Sosyal Medyada Neyiz?

Sosyal medyada ne olduğunuz merak ediyor musunuz? Cevabınız "evet" ise o zaman bu makaleyi mutlaka okumalısınız.

Aslında insanın sosyal medya ile ilişkisi, o alanda “ne olduğu” ile ilgili bir konudur. Tıpkı hayatın farklı alanlarında “ne olduğu”nun önemli olması gibi. Mesela “Baba” olarak nesiniz, “anne” olarak nesiniz, “evlad” olarak nesiniz, “işadamı” olarak nesiniz, “devlet başkanı” olarak, “yazar” olarak, “araç kullanan birisi” olarak nesiniz vb. Bütün bu rolleri yaşarken canavar olarak ya da şeytanın rolünü üstlenerek hareket etmek de mümkün, Yaratan’ı hoşnud edecek bir insan olmak da. Rollerin içini insan dolduruyor ve, ya iyi dolduruyor ya da kötü. Ya İslam’ın ölçülerine uyarak, ya da İslam dışı alanlara savrularak... Onun için sosyal medya konusunu tahlil ederken sorulacak soru, “Biz sosyal medyada hangi roldeyiz?” sorusudur.

O sorunun cevabını değerlendirmeden önce medyaya genel bir bakışa ihtiyaç var:

Medyanın iyi mi kötü mü anlamında “ne olduğu” her zaman tartışma gündeminde olmuştur. Çünkü medya, haberleşmeyi kitlesel boyutlara ulaştırmış ve iyiliğin de kötülüğün de kolayca şöhret bulmasının vasıtası haline gelmiştir. Medya araçlarının sür’ati ve yaygınlığı ne kadar gelişmişse, iyiliğinin ya da kötülüğünün etkinliği de o kadar artmış, o ölçüde de tartışmalara konu olmuştur.

İnsanlığın gündemine genelde menfi nitelikte gelmiş olması, insanlığı tedirgin edecek olumsuzlukların medya ile ilişkili olarak ortaya çıkmasıyla bağlantılıdır. Çünkü insanoğlu, içindeki ilahi damar bütün bütün ölmemişse, kötülüğü bu kadar ayan – beyan gördüğünde bir tür alarm hali yaşamaya meyyaldir.

Sosyal medya, iletişim teknolojisinin gelişmesi ve yaygınlaşması sonucu, 7’den 70’e herkesi medyanın üreticisi – tüketicisi yapan, bu yönüyle bir yandan medyanın büyük sermaye tekelinde bir iletişim dünyası olmasını aşan, ama öte yandan üretim ve tüketimin bireysel sorumluluk – mesuliyet alanına indirgendiği ve belki de büyük ölçüde denetlemeden azade kaldığı bir büyük çağ olayıdır.

Hiç şüphesiz iletişim teknolojisinin gelişmesi başlı başına insanlık için problemler üretecek bir hadise değildir. Aksine insanlıkla birlikte var olan, toplumlar için kaçınılmaz olan ve onu kolaylaştıracak her gelişmenin takdir edilmesi gereken şeydir iletişim.

Peygamberler “Haber getiren” insanlardır ve Halik’tan getirdikleri haberin insana ulaşması için iletişim araçlarını kullanırlar. Onun için medya, insanlıkla birlikte vardır, denebilir. Ve onun için kategorik olarak medyaya karşı olmak diye bir insani tavırdan söz edilemez. Bir Müslümanın medyaya karşı kategorik reddi de makul değildir.

Ama “Haberi – bilgiyi paylaşma” diyebileceğimiz medya faaliyeti ikinci – üçüncü insanları, toplumu etkileme boyutu sebebiyle belirli sorumlulukları da her zaman beraberinde getirmiştir.

Mesela;

-Hakaret dili

-Yalan bilgi.

-İftira.

-Birisinin mahremiyetini gözetleme ve ifşa.

-Tecessüs.

-Ayıp arama.

-Söz getirip götürme.

-İnsanların zihnini ifsad edici görüşlerin paylaşılması.

Bunlar, İslam’ın iletişime ölçü getirdiği alanların bazılarıdır.

Kalem Suresi “Nun. Kaleme ve yazdıklarına yemin olsun ki...” diye başlar. Buradaki yemin, insanoğluna kalemin ve yazılanların bir gün şahitlik edeceği ihtarını yapar. Tıpkı dillerin sustuğu günde, ellerin, ayakların, derilerin şahitlik edecek olması gibi.

Bir Müslüman, medyayı İslam’ın mesajlarının evrensel ufuklara taşınabilmesi, dünyanın en ücra köşesindeki yüreğe ulaştırılabilmesi için araç olarak kullanabilir. Bunu, Rasulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz’in “İslam ol kurtul” mesajını Bizans Kralına, Mısır Mukavkısına, İran Kisrasına göndermesine benzetebilir, oradan yola çıkarak, aylarca at koşturmadan, bir elektronik posta aracılığı ile aynı mesajın, diyelim Obama’ya, Putin’e gönderilmesi sağlanabilir. Bunun adı da medyayı, sosyal medyayı kullanmaktır.

medyavedin2

Aynı şekilde iletişim araçlarının gelişmesinden yararlanarak, üniversite eğitimini evinizde sağlayabilir ya da üniversite eğitimini binlerce kilometre ötedeki insanlara verebilirsiniz. İster alıcı, ister verici olarak müspet bilgileri paylaşmak, bugün medyanın insanoğluna sunduğu bir imkandır. Müslümanın medya ile ilişkisinin hangi boyutta olması sorusunu cevaplandırırken, kestirmeden, ilahi mesajı dünyanın öbür ucuna taşımak için bu imkanı kullanmazsa sorumludur, denebilir. Taşıyabiliyorsak, mesela Bilal-i Habeşi’nin Mescid-i Nebi’nin damında okuduğu ve muhtemelen 300-500 metreden duyulabilen ezan sesini, eskimoların kalbine taşıyalım, demek istiyorum.

