Hamd ve Şükür ile İlgili Örnekler

Hamd nedir, şükür nedir? Hamd ve şükür ile ilgili ayet ve hadisler nelerdir? Allah’a hamd etmenin fazileti nedir? Hamd ve şükür ile ilgili örnekler.

Cenâb-ı Hakk’ın sonsuz azametinin, ilâhî sanat ve sıfat tecellîlerinin medh ü senâ edilmesi “hamd”; O’nun sayısız lûtuf, nîmet ve ikramlarına karşı lisânen, fiilen ve kalben medh ü senâ ve teşekkürde bulunulması da “şükür”dür. Her iki lâfız da mânâ itibâriyle birbirine çok yakındır.

Her türlü tâzîm Allâh’a mahsus ve hamd de sâdece O’nun hakkıdır. Allah Teâlâ’nın bütün nîmetlerine hamd etmek, müslümanın kulluk vazîfelerinden biridir. Hamd etmek kulluk borcu olduğu hâlde, Allah Teâlâ’nın hamd eden kuldan râzı olduğunu bildirmesi,[1] büyük bir lûtuf ve ihsandır; O’nun sonsuz rahmetinin bir tecellîsidir.

HAMD İLE İLGİLİ AYETLER

Hamde lâyık yegâne varlık, Allah Teâlâ’dır. Âyet-i kerîmede buyrulduğu üzere:

“Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allâh’a mahsustur...” (el-En’âm, 1)

Cenâb-ı Hak, kullarının her fırsatta kendisine hamd etmelerini istemektedir. Âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:

“...Allâh’a hamd olsun, de!..” (el-İsrâ, 111)

“...Onların duâları; «Bütün hamd ü senâlar, âlemlerin Rabbi Allâh’a mahsustur.» diye son bulur.” (Yûnus, 10)

Namazın her rekâtında okuduğumuz Fâtiha’nın ilk âyeti, bize “hamd”i telkîn eder:

“Hamd, Âlemlerin Rabbi Allâh’a mahsustur.”

Zâten Allah Teâlâ’ya hamd edilmeden başlanan bir iş ve davranıştan hayır ummak mümkün değildir. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Allâh’a hamd ederek başlanmayan her mühim iş, bereketsiz olur.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 18/4840) buyurmak sûretiyle biz ümmetini bu hususta îkâz etmiştir.

HAMD ETMENİN FAZİLETİ

Hamd, aynı zamanda mühim bir zikirdir. Peygamber Efendimiz, hamdin fazîletini şöyle beyân eder:

“Temizlik îmânın yarısıdır. «Elhamdülillâh» duâsı mîzânı, «Sübhânallâhi ve’l-hamdülillâh» sözleri ise, yer ile gökler arasını sevap ile doldurur. Namaz nûrdur; sadaka burhândır; sabır ziyâdır. Kur’ân, senin ya lehinde ya da aleyhinde delildir. Herkes sabahtan (pazara çıkar) nefsini satar; kimi onu âzâd, kimi de helâk eder.” (Müslim, Tahâret 1; Tirmizî, Deavât 85/3517)

Hamd gibi mühim kulluk vazîfelerinden biri de şükürdür. Şükür; kulun, kendisine lûtfedilen nîmetlere ve iyiliklere karşı sevinerek, onları ihsân eden Rabbine çeşitli söz ve davranışlarla hâlisâne bir kullukta bulunmasıdır. Bu da gösteriyor ki şükür, nîmetin hakîkî sâhibini bilmektir.

Lâyıkıyla şükreden bir kul olabilmek için, sâdece nâil olunan nîmetlerin Allâh’ın lûtfu olduğunu bilmek ve bunu dille ifâde etmek kâfî değildir. Rabbimiz’e karşı îcâb eden ibâdet ve davranış güzelliklerini îfâ etmek, yâni amel-i sâlihlerde bulunmak zarûrîdir.

Gerçekten, varlıkların en basitinden en mütekâmiline kadar hiyerarşik teselsülünde zirve noktasını teşkîl eden insanın, “eşref-i mahlûkât” (varlıkların en şereflisi) olmasının tabiî bir îcâbı olan “hamd ve şükür”, dînin en derin ve en mühim meselelerinden biridir. Bunun içindir ki;

“Şükür, îmânın yarısıdır...” buyrulmuştur. (Süyûtî, I, 107)

Yaratılışındaki izzet ve asâleti muhâfaza etmiş olan her insan, kendisine bir bardak su ikrâm edene bile vicdânen bir teşekkür borcu hisseder. Hâl böyleyken insanoğlunun, bütün nîmetlerin kaynağı ve ikrâm edeni olan Allah Teâlâ’ya karşı alık ve abus kalması, akıl, iz’an ve vicdan dışıdır. Bu hâl, ancak düşünce yoksulluğu ve his donukluğunun bir ifâdesidir.

Buna rağmen, maalesef pek çok kimse, Allâh’ın kendisine lûtfettiği sayısız nîmetlere karşı gaflet içindedir. İnsanların bu derin gafleti sebebiyle Rabbimiz:

“…Kullarımdan şükredenler pek azdır.” (Sebe, 13) buyurmaktadır.

