Komşuluk Hakkı

Komşuluk hakları nelerdir? İslam’ın komşu hakkına verdiği önem.

Cenâb-ı Hak, komşuluk hukûkuna riâyeti ısrarla emretmiştir. Zira insan, akrabâlarından çok, komşularıyla beraberdir. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

“…Anaya, babaya, akrabâya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve mâliki bulunduğunuz kimselere ihsân ile muâmele edin, iyi davranın…” (en-Nisâ, 36)

Âyette bahsedilen “yakın komşuya iyilik etmek”, evi yakın olan veya hem yakın komşu, hem akrabâ, hem de din kardeşi olan kimselere güzel muâmelede bulunmak, yardım etmek ve hatâlarına karşı sabırla tahammül göstererek onları affetmektir.

Uzak komşuya iyilik etmek ise evi uzak olan veya akrabâlık bağı bulunmayan yahut Müslüman olmayan kimselere el uzatmak ve gönlümüzü açmaktır.

KOMŞU HAKLARI

Peygamber Efendimiz (s.a.v) üzerimizdeki hakları itibârıyla komşuları üçe ayırmıştır:

  1. Sadece bir hakkı olan komşular: Gayr-i müslimler. Bunların sadece komşuluk hakkı vardır.
  2. İki hakkı olan komşular: Müslümanlar. Bunların hem komşuluk, hem de din kardeşliği hakkı vardır.
  3. Üç hakkı olan komşular: Akrabâ olan Müslümanlar. Bunların da hem komşuluk, hem din kardeşliği, hem de akrabâlık hakkı vardır.[1]

İslâm, insânî muâmeleleri yakından uzağa doğru tanzim etmiştir. Bu sebeple daha yakın olanın daha fazla hakkı vardır ki insan tabiatının îcâbı da budur.[2]

Bütün insanların güzel komşularla yaşamak istediğini düşünerek evvelâ kendimiz güzel bir komşu olmalı, daha sonra da sâlih komşular arasında oturmaya gayret etmeliyiz. Zira Müslümanı dünyada bahtiyar eden şeylerden biri de sâlih komşudur.[3] Bu sebepledir ki Fahr-i Kâinât Efendimiz (s.a.v):

“Devamlı ikâmet ettiğiniz yerde kötü komşudan Allâh’a sığınınız! Göçebe olduğunuz yerdeki komşu nasıl olsa bir müddet sonra sizden ayrılır.” buyurmuştur. (Nesâî, İstiâze, 44)

“EV ALMA KOMŞU AL”

Bu hususta meşhur olan; “Ev alma komşu al!” sözü, hayırlı komşular arasında yaşamanın, mânevî hayatımız açısından da ne kadar ehemmiyetli olduğunu açıkça göstermektedir.

Bunlarla birlikte, komşuların ufak tefek hatâ ve sıkıntılarına da katlanmak gerekir. Zira Cenâb-ı Hakk’ın sevdiği kişilerden biri de, komşusunun eziyetlerine Allah rızâsı için katlanan kimsedir.[4]

KOMŞU HAKKI

Peygamber Efendimiz (s.a.v) komşu hakları husûsunda şöyle buyurmuştur:

“Cebrâîl bana, dâimâ komşu hakkını tavsiye ederdi. Öyle ki ben, komşuları birbirine mîrasçı kılacak zannetmiştim!” (Buhârî, Edeb, 28; Müslim, Birr, 140)

“…Komşuna ihsanda bulun ki (kâmil bir) mü’min olasın...” (Tirmizî, Zühd, 2/2305; İbn-i Mâce, Zühd, 24) Ebû Zer (r.a) şöyle der:

“Dostum Resûlullah (s.a.v) bana şöyle vasiyet etti:

«Çorba pişirdiğin zaman suyunu çok koy. Sonra da komşularını gözden geçir ve gerekli gördüklerine güzel bir şekilde ikrâm et!»” (Müslim, Birr, 143)

“KOMŞUSU AÇKEN TOK YATAN, MÜ’MİN DEĞİLDİR”

Hadîs-i şerîf muktezâsınca komşu hakkını îfâya, yokluk dahî mâzeret değildir. İmkânı dar olan kişi de gücü nisbetinde komşusunu kollamak durumundadır. Zira Resûlullah (s.a.v) Efendimiz’den şöyle bir ihtar vârid olmuştur:

“Komşusu açken tok yatan, mü’min değildir.” (Hâkim, II, 15; Heysemî, VIII, 167)

Sahâbe-i kirâmın bu hadîs-i şerîfe ittibâ ederek yaşadıkları komşuluk hukûkundan bir misâli İbn-i Ömer v şöyle anlatır:

