Modern Çağın Karanlığında Hak ile Batılı Nasıl Ayırt Edebiliriz?

Hak ile batılın iç içe geçtiği bu çağda, doğruyu neye göre ayırt edeceğiz ve karanlıktan nasıl çıkacağız?

Modern zamanın hız ve haz girdabında, aşağıların en aşağısına doğru sürüklenen insanın en büyük kayıplarından biri; doğruyla yanlışı ayırt etme yeteneğidir. Bu savruluş, zihinleri öylesine allak bullak etmiş ki, “hak nedir; batıl nedir?” soruları karşısında çaresizce duvara toslayan bir bocalama hali oluşmuştur. En kötüsü de, denize düşen yılana sarılır misali, bu bulanıklık ortamında kötü niyetli odakların telkinlerine maruz kalınmakta; hak ve batıl birbirine karıştırılmaktadır. Doğru, başkasının doğrusuna; eğri, başkasının eğrisine dönüşmüştür. Birey, düşünce ve idrakini üst bir aklın iradesine teslim ederek karanlıkta kalmış, yönünü şaşırmıştır.

BU KARANLIK ÇAĞDA DOĞRUYU YANLIŞTAN NASIL AYIRT EDEBİLİRİZ?

Kur’an’ın karanlık tasvirleri, bu durumu gözler önüne seren dikkat çekici benzetmelerle doludur. Mesela, şiddetli bir yağmurda, korkudan kulaklarını tıkayan, şimşek çakınca bir an yürüyüp karanlık çökünce olduğun yerde kalan insanların hali anlatılır.[1] Yahut öylesine yoğun bir karanlık ki; insan elini uzatsa dahi göremez…[2]  Bu mecazlar, hakikati göremeyen, iç dünyası zifiri karanlığa mahkûm olmuş bireyin hâlini tasvir eder. Zihin, kalp ve irade küfrün egemenliğine teslim olduğunda varılacak yer tam da budur.

Ancak Kur’an, sadece teşhis koymakla kalmaz; çaresini de sunar. Bu karanlıktan çıkış, mü’min ferasetiyle olaylara yaklaşmak ve mü’min bir duruş sergilemekle mümkündür. Zira Kur’an, “Allah iman edenlerin dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır” [3] buyurarak kurtuluş reçetesini beyan etmektedir. Bu rahmet kapısı, şüphesiz ki kapanmamıştır. Rabbimiz, kullarını karanlıkta bırakmaz; çünkü ümmeti olmakla şereflendiğimiz Peygamber Efendimizi “nûr saçan bir kandil”[4] olarak göndermiştir. O’nun tebliğ ettiği kitap Kur’ân-ı Kerîm de “size Allah’tan bir nûr ve apaçık bir kitap geldi”[5] ifadesiyle nûr olarak tanımlanmıştır.

Çare açıktır: İki hidayet kaynağına, Kur’an’a ve Rasûlullah’a sımsıkı sarılmak. Peygamber Efendimiz, Veda Hutbesi’nde bu iki temel üzerine ümmetini uyarır: “Size iki şey bırakıyorum. Onlara sıkı sıkıya sarıldıkça asla yolunuzu şaşırmazsınız: Allah’ın kitabı ve Nebî’sinin sünneti.” [6]

Ancak burada dikkat edilmesi gereken önemli bir vurgu vardır: “Sıkı sıkıya sarıldıkça...” Zira hız ve konfor çağının insanı, kolaycılığa meyilli ve niyetlerinde zayıf düşmeye çok müsaittir. İşte bu yüzden, Efendimizin çağrısı rehavete düşmüş bu zamanın insanına yönelik hayatî bir ikazdır.

Bir başka ayette de şöyle buyrulur: “Allah’ın ayetleri size okunurken ve Rasûlü aranızdayken nasıl olur da inkâra dönebilirsiniz? Kim Allah’ın dinine sımsıkı sarılırsa, mutlaka doğru yola ulaştırılır.” [7] Sarılmak sadece bilgiyle değil, azimle ve sadakatle mümkündür. Yine Kur’an, mü’minlerin üstünlüğünü onların sabır ve metanetine bağlar: “Gevşemeyin, üzülmeyin! Eğer gerçekten mü’min iseniz, mutlaka siz üstünsünüz.” [8] Bu üstünlük, en zor anlarda bile “Üzülme, Allah bizimle beraberdir”[9] diyebilmenin teslimiyetidir.

Bize düşen, bu “nûr saçan kandil”in aydınlığında yürümek ve Kur’an-Sünnet rehberliğinde yol almak; istikameti kaybetmeden sabırla ilerlemektir. “Kopmak bilmeyen sapasağlam kulba”[10] sıkı sıkı tutunmaktır. Zamanın zorlukları, fitneleri ve aldatıcı çağrıları ne denli güçlü olursa olsun, kalbimizin kararmasına izin vermemektir. Zira karanlıkta kalmak kader değilse de, aydınlığa yönelmek bir irade meselesidir.

Bu irade bugün en çok gençlerin gönlünde yeşermelidir. Çünkü yarının toplumunu inşa edecek olan, imanı omuzlarında taşıyacak olan da onlardır. Onlara sahih kaynaklardan beslenen bir din anlayışı, sağlam bir iman telkini ve salihlerle dostluk kurabilecekleri örneklikler sunmak hepimizin sorumluluğudur. Gönüllerde yeniden nurun filizlenmesi, ilim kadar hal diliyle yapılan tebliğ ve muhabbetle kurulan ilişkilerle de mümkündür.

Öyleyse bugün, yüreğimizde iman ateşini tazeleyerek Kur’an’ın nuruna ve Peygamber Efendimizin sünnetine sarılma zamanıdır. Unutmayalım: Zulmetten kurtuluş ancak nûr iledir. O nûr da Allah’ın kitabı ve Rasûlü’dür. Rabbimiz bizleri hak ile batılı ayırt eden bir basiret ve karanlıkta yolumuzu aydınlatan bir feraset ile donatsın. Bizi, bu iki nurun aydınlığından ayırmasın.

Dipnotlar:

[1] Bakara 2/19-20. [2] Nûr 24/40. [3] Bakara 2/257. [4] Ahzâb 33/46. [5] Mâide 5/15. [6] İmâm Mâlik, Muvattâ, 5/1323. [7] Âl-i İmrân 3/101. [8] Âl-i İmrân 3/139. [9] Tevbe 9/40.

Kaynak: Semih Yolaçan, Altınoluk Dergisi, Sayı: 471

İslam ve İhsan

HAK İLE BATILIN MÜCADELESİ

Hak ile Batılın Mücadelesi

HAK GELDİ BATIL ZAİL OLDU

Hak Geldi Batıl Zail Oldu

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.