Merkez Efendi Kimdir?

Merkez Efendi kimdir? Merkez Efendi'nin eğitim hayatı nasıldı? Merkez Efendi ne zaman vefat etti? Hayratına yapılan Merkez Efendi Camii ve şu an bulunduğu kabristanı nerededir? 

(ö. 959/1552) Halvetî-Sünbülî şeyhi, âlim.

Muhtemelen 868 (1463-64) yılında Denizli’nin Sarı Mahmudlu köyünde (bugün Buldan kazasına bağlı Akçaköy) dünyaya geldi. Bazı kaynaklarda Uşak veya Manisa’da doğduğunun belirtilmesi (Yûsuf b. Ya‘kūb, s. 46; Hüseyin Vassâf, III, 268) adı geçen köyün bu şehirlerin sınırlarına yakınlığı sebebiyle olmalıdır. Asıl adı Mûsâ, künyesi Ebü’t-Takī, lakabı Merkez Muslihuddin’dir. Merkez Efendi veya Merkez Halîfe diye tanınır.

Babasının adı Mustafa, dedesinin adı Kılıç Bey’dir. Taşköprizâde, muhtemelen babasıyla karıştırdığı için adını Muslihuddin Mustafa şeklinde kaydetmiştir. Soyundan gelen Nurullah Kılıç’ın derlediği, babadan oğula intikal eden kaynakları değerlendiren M. Asım Çalıkoğlu, Merkez Efendi’nin ilk eğitimini memleketinde aldıktan sonra 883’te (1478) Bursa’ya giderek on beş yıl süren bir tahsilin ardından icâzet alıp 898’de (1493) İstanbul’a gittiğini söyler (Sünbül Efendi ve Merkez Efendi’nin Resimli Hayatı ve Hüviyetleri, s. 32).

Kaynaklar onun hocasının kimliği konusunda ihtilâf etmiştir. Taşköprizâde, Hızır Bey’in oğlu Ahmed Paşa’dan okuduğunu söylerken (eş-Şeķāǿiķ, s. 541) Halvetî-Sünbülî şeyhlerinden Yûsuf b. Ya‘kūb onun Veliyyüddin oğlu Ahmed Paşa’ya Bursa’da, Hulvî de İstanbul’da dânişmend olduğunu belirtmektedir (Menâkıb-ı Şerîf, s. 47; Lemezât-ı Hulviyye, vr. 220a).

Merkez Efendi’nin Bursa’da bulunduğu tarihlerde Veliyyüddin oğlu Ahmed Paşa’nın bu şehirde müderris değil sancak beyi olarak görev yaptığı, Merkez Efendi İstanbul’a gittiğinde ise adı geçenin İstanbul’da olmadığı bilindiğine göre (DİA, II, 111) Taşköprizâde’nin verdiği bilgi daha doğrudur.

MERKEZ EFENDİ VE ŞEYH SÜNBÜL EFENDİ

Tahsili sırasında bir ara tasavvuf yoluna girmeye karar veren Merkez Efendi, Hulvî’ye göre Karaman’a, Yûsuf b. Ya‘kūb’a göre Amasya’ya giderek Halvetiyye şeyhlerinden Habib Karamânî’ye mürid olmak istemiş, ancak şeyh mânevî eğitiminin başkası eliyle olacağına işaret edip onun bu isteğini geri çevirmiş ve kendisine “Muslihuddin” lakabını vererek halka vaaz etmesini tavsiye etmiştir.

Dânişmendliği sırasında Ayasofya Camii’nde vaaz ettiği ve Beyzâvî tefsirinden nakillerde bulunduğu, ayrıca tefsir ve hadis dersleri verdiği de kaydedilen Merkez Efendi’nin İstanbul’da tanınmış şeyhlerin sohbetlerine katıldığı, ancak devranla zikir yaptırması ve vahdet-i vücûd görüşünü benimsemesi sebebiyle Koca Mustafa Paşa Dergâhı şeyhi ve Halvetî-Sünbülî kolunun kurucusu Sinâneddin Yûsuf’tan (Sünbül Sinan) uzak durduğu belirtilir.

Merkez Efendi bu dönemde Fâtih’te Mirza Baba, Etyemez ya da Karabıçak Velî adlarıyla anılan tekkenin şeyhi Mirza Baba’ya intisap etti ve onun kızıyla evlendi. Güvendiği şeyhlerden hiçbirinin tam olarak tabir edemediği bir rüyasını bir başka rüyasında Sünbül Efendi’nin zorla odasına girip tabir ettiğini görmesi üzerine Sünbül Efendi’ye karşı olumsuz tutumunun yanlış olduğu kanaatine vardı ve dergâhına giderek şeyhe intisap etti.