“Yedi ev vardı, hepsi de yoksuldu. Birisi bu evlerden birine bir koyun kellesi gönderdi. Ev sahibi, komşusunun daha muhtaç olduğunu düşünerek kelleyi diğer komşuya gönderdi. İkinci komşu da aynı düşünceyle kelleyi üçüncü komşuya gönderdi. Bu şekilde kelle yedi ev arasında dolaştıktan sonra tekrar ilk hediye edildiği eve gönderildi.” (Hâkim, II, 526)

Bu, fazîletler medeniyetini oluşturan ne kadar hassas, derin ve mânâlı bir İslâm ahlâkıdır! Mühim olan, işte o diğergâmlık ve ahlâk ölçüleri içerisinde olabilmek…

İSLAM’A SÜRÜLEN LEKE

İslâm’ın güleryüzünü temsil eden bu ve benzeri güzellikler o kadar mühimdir ki, aksi durumlara karşı hayli ikaz ve tehditler vârid olmuştur. Çünkü en küçük bir menfî davranış bile, İslâm’ın özüne sıçratılan bir lekedir. Hele komşulara huzursuzluk vermek gibi bir gaflet, büyük bir îman zaafıdır. Çünkü İslâm ahlâkı itibârıyla komşular, öncelikle birbirlerinin şerrinden emîn olmalıdırlar.

Nitekim bir gün Peygamber Efendimiz (s.a.v):

“–Vallâhi îmân etmiş olmaz. Vallâhi îmân etmiş olmaz. Vallâhi îmân etmiş olmaz!” buyurmuşlardı. Sahâbîler:

“–Kim îmân etmiş olmaz, yâ Resûlâllah?” diye sordular. Efendimiz (s.a.v):

“–Yapacağı fenâlıklardan komşusu emniyet içinde olmayan kimse!” buyurdular. (Buhârî, Edeb, 29; Müslim, Îmân, 73; Tirmizî, Kıyâmet, 60)

Yine Peygamber Efendimiz (s.a.v) komşu haklarını şöyle açıklamışlardır:

“Bir kişi, ehline ve malına gelecek kötülükten korktuğu için kapısını komşusuna kapalı tutmak zorunda kalıyorsa, o komşu, gerçek mü’min değildir. Aynı şekilde şer­rinden emîn olunmayan komşu da gerçek mü’min değildir.

Komşu hakkının ne olduğunu biliyor musun? Senden yardım dilediğinde yardım etmen, borç istediğinde vermen, muhtaç olduğunda ihtiyacını görmen, hastalandığında ziyâret etmen, bir hayra kavuştuğunda tebrik etmen, musîbete uğ­radığında tâziyede bulunman, öldüğünde cenâzesine katılman, izni olma­dıkça binânı onun binâsından daha yüksek yapıp rüzgârına mânî olmaman, çorbandan az da olsa ona da göndermek sûretiyle tencerenin kokusuyla onu rahatsız etmemendir. Bir meyve satın aldığında ona da hediye et, eğer bunu yapamazsan meyveyi evine (komşuna göstermeden) gizlice getir. Onu çocu­ğun da dışarı götürüp, komşunun çocuğunu özendirmesin.” (Beyhakî, Şuab, VII, 83; Kurtubî, V, 120-123)

Hadîs-i şerîfteki tembihler, mü’minlere, hayatın gerçeklerine göre nasıl yaşayacaklarının düsturlarını ve ölçülerini vermektedir. Çünkü çevreye ve içtimâî gerçeklere umursamaz ve âmâ davranmak, mü’minler için mümkün değildir.

Hiç kimse tamamen münferit bir hayat yaşayamaz. Herkes bir cemiyet ile az veya çok, bir şekilde münâsebet kurmaya muhtaçtır. Bu sebeple de herkes, içinde bulunduğu ortamı menfî ve müsbet bütün yönleriyle dikkate alarak sosyal ve ictimâî hayatını düzenlemek mecbûriyetindedir.

Dipnotlar:

[1] Bkz. İbn-i Hacer, Fethü’l-Bârî, Dâru’l-Fikr, Fuat Abdülbâkî neşri, ts., X, 456; Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, I, 146. [2] Bkz. Buhârî, Şüf’a 3, Hibe 16, Edeb 32. [3] Bkz. Ahmed, III, 407. [4] Bkz. Ahmed, V, 176.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Ebedi Yol Haritası İslam, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

KOMŞU HAKLARI NELERDİR?

Komşu Hakları Nelerdir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.