İnsan Neden Hep Eksik Olanın Peşinde?

Sahip olduklarımızı görmezden gelip, olmayanın peşinde koşmak… Bu insani arayışın altında ne yatıyor?

Belki pek çoğunuzun bildiği bir hikâyeyi sizlerle tekrar paylaşmak isterim…

İNSAN NEDEN HEP EKSİK OLANIN PEŞİNDE?

Bir Altının Peşinde Kaybolan Huzur

Zamanın birinde bir kral yaşarmış. Huysuz ve suratsız kral, bir gün vezirine hizmetkârı göstererek:

“-Çok mutlu ve güler yüzlü! Benim her şeyim var. Ama benim değil, onun yüzü gülüyor!” diyerek serzenişte bulunmuş.

Akıllı vezir:

“-Kralım! Haydi hizmetkârınıza doksan dokuz kuralını uygulayalım.” demiş.

Kral hem meraklı hem şaşkın bir tavırla:

“-O nedir?” diye sormuş.

“-Kralım, bir keseye doksan dokuz altın koyun. Sonra hizmetkârı çağırıp ona hediye edin. Ama hediye ederken «Bu yüz altın senin!» demeyi unutmayın.” diye tembih etmiş.

Kralın merakı iyice artmış:

“-Eee, sonra?” demiş merakla…

Vezir:

“-Sonrasını sonra konuşuruz kralım.” demiş.

Kral hemen merakla altın kesesini hazırlayıp hizmetkârı huzuruna çağırmış:

“-İşini severek yapıyorsun, güler yüzlü bir adamsın. Senden memnunum. Al bakalım bu yüz altın senin!” deyip keseyi atmış.

Hizmetkâr hem mahcup hem memnun bir vaziyette keseyi cebine koymuş. Gün tamamlanmış, işler bitmiş, herkes odasına çekilmiş.

Bizim hizmetkâr da odasında hemen merakla, mutlulukla keseyi boşaltmış. Eh, artık yüz altını varmış ne de olsa! Saymak istemiş. Saymış, saymış, saymış... Ama doksan dokuz!

Kesenin dibini kontrol etmiş, cebi yırtık mı diye bakmış, yok! Bir altın eksik! Tadı kaçmış tabiî ki...

Gün içinde gezdiği yerleri bir daha dolanmış. Derken sabah olmuş, iş vakti gelmiş, kralın huzuruna çıkmış. Ama uykusuzluktan, yorgunluktan rengi kaçmış, altını bulamadığından da yüzü keyifsiz!..

Bu defa kral şaşkınlıkla bakakalmış hizmetkârına. Vezire seslenmiş:

“-Yâhu, biz buna dün doksan dokuz altın vermedik mi? Ne bu hâl?”

Vezir:

“-İşte kralım, insanın ahvâli budur. Dün hiç altını yoktu. Bugün doksan dokuz altını var, ama o olmayan bir tanesine takılıp bu hâle geldi.” demiş...

Eksik Olanın İmtihanı

Burası dünya, hiçbir zaman parçalar tamam olmayacak ve eksik olan parça imtihan alanımız... Dünyada cenneti yaşamak ister gibi insanoğlu! Her şeyin “en çok/en fazla” olanına sahip olma derdinde...

“Burası dünya!

 Ne çok kıymetlendirdik.

Oysa bir tarla idi;

Ekip biçip gidecektik…” diyor ya şair...

Olmayan bir şeye saplanmak yerine, verilen doksan dokuz ve daha fazlası nîmete şükretmeyi bilmek gerekir.

“Hatırlayın ki Rabbiniz size: «Eğer şükrederseniz, elbette size (nîmetimi) artıracağım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azâbım çok şiddetlidir!» diye bildirmişti.” (İbrahim, 7)

Müslüman için sabır ve şükür dengesi, kulluk kalitesinin te’yidi tadındadır. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ne buyuruyor:

“Îman iki kısımdır. Yarısı sabırda, yarısı şükürdedir.” (Beyhakî, Şu‘abü’l-Îmân, 7/127.)

Bu hadîs-i şerîfi biraz tefekkür edelim. Îman ehli bir kul için nîmet; şükür ve infak ile “er-Rezzâk” olan Rabbimize tutunma fırsatıdır.

Eğer nîmetin eksikliği ile imtihan hâlinde ise; tam bir teslîmiyetle, isyandan îmânını koruma imtihanı ile karşı karşıya demektir.

“er-Rahmân” ve “er-Rezzâk” olan Rabbimiz, nîmetlerini “günahkâr” ya da “takvâ ehli” demeksizin dünyaya bol bol göndermektedir. Fakat kulun bunun idrâkinde olması elzemdir.