Onun Merkez Efendi lakabını bu olaydan sonra Sünbül Efendi’nin kendisine, “Sizler ... bu dairemizin merkezi olup ...” (Hulvî, vr. 221a) şeklinde devam eden iltifatı sebebiyle aldığı anlaşılmaktadır. Sonraki bazı kaynaklarda bu hususla ilgili daha başka görüşlere de yer verilmiştir.

Evli olduğu için seyrü sülûkünü dergâhta kalmadan evinde tamamlayan Merkez Efendi, Sünbül Efendi’den hilâfet alması üzerine ilk olarak Aksaray’da Kovacı Dede (Sevindik Dede) adıyla anılan Halvetî Tekkesi’nde irşad faaliyetine başladı. Bir müddet burada faaliyet gösterdikten sonra Kanûnî Sultan Süleyman’ın annesi Hafsa Sultan, Manisa’da yaptırdığı külliyedeki hankah için Sünbül Efendi’den bir şeyh isteyince oraya gönderildi.

Kanûnî bu sırada sancak beyi olarak Manisa’da bulunduğuna göre (Yûsuf b. Ya‘kūb, s. 53; Hulvî, vr. 221a) Merkez Efendi Manisa’ya onun tahta geçtiği 926 (1520) yılından önce gitmiş olmalıdır. Ancak Tahsin Yazıcı, Hafsa Sultan Külliyesi’ndeki caminin 929’da (1523) tamamlandığını dikkate alarak Merkez Efendi’nin bu tarihten sonra oraya gitmiş olabileceğini söylemektedir (İA, VII, 768).

MERKEZ EFENDİ HALİFE OLUYOR

Bazı çalışmalarda, Merkez Efendi’nin Manisa’daki külliyenin dârüşşifâsında tabip olarak görev yaptığına ve burada çeşitli baharatlardan hazırladığı macunu (mesir macunu, nevrûziye) her yıl nevruzda şifa için halka dağıttırdığına dair bilgiler yer almaktadır (Bayat, Manisa Mesir Bayramı ve Darüşşifası, s. 26). Merkez Efendi’nin çağdaşı olan müelliflerin bundan söz etmemesi ve dârüşşifânın onun Manisa’dan ayrılmasından çok sonra 946 (1539-40) yılında tamamlandığının bilinmesi bu bilginin doğru olmadığını göstermektedir (Emecen, s. 96).

Sünbül Sinan Efendi’nin Muharrem 936’da (Eylül 1529) vefatı üzerine Merkez Efendi Manisa’dan İstanbul’a geldi. Sünbül Efendi’nin Koca Mustafa Paşa Dergâhı’nda yerine hangi halifesinin geçeceğini söylemediği, kim geçerse ona itaat edilmesini istediği, Merkez Efendi’nin şeyhin vefatından on gün sonra dergâha geldiği, önce kendisiyle kimsenin ilgilenmediği, ancak posta oturmaya en uygun halife olduğu anlaşılınca ona biat edildiği kaydedilmektedir (Yûsuf b. Ya‘kūb, s. 54-55; Hulvî, vr. 222a-b).

MERKEZ EFENDİ VE LÜTFİ PAŞA İLE ŞAH SULTAN

Merkez Efendi’nin soyundan gelen Emel Esin’in Latin harflerine aktararak yayımladığı, İstanbul’daki Merkez Efendi Külliyesi’nin hamam ve müştemilâtına ait 959 (1552) tarihli vakfiyeden anlaşıldığına göre (TM, XIX [1979], s. 84-85) Merkez Efendi, Yavuz Sultan Selim’in kızı Şah Sultan ile evlenmiş ancak bu evlilik uzun sürmemiştir. Şah Sultan’ın ayrıca Lutfi Paşa ile evlenip boşandığı bilinmektedir. Onun Merkez Efendi ile evliliğinin Lutfi Paşa’dan önce mi yoksa sonra mı olduğu hususu açıklık kazanmamıştır.

Emel Esin, bu evlilikten Ahmed Çelebi’nin doğmuş olması ve onun babasının ardından posta oturabilecek yaşta bulunması gibi hususları göz önüne alarak Şah Sultan’ın Merkez Efendi ile Lutfi Paşa’dan ayrıldıktan sonra evlenmesinin tarihen mümkün olamayacağını ileri sürmekte ve bu evliliğin 918-926 (1512-1520) yılları arasında Merkez Efendi Manisa’da iken gerçekleşmiş olması gerektiğini belirtmektedir. Yûsuf b. Ya‘kūb ile (Menâkıb-ı Şerîf, s. 63) Hulvî’nin (Lemezât-ı Hulviyye, vr. 225a) kaydettiği olayların seyri dikkate alındığında ise Şah Sultan’ın şeyh ile Lutfi Paşa’dan ayrıldıktan sonra evlendiğinin kabul edilmesi icap etmektedir.

