Peygamberimizin Komşuluk Hakkına Verdiği Önem

Peygamber Efendimizin komşuluk hakkına verdiği önem nasıldı?

Peygamber Efendimiz kul hakları içinde bilhassa komşu hakkına çok ehemmiyet verirdi. Bu hususta şöyle buyurmuşlardır:

“Cebrâîl bana komşu hakkını o kadar çok tavsiye etti ki neredeyse komşuları birbirine mîrasçı kılacak zannettim!” (Buhârî, Edeb, 28; Müslim, Birr, 140)

Sahâbenin fakirlerinden olan Ebû Zer -radıyallâhu anh- da şöyle der:

“Dostum Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bana şu vasiyette bulundu:

«Çorba pişirdiğin zaman suyunu çok koy. Sonra da komşularını gözden geçir ve gerekli gördüklerine güzel bir şekilde (yani ihtiyaç sahiplerine nezâketle) ikrâm et!»” (Müslim, Birr, 143)

KOMŞU HAKKI

Hadîs-i şerîf muktezâsınca, fakirlik bile komşuluk hakkını îfâya mâzeret değildir. İmkânı dar olan kişi de gücü nisbetinde komşusunu koruyup kollamak durumundadır. Zira Allah Resûlü’nden -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şu dehşetli ihtar vârid olmuştur:

“Komşusu açken tok yatan kimse mü’min değildir.” (Hâkim, II, 15; Heysemî, VIII, 167)

Diğer taraftan komşulara huzursuzluk vermek, büyük bir îman zaafıdır. Komşular, öncelikle birbirlerinin şerrinden emîn olmalıdırlar. Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Yapacağı fenâlıklardan komşusu emniyet içinde olmayan kimse cennete giremez.” buyurmuşlardır. (Müslim, Îmân, 73)

Bugün, haberleşme ve ulaşım vâsıtalarının terakkîsi neticesinde neredeyse bütün dünya birbirine komşu olmuş durumdadır. O hâlde dünyanın neresinde bir ihtiyaç zuhur etse, imkânımız nisbetinde onunla meşgul olmamız îcâb eder.

KURTULUŞUN VÂSITASI NEDİR?

Günümüzdeki ihtiyaçların en büyüğü ise ebedî kurtuluşun yegâne vâsıtası olan İslâm’dır. Komşu haklarının en mühimlerinden biri de onlara mânevî ikramlarda bulunmak olduğundan, bugün bütün insanlığın hidâyeti için gayret etmek, boynumuzun borcudur. Bu husustaki dikkat çekici bir misâli Ebzâ el-Huzâî -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

“Bir gün Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- minbere çıkarak bir konuşma yaptı. Müslümanlardan bâzı kişileri hayırla yâd ettikten sonra şunları söyledi:

«–Bâzılarına ne oluyor ki komşularına meseleleri anlatmıyor, bilmediklerini öğretmiyor, onları anlayışlı hâle getirmiyorlar?! Onlara mârûfu emretmiyor ve onları münkerden (dînin hoş görmediklerinden) sakındırmıyorlar!

Birtakım kimselere de ne oluyor ki, bilmediklerini komşularından sorup öğrenmiyor, anlayışlı olmaya çalışmıyorlar?! Allâh’a yemin ederim ki, bilgi sahibi olanlar ya komşularına öğretir, onları anlayışlı hâle getirir, mârûfu emreder, münkerden sakındırırlar; diğer taraftan bilmeyenler de komşularından sorup öğrenir, dînî meseleleri kavramaya çalışırlar, ya da onları (her iki grubu da) mutlaka dünyada cezâlandırırım.»

FAKÎH NEDİR?

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu konuşmayı yaptıktan sonra minberden inip evine girdi. Bâzıları:

«–Öyle sanıyoruz ki (Yemenli) Eş’arîleri kastetti, çünkü onlar fakîh (yani dîni yaşayan sâlih) kimselerdir, komşuları ise kaba, sert mizaçlı ve su başlarında göçebe hayatı yaşayan kimselerdir.» dediler.

Eş’arîler durumdan haberdâr olunca Allah Rasûlü’ne -sallâllâhu aleyhi ve sellem- gelerek:

«–Yâ Rasûlâllah! Sen bir kavmi hayırla, bizi ise şerle yâd etmişsin. Bizim hangi hâlimiz sebebiyle böyle oldu?» dediler.

Âlemlerin Efendisi önceki sözlerini tekrarladı. Eş’arîler kastedilenin kendileri olup olmadığını sordukça Nebiyy-i Ekrem Efendimiz aynı sözleri tekrarlıyordu. Bunun üzerine Eş’arîler:

«–Öyleyse bize bir sene mühlet ver.» dediler.

İSRÂİLOĞULLARI NEDEN LÂNETLENDİ?

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de komşularını eğitip onlara dînî meseleleri öğretmeleri için kendilerine bir sene müddet tanıdı ve sonra şu âyetleri okudu:

«İsrâiloğulları’ndan küfredenler, Dâvud’un ve Meryem’in oğlu Îsâ’nın diliyle lânetlenmişlerdir. Bu, onların isyân etmeleri ve aşırı gitmeleri sebebiyledir. Onlar, işledikleri kötülükten birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Andolsun yaptıkları şey ne kötü idi!» (el-Mâide, 78-79)” (Ali el-Müttakî, III, 684/8457; Heysemî, I, 164)

İbn-i Ömer -radıyallâhu anhumâ- şöyle der:

“Biz öyle zamanlar gördük ki, içimizden hiç kimse kendisinin altın ve gümüşe (yani maddî imkânlara) müslüman kardeşinden daha lâyık olduğunu düşünmezdi. Şimdi ise öyle bir devirdeyiz ki, altın ve gümüş (yani dünya menfaatleri) bize, müslüman kardeşimizden daha sevimli geliyor. Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’in şöyle buyurduğunu işitmiştim:

“Kıyâmet gününde nice komşular vardır ki, komşusunun yakasına yapışmış;«–Yâ Rabbî! Bu komşum, kapısını yüzüme kapatarak iyilik, ihsan ve yardımını benden esirgedi!» der.” (Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, no: 111)

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Fahr-i Âlem - Habîbi Hüdâ Hz. Muhammed Mustafâ, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.