenin altından çıkan genel hissimiz olan “Bana değer vermiyorlar!” duygusuyla hiçbir alâkası yoktur hakikatin… Belki “Beni yalnız bıraktılar!” düşüncesinin yanından geçmiyordur, aslında yaşanan... Belki de “Yapamadığımı düşündüler, beğenmediler.” algısı ile alâkalı değildir o bakışlar…

Biz bu vesîleyle akrabalık ilişkimizi zedelerken, komşuluk hakkını çiğnerken, eşimizle aramızı bozarken, hizmetimizi yapamaz hâle gelirken şeytanı ne derece mutlu ettiğimizi görebilmemiz gerekir.

Elbette hâdiseleri değerlendirirken her ihtimali düşünmek zorunda kaldığımız, bazen işlerin tam da bizim zannettiğimiz gibi olduğu durumlar da olacaktır. Böyle bir firâset nasip etsin Rabbimiz hepimize… Fakat hüsn-i zannımızı en öne koyarak değerlendirmek; insanın kendisini ve zaaflarını tanıması, şeytanın nerelerden vesvese verdiğini görebilmesi adına çok mühimdir.

MODERN PSİKOLOJİK TUZAKLAR

Birçok problemimizi çözmeye çalışırken çocukluğumuza doğru yolculuğa çıkmayı, sadece bir farkında oluş hâli açısından kâle almalıyız. Çünkü modern psikolojinin tesiriyle anne-babalarımıza düşmanlık beslemenin, onların hatalarını ayrıntılarıyla deşip hayatımızdaki olumsuzlukların bütün sorumlusunun onlar olduğu zannına kapılmanın kimseye bir faydası yok!.. Hangi peygamber, hangi evliyâullah yapmıştır bunu; bir misâli varsa üzerinde düşünelim!..

Geçenlerde bilindik bir pedagogun hesabında, eşini defaatle aldatan, arkadaş bulma sitelerinde dolaşan bir beyefendinin (!); anne-babasından sevgi göremediği için bu yola başvurduğu neticesine ulaşmasını şaşkınlıkla okudum. Buna nasıl bir yorumda bulunacağımı dahî kestiremiyorum. Fakat her olumsuzlukta, her zaafımızda, her başarısızlığımızda her karaktersizliğimizde anne-babamızı suçlayarak rahatlamaya çalışmayı, onları “günah keçisi” îlan ederek hayatımızdaki olumsuzluklara kılıf bulmayı biz nereden öğrendik? Elbette anne-babanın da tesirleri var! Elbette onlar da insan ve yanlışları var. Elbette biz bunları aşmaya çalışıyor olabiliriz. Hiçbiri, ama hiçbiri onların hayatımızdaki mevkiine tesir etmemeli!.. Hiçbiri onlara hürmet edip hizmette bulunmamızın önünde engel teşkil etmiyor.

NASIL TEMİZLENECEĞİZ?

Temizleneceksek hep birlikte temizleneceğiz! Anne-babamıza duâ ederek, onların bağışlanmasını isteyerek temizleneceğiz. Onlar bağışlandıkça bize karşı yaptıkları hatalar da bağışlanacak. Ve bu hataların üzerimizdeki olumsuz tesirleri, belki de bu vesîleyle silinecek...

Onlar için yaptığımız hizmetler ile temizleneceğiz. Hürmet etmekle, gönüllerini hoş etmekle temizleneceğiz. Elimizden ne geliyorsa... Ancak bu şekilde geçmişin de izlerinden arınabiliriz. Onları suçladıkça, pekişecek o izler... Suçladıkça derinleşecek… Suçladıkça aramızdaki bağı zedeleyeceğiz.

Evet, bilmemiz ya da fark etmemiz gereken bir durum varsa, ona odaklanırız, âmennâ. Ama herkesin insan olduğunu bilerek; Allâh’ın bizden istediği öncelik sırası ile yol alabiliriz ancak... Lütfen çocukluğumuza inip, orada takılıp kalarak ömrümüzü anne-babamızı suçlamakla geçirmeyelim. Aksi hâlde kendi çocuklarımız da tıpkı bizden gördükleri gibi ve bizim yaptığımız kolaycılıkla bizi suçlayacaklardır hayat boyu… Her devâ, derdinin içinde gizlidir.

Dipnot:

[i] Adem Güneş, Güvenli Bağlanma, 2014, 135.

Kaynak: Ayşe Gündüz, Altınoluk Dergisi, Sayı: 453

İslam ve İhsan

ASR-I SAÂDET'TE PSİKOLOJİK SORUNLAR VAR MIYDI?

Asr-ı Saâdet'te Psikolojik Sorunlar Var Mıydı?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.