Hüseyin Vassâf (Sefîne, III, 271) ve Çalıkoğlu da (Sünbül Efendi ve Merkez Efendi’nin Resimli Hayatı ve Hüviyetleri, s. 46) bu kanaattedir. Aralarındaki büyük yaş farkı sebebiyle bu evliliği mümkün görmeyenler de vardır (Bayat, TDA, LXV [1990], s. 124). Aynı vakfiyede Merkez Efendi’nin Derviş Çelebi ve Ali Çelebi adlı iki oğlunun daha bulunduğu görülmektedir.

Vakfiyenin kaleme alındığı tarihte hayatta olmadıkları anlaşılan ve annelerinden de söz edilmeyen bu çocukları ile Ümmü Hatun adlı kızı (Şah Sultan Vakfiyesi’nde geçmektedir; bk. Esin, XIX [1979], s. 82) muhtemelen Merkez Efendi’nin ilk evliliğinden dünyaya gelmiştir. Osmanlı Müellifleri’nde Ahmed Çelebi’nin Receb isminde bir de kardeşinin olduğu belirtilmiştir (I, 23). Çalıkoğlu ise Ahmed Çelebi’den söz etmeksizin Şah Sultan’dan doğan çocuğun Receb adını taşıdığına dair rivayetin bulunduğunu söylemektedir. (Sünbül Efendi ve Merkez Efendi’nin Resimli Hayatı ve Hüviyetleri, s. 46).

MERKEZ EFENDİ VE KANÛNÎ SULTAN SÜLEYMAN

Kanûnî Sultan Süleyman ile Merkez Efendi arasında Manisa’da başlayan yakın ilişki İstanbul’da da sürmüş, padişah 943’te (1537) Korfu seferine çıkarken bir hatt-ı hümâyunla onu ordu şeyhi olarak tayin etmiştir (Yûsuf b. Ya‘kūb, s. 53; Hulvî, vr. 223a). Sultanın kendisinden söz ederken “bizim Merkez” dediği nakledilir. Şah Sultan, mensup olduğu Halvetiyye tarikatının yaygınlaşması için birtakım maddî imkânlar sağlamış, Merkez Efendi’nin Mevlânâkapı dışında yaptırdığı zâviye ve camiye vakıflar tahsis etmiş (bugün Merkez Efendi’nin türbesinin bulunduğu yerde kurulan zâviyenin inşa tarihi 920 [1514] olarak kaydedilmiştir, bk. DBİst.A, V, 396), ayrıca Eyüp’te kendi arsası üzerine bir cami ve zâviye yaptırmıştır.

1533’ten veya 1537’den az sonra inşa edilen bu cami ve zâviyeye tevhidhâne olarak da kullanılmak üzere 963 (1556) yılında bir cami daha ilâve ettirmiştir. Lutfi Paşa 946’da (1539) sadrazam olduktan sonra Davutpaşa’daki sarayı yanında bir cami ve zâviye daha yaptırmıştır.

MERKEZ EFENDİ'NİN TARİKAT VE HALİFELİK FAALİYETLERİ

Merkez Efendi, Eyüp’teki tekkeye önce halifelerinden Gömleksiz Mehmed Efendi’yi, onun 951’de (1544) vefatı üzerine Seyyid Abdülhâlik Efendi’yi, Davutpaşa’daki zâviyeye Şah Sultan’ın arzusu üzerine Yanya’daki Yâkub Efendi’yi, kendi yaptırdığı Yenikapı dışındaki tekkeye de damadı Seyyid Muslihuddin’i tayin etmiştir.