Kimse eline geçen bolca mal için “Bu bana fazla!” demez, “Ben bunu hak ettim!” der. Zira nefis böyledir, hep daha fazlasını ister. Oysa elimizdeki fazlalıklara, “Rabbim, başkasının ihtiyaç duyduğu malı da bana zimmetledi!” şuuru ile bakmak gerekir.

Yine nîmetin azlığı ile imtihan olan kimselerin de:

“-Neden ben, benim neyim eksik? O hak ettiğinden mi zengin!” gibi isyan içerikli sözler yerine, “Rızka Sen kefilsin Rabbim, beni kendinden başkasına muhtaç etme!” diyerek azimle çabalamalıdır.

Nîmet, elbette ki sadece mal-mülk değildir. Aile huzuru, dostluklar, îman ehli olmak gibi sayısız pek çok nîmet hayatımızı hem kolaylaştırır, hem de güzelleştirir. Meselâ, sabah uyanınca:

“-Elhamdülillah, gözlerim bugün de görüyor!” diye şükretmek aklımıza geliyor mu?

Hadîs-i şerîfte buyruluyor:

“Mü’minin durumu gıbta ve hayranlığa değer. Çünkü her hâli kendisi için bir hayır sebebidir. Böylesi bir özellik sadece mü’minde vardır. Sevinecek olsa, şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir belâ gelecek olsa, sabreder; bu da onun için hayır olur.” (Müslim, Zühd, 64)

Peki ya sabır? Mü’min olarak hayatımızda ne kadar var, doğru şekliyle mi var? Danışanlarım bazen eş zulmünden bahsediyor, evet zulüm! Şiddet, hakaret, duygusal mahrumiyet, değersizlik/yetersizlik gibi kavramların hayatlarında ciddî anlamda varlığı, beden ve zihin sağlıklarını tehdit ediyor.

Peki, cennet ehli olmanın yolu, sadece “boşanmamaktan” ya da “zâlime boyun eğmekten” geçiyor olsaydı, ashâb-ı kirâmdan hiç boşanan olmazdı değil mi?

Sabır, kötülüğün varlığına göz yummak olsaydı, emr-i bi’l-mârûf nehy-i ani’l-münker üzerimize farz olmazdı. İyiliği tavsiye ve emretmek, her türlü kötülükten sakındırmak... O hâlde gerçek sabır; iyi, güzel ve doğru olanın temini için kulluk kapasite ve gücünü gerektiğince kullanıp çabaladıktan sonra, netice hakkında Rabbimiz’e rızâ hâlinde güvenmek, sığınmak değil midir?

“Sabrediyorum!” deyip, ayyaş kocanın darbetmesine, evlâdın hadsizce saygısızlığına, huzur bozulmasın diye “saygı sınırının ihlâline” göz yummak; kötülüğün artmasına seyirci kalmak değil midir? İdare edilen, prim verilen nefis, gitgide canavarlaşır. Bu yüzden sabır; irâde ve gücünü kullanmadan ne olursa olsun her türlü zulme teslim olmak değildir.

Sabır; namaz/oruç gibi ibadetlerde nefis zorlansa da “devam” ve “istikrar”dır.

Sabır; nefsin istediği her şeyi helâl/haram hassasiyeti sebebi ile kontrol altında tutma mücadelesidir.

Sabır; cennetten alıkoyacak kandırmaca dolu her nefsânî tavra îman gücü ile darbe vurmaktır.

Ve şükür… Dünya/âhiret nîmetlerini verene kalben bağlanıp iç dünyamızdaki ve çevremizdeki güzellikleri büyütmektir.

Nankörlüğe İten Şükürsüzlük

İslâm her sahada hayata denge getiren nizamdır. Bu sebeple isyana sürükleyen sabır, nankörlüğe iten şükürsüzlük, rehâvet sebebi olan çabasız “kuru” şükür hâli de istenen fazîletler değildir şüphesiz! Dengeyi bulmak için; sabır ve şükür ile ilgili âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfleri bolca tefekkür edip kalbimize nakşetmeli, sonra da gücümüz nisbetinde hayatımıza yansıtmalıyız.

Allâh’ım... Başta îmânımız, aklımız, güzel ahlâkımız, takvâmız, sağlık ve âfiyetimiz olmak üzere, son nefesimize kadar şükretmemiz nîmetlerini, üzerimizde dâim eyle... Küfür, şirk, nifak ve günahın her türlüsüne karşı îmânımızı kavî eyle, sabır ve sebâtımızı güçlendir. Âmin.

Kaynak: Ayşenur Sever,  Şebnem Dergisi, Sayı: 472

İslam ve İhsan

NEDEN İMTİHAN EDİLİYORUZ?

Neden İmtihan Ediliyoruz?

HAMD VE ŞÜKÜR İLE İLGİLİ ÖRNEKLER

Hamd ve Şükür ile İlgili Örnekler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.