Peki günah çukuru nerde?

Sosyal medya dediğimizde hemen tüm toplumlar ve topluluklar için bir şekilde “problem boyutu” ile gündeme gelmesinin sebebi nedir?

Bir haber: Avrupa Birliği 16 yaşından küçük çocukların sosyal medyayı belli ölçüler dışında kullanmasına yasak getiriyor.

Neden?

Şu bir gerçek ki, iletişim teknolojisindeki gelişmeler her insana, dediğimiz gibi 7’den 70’e her insana, bir kamera, bir mikrofon, bir klavye, bir ses ve görüntü iletim aracı veriyor. Bir akıllı cep telefonunuz varsa artık hem kameraman, hem resim seçici, hem kurgucu, hatta hem medya patronu olabilme imkanına kavuşmuşsunuz demektir. Hem de 7’den 70’e. Hatta belki daha alt yaşlardan başlamak üzere.

Artık bundan sonrası bu araçları kullanan insanın içinde nasıl bir değer dünyasının dolaştığına kalıyor.

İçinde şeytan dolaşan kişi, bu imkanları şeytani boyutta kullanıyor, içinde Rahmani ölçüler dolaşan insan ise, bunları Rahmani amaçlar için kullanıyor.

Ne demeli?

Bu imkanları kullanırken aklımızı ve kalbimizi şeytana kiralamamak ve Kur’an’ın “İnsan hiç bir şey söylemez ki onun yanında (yaptıklarını) gözetleyen (ve kaydeden) hazır bir melek bulunmasın” (Kaf, 50/18) ikazını diri bir şuur halinde içimizde saklamak gerekiyor. Bu ayetteki “Bir söz” ifadesini de, çok daha genişleterek “bir görüntü çekmez ki, bir görüntü yollamaz ki, bir cümle yazmaz ki...” diye başlayıp, “onun yanında gözetleyen bir melek bulunmasın” diye devam ettirmek mümkün.

Sosyal medya alanının rumuzlarla kendini kamufle edebilme cazibesi, şeytanın bu alanda cirit atmasına geniş bir zemin hazırlıyor. Bu alan, şeytanın en çok süslediği ve kişileri sürüklemeyi başardığı alan durumundadır.

Neler yapılıyor?

-Mesela kendi mahremiyetini bazen kimliği ile birlikte ama bazen kimliği bilinmez yanılgısına kapılarak faş ediyor.

-Başkasının mahremiyetini onların izni olmaksızın faş ediyor. Mesela kendisinden başka bir çok insanın bulunduğu bir fotoğrafı onların izni olmaksızın paylaşmak her şeyden önce bir “kul hakkı” doğuruyor. Şayet söz konusu görüntü, insanın başkası tarafından görülmesini istenmediği bir görüntü ise, onun vebali çok daha büyük oluyor.

-Sosyal medya ortamında herhangi birisinin hukukunu ihlal eden bir mesajı paylaşmak, aynı günaha ortak olmak anlamına geliyor. Bu bazan kitlelerin hukukunu ihlale yönelik, vebali katlanan bir günah haline dönüşebiliyor.

-İslam’ın meşru görmediği karşı cins ilişkilerini sosyal medya ortamında çet vs gibi yöntemlerle sürdürmek ayrı bir hudud ihlali niteliğindedir ki, bunun içinden gerçekten çok dramatik aile faciaları çıkabilmektedir.

-Aynı şekilde sosyal medya alanının gayrı meşru cinsellikler için kullanılması, tam bir şeytan tuzağı niteliğindedir.

-Sosyal medya ile yapılan paylaşımların meşru paylaşımlar olması büyük önem arzediyor. Her gayrı meşru paylaşım, normal hayatta ne kadar şeytan tuzağı ise, sosyal medya alanında, belki çarpan ölçülerde şeytan tuzağı ve vebaldir. Yalan, iftira, gıybet, söz getirip götürme bu kapsama girmektedir.

-İnsanoğlu genel medya alanına ilişkin belli hukuki düzenlemeler yapmış, bu alandaki hukuk ihlalleri belirli müeyyidelere bağlanmıştır. Hatta bu alanda işlenen suçlar, yaygınlıkları sebebiyle katlanmış cezalarla tecziye edilmişlerdir. Sosyal medya alanında kendini gizleyebilme ve yaptırımsız kalabilme ihtimali, şeytanın bu alanda çok daha faal hale gelmesinin yolunu açmaktadır. Onun için insanlık bu alana yönelik sınırlamalara ve yaptırımlara da yönelmeye başlamıştır. Bu da kaçınılmazdır. Ancak bu alanda her şeyden önce insanın içine “Allah’ın her an kendisiyle birlikte olduğu”, “Yapılan her şeyin Halik Tealaya ayan olduğu”, “İnsan Rabbini göremese de Rabbin her şeyin gördüğü”, “Yaratan konuş dediğinde her varlığın araç olarak kullanıldığı faaliyeti ifşa edeceği” bilincini yerleştirmek gerektiği şüphesizdir.

Elhasıl hayatın İslamsız bir alanı yok. Göz kaş işareti yapmanın bile.

Şeytanın oyunlarına gelip günah çukuruna düşmeyene ne mutlu.

Kaynak: Ahmet Taşgetiren, Altınoluk Dergisi, 359. Sayı, Ocak 2016

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.