Merkez Efendi’nin ayrıca tarikat faaliyetleri için değişik yerlere yolladığı halifeleri de vardır. Bunlardan oğlu Ahmed Çelebi, Üsküdar Nakkaştepe’de bulunan Baba Nakkaş Tekkesi’ne, Köse Muhyiddin Efendi, İstinye’de Odabaşı Camii’nin yanında kendisinin yaptırdığı zâviyeye, Antalya Finikeli Abdi Efendi, önce İstanbul’dan İnceğiz’de (birçok yerin adı olan İnceğiz ile burada muhtemelen Çatalca bölgesindeki yer kastedilmiştir) Sultan Bayezid Camii’nin yanındaki zâviyeye, oradan Şehremini’ndeki Mimar Acem Tekkesi’ne, Karamanlı Ahmed Çelebi, Fâtih’te Tercüman Yûnus Zâviyesi’ne (Drağman Tekkesi), Uzun Şems diye tanınan Şemseddin Ahmed Efendi memleketi Tire’de kendisinin yaptırdığı tekkeye, Kütahyalı Ahmed Beşir Efendi köyü olan Garbalcı’da kurdurduğu tekkeye, Vizeli Bihiştî Ramazan Efendi de Çorlu’da yaptırdığı zâviyeye gönderilmiştir.

MERKEZ VİLÂYETİ VE ŞİFALI SU KUYUSU

Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nde bulunan 958 (1551) tarihli (nr. 2194/95811) Haseki Külliyesi Vakfiyesi’nden Merkez Efendi’nin, doğduğu Sarı Mahmudlu köyünde bir cami yaptırdığı ve burada bir şeyhin faaliyet gösterdiği anlaşılmaktadır (Bayat, TDA, LXV [1990], s. 124). Bunun yanı sıra adı geçen köyde bir çilehâne ile mektebin, Denizli’nin merkezinde bir medrese ile ona ait bir çeşmenin halk tarafından Merkez Efendi’ye nisbet edildiği belirtilmektedir (Çalıkoğlu, s. 35). Tekkesinin yanındaki şifalı olduğuna inanılan suyun Merkez Efendi tarafından bulunduğu ve ardından buraya bir hamam yapıldığı, o sıralarda boş bir arazi olan bu mahallin çevresinin kısa sürede dolduğu ve halk arasında bölgenin “Merkez vilâyeti” diye anılmaya başlandığı nakledilir. (Yûsuf b. Ya‘kūb, s. 56).

MERKEZ EFENDİ'NİN VEFATI

959’da (1552) vefat eden Merkez Efendi, Mevlânâkapı dışında kendi adıyla anılan dergâhın yanına defnedilmiş, kabrinin üzerine daha sonra bir türbe inşa edilmiştir. Türbesi İstanbul’un en önemli ziyaretgâhlarından biridir (bk. MERKEZ EFENDİ KÜLLİYESİ). Halvetî-Sünbülî Şeyhi Yûsuf b. Ya‘kūb’un verdiği bilgiye göre (Menâkıb-ı Şerîf, s. 56) cenaze namazı Fâtih Camii’nde Şeyhülislâm Ebüssuûd Efendi tarafından kıldırılmıştır. Ebüssuûd Efendi’nin onun için, “Dünyada riyâsız bir onu görmüştük” dediği nakledilir. (a.g.e., a.y.; Hulvî, vr. 225b).

500’den fazla halifesi olduğu belirtilen Merkez Efendi’den sonra Koca Mustafa Paşa Dergâhı’nda yerine kimin geçtiği hususunda kaynaklar oğlu Ahmed Çelebi ile Yâkub Halîfe arasında ihtilâf etmişse de Nev‘îzâde Atâî ve Hulvî’nin kayıtlarından posta önce Ahmed Çelebi’nin oturduğu, bir müddet sonra kendi isteğiyle makamından ayrılınca yerine Yâkub Halîfe’nin geçtiği anlaşılmaktadır (Zeyl-i Şekāik, s. 63; Lemezât-ı Hulviyye, vr. 225). Merkez Efendi’nin telif ettiği bir eser bulunmamakta, ancak kaynaklarda bazı ilâhilerine rastlanmaktadır. “Merkezî” mahlasını kullandığı bu ilâhilerden üçü ihtiva ettiği kavramların açıklamasıyla birlikte İsmail Yakıt tarafından yayımlanmıştır. (bk. bibl.).

Kaynak: TDV İSAM

1) Şakâyik-ı Nu'mâniyye Tercümesi (Mecdî Efendi); s.522

2) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1109

3) Kâmûs-ul-A'lâm; c.6, s.4265

4) Tezkire-i Halvetiyye (Süleymâniye Kütüphânesi Esad Efendi Kısmı, No: 1372); s.24b

5) Sefînet-ül-Evliyâ; c.3, s.268

6) Lemezât; s.236

7) Hadîkat-ül-Cevâmi; c.1, s.257

8) Tuhfet-ül-Mücâhidin; (Nûruosmâniye-2293); v.538 a

9) İslâm ÂlimleriAnsiklopedisi; c.14, s.197

MERKEZ EFENDİ CAMİ VE TÜRBESİNE NASIL GİDİLİR - HARİTASI

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.