İslam Dünyası Neden Geri Kaldı?

Dinamizm prensibine rağmen İslâm âlemi niçin geri kalmıştır? İslâm terakkîye mânî midir? İslam dünyasının Batı karşısında geri kalmasının nedenleri.

Muharref Hristiyanlık sebebiyle, asırlar boyunca Avrupa, cehâlet ve sefâlet karanlıkları içinde kalmıştır. Bu ise Batılı filozof ve fikir adamlarında, dînin beşerî ve medenî ilerlemeye engel olduğu yönünde menfî bir telâkkî oluşturmuştur.

MÜSLÜMANLAR NEDEN GERİ KALDI?

Osmanlı’nın son döneminden itibâren, bazı Batı hayranı siyasetçi ve muharrirlerde de İslâm’ı Hristiyanlık’la aynı kefeye koyma gafletine düşerek, dînin terakkîye mânî olduğunu iddiâ etme garâbeti baş göstermiştir.

Ziya Paşa bundan şöyle şikâyet eder:

İslâm imiş devlete pâ-bend-i terakkî,[1]

Evvel yoğ idi işbu rivâyet yeni çıktı!..

Evvelâ şunu ifade etmek gerekir ki İslâm’daki dinamizm, illâ dünyevî bir îmar, maddî bir terakkî ve teknolojik bir üstünlük demek değildir. Ancak çalışkan insanlar, bunlarda da müsbet neticeler elde ederler.

Nitekim Müslümanların İslâm’a sımsıkı sarıldığı asırlar boyunca İslâm âleminde büyük keşifler ve ilmî gelişmeler yaşanmıştır. Muazzam fetihler yapılmış, hâlen ayakta olan hârikulâde mîmarî eserler inşâ edilmiştir.

Ecdâdımız Osmanlı, İslâm’ın hayat veren ölçüleriyle yaşayıp cihad rûhuyla hareket ettiği zaman, kısa bir süre içinde küçücük bir aşiretten 24 milyon kilometrekarelik muazzam bir cihan devletine ulaşmıştır.

Fakat Müslümanlar, geçtiğimiz asırlarda ecdâdın büyük fetihlerinin gölgesinde Lâle Devri gibi rehâvet ve atâlet zamanlarına girmişler ve ehl-i küfrün bu dönemde gerçekleştirdiği maddî terakkînin gerisinde kalmışlardır.

Velhâsıl İslâm’ın telkin ettiği gayret ve dinamizmi yitirmek; İslâm âlemi için duraklamayı ve nihâyetinde çöküşü beraberinde getirmiştir. İslâm âlemi o büyük ihmâlin ağır faturasını bugün bile ödemeye devam etmektedir.

Mehmet Âkif, Safahat’ında Şark’ı atâlet ve miskinlikten uyandırmaya ve gayrete getirmeye çalışır:

Yer çalışsın, gök çalışsın, sen sıkılmazsan otur!

Bunların hakkında bilmem bir bahânen var mı? Dur!

Mâsivâ[2] bir şey midir, boş durmuyor Hâlık bile:

Bak tecellî eyliyor bin şe’n-i gûnâgûn[3] ile.

Ey, bütün dünyâ ve mâfîhâ[4] ayaktayken yatan!

Leş misin davranmıyorsun? Bâri Allah’tan utan!

Hâlbuki Cenâb-ı Hak, ümmet-i Muhammed’i, dâimâ düşmana karşı zamanın gerektirdiği şekilde kuvvet hazırlamakla memur kılmıştır.[5] Yahudîleri, korkaklıklarından ve düşman karşısında meskenet ve zillete düşmelerinden dolayı kınamıştır.[6]

Lâkin meseleye kader sırrıyla da bakmak îcâb eder. Zira galebe nöbetinin, insanlar arasında tedâvül etmesi, bu dünyada cârî olan ilâhî bir kâidedir.[7]

Günümüzde galebe nöbetinin ehl-i küfürde olması ve küresel güçlerin dünyayı âdeta modern bir câhiliye devrine döndürmüş olması, aslâ onların haklılığını göstermez. İnşâallah, nöbet tekrar ehl-i İslâm’a gelecektir. Bunun işaretleri de vardır.

Mü’mine düşen, çalışıp gayret etmektir. Zira “Takdîr-i ezel, gayrete âşıktır.” denilmiştir.

Bu hususta belki de en acı mukayese; dalâlet ve küfür ehlinin bâtıl bir dâvâ uğruna gösterdikleri gayretler ile, bir mü’minin hak dâvâsı için kendi gayretlerinin noksanlığını karşılaştırması olacaktır.

Yine Mehmet Âkif şöyle der:

Misyonerler, gece-gündüz yeri devretmedeler,

Ulemâ vahy-i ilâhîyi mi bilmem, bekler?

Dipnotlar:

[1] Pâ-bend-i terakkî: İlerlemeyi engelleyen ayak bağı. [2] Mâsivâ: Allah’tan gayrı bütün varlıklar. [3] Şe’n-i gûnâgûn: Türlü türlü yeni iş. [4] Mâfîhâ: 1. Bir şeyin içinde bulunanlar. 2. Öteki dünya, âhiret. [5] Bkz. el-Enfâl, 60. [6] Bkz. el-Mâide, 21-25; el-Bakara, 61; Âl-i İmrân, 112. [7] Bkz. Âl-i İmrân, 140.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, İslam Tefekkür Ufku, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

MÜSLÜMANLARIN GERİLEME NEDENLERİ

Müslümanların Gerileme Nedenleri

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.