Şükürsüzlük hâli, Rabbimiz’in hoşnud olmadığı bir durumdur. Rabbimiz’in ihsân ettiği nîmetlerin elden gitmesine sebep olur. Nitekim Cenâb-ı Hak, âyet-i kerîmelerde şöyle buyurur:

“Ben’i zikredin; Ben de sizi zikredeyim! Bana şükredin; sakın küfrân-ı nîmette bulunmayın!” (el-Bakara, 152)

“…Eğer şükrederseniz, elbette size olan (nîmetlerimi) artırırım. Eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azâbım çok şiddetlidir!” (İbrâhîm, 7)

“…Şükreden, ancak kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük eden de bilsin ki, Allâh hiçbir şeye muhtaç değildir, her türlü hamde lâyıktır.” (Lokmân, 12)

HAMD VE ŞÜKÜR ÖRNEKLERİ

  • Peygamberimiz sofrasını kaldırdığı zaman ne derdi?

Peygamber Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- sofrasını kaldırdığı zaman şöyle derdi:

“Ey Rabbimiz! Sana tertemiz duygularla, eksilmeyip artan, huzûrundan geri çevrilmeyip kabûl edilen sayısız hamd ile hamd ederiz.” (Buhârî, Et`ime, 54; Ebû Dâvûd, Et`ime, 52; Tirmizî, Deavât, 55)

  • Yemekten sonra hamd etmek

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Allah Teâlâ, yemek yedikten veya bir şey içtikten sonra kendisine hamd eden kulundan hoşnud olur.” (Müslim, Zikir, 89; Tirmizî, Et’ime, 18)

  • Aksırınca ne denir?

Nebî -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanında iki kişi aksırmıştı. Efendimiz onlardan birine “yerhamükellâh” dedi, diğerine ise söylemedi. Kendisine “yerhamükellâh” demediği kişi:

“–Filân kişi aksırdı, ona yerhamükellâh dediniz; ben aksırdım, bana niye demediniz?!” diye sorunca Peygamber Efendimiz:

“–O kişi elhamdülillâh dedi, sen ise demedin.” buyurdu. (Buhârî, Edeb, 127; Müslim, Zühd, 53)

  • Hamd eden olarak yaşa

Fahr-i Kâinât Efendimiz, Hazret-i Ömer’in üzerinde bir gömlek görmüştü. Ona:

“–Bu gömleğin yeni mi, yoksa yıkanmış mı?” diye sordu. Ömer -radıyallâhu anh-:

“–Yeni değil, yıkanmış gömlektir, yâ Rasûlâllah!” deyince Allah Rasûlü:

“–Yeni giy, hamd eden olarak yaşa, şehîd olarak öl!” buyurdu. (Ahmed, II, 89)

Peygamber Efendimiz’in bu mûcizevî beyanları, zamanı gelince aynen gerçekleşmiş ve Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, şehîd olarak vefât etmiştir.

  • Kulun yaptığı en mühim iş

Kulun yaptığı en mühim iş, hiç şüphesiz Allâh’a hamd etmektir. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hamdin fazîletini bildiren bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyururlar:

“Allâh’ın kullarından bir kul; «Yâ Rabbi! Vechinin (yüzünün) celâline, kudret ve hâkimiyetinin azametine lâyık şekilde Sana hamd olsun.» dedi. Bu hamd, kulun amelini yazmakla vazîfeli iki meleği âciz bıraktı. Onlar bu hamdin sevâbını nasıl yazacaklarını bilemediler. Semâya çıktılar ve:

«–Ey Rabbimiz! Sen’in kulun öyle bir söz söyledi ki, sevâbını nasıl yazacağımızı bilemiyoruz.» dediler. Allah Teâlâ Hazretleri -kulun söylediği sözü en iyi bilen olduğu hâlde-:

«–Benim kulum ne söyledi?» diye sordu. Melekler şöyle cevap verdi:

«–Ey Rabbimiz! O kul şu şekilde hamd etti:

Yâ Rabbi! Vechinin (yüzünün) celâline, kudret ve hâkimiyetinin azametine lâyık şekilde Sana hamd olsun.»

Bunun üzerine Allah Teâlâ o iki meleğe buyurdu ki:

«–Kulum Bana kavuşup da Ben onu söylediği söze (hamde) karşılık mükâfatlandırıncaya kadar, siz o sözü kulumun söylediği gibi yazınız!» buyurdu.” (İbn-i Mâce, Edeb, 55)

Rabbimiz cümlemize, bu duâyı ihlâs ile îfâ edebilmeyi nasîb eylesin!..

  • Allah’a hamd olsun

Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh- şöyle demiştir:

“Yetim büyüdüm, yoksul olarak hicret ettim. Gazvân’ın kızı (Büsre)’ye karın tokluğuna, ayak pabucu karşılığında işçi oldum. (Yolculuk esnâsında) konakladıklarında onlara odun toplardım, hayvanlarına bindikleri zaman da hidâ yapar; güzel nağmelerle develerini hızlandırırdım. İslâm dînini güçlendiren ve Ebû Hüreyre’yi imam yapan Allâh’a hamd olsun.” (İbn-i Mâce, Rühûn, 5)

  • Allah’a çok şükreden bir kul olmayayım mı? 

Âişe -radıyallâhu anhâ- şöyle anlatır:

“Bir gece Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bana:

«–Ey Âişe! İzin verirsen, geceyi Rabbime ibâdet ederek geçireyim.» dedi. Ben de:

«–Vallâhi Sen’inle beraber olmayı çok severim, ancak Sen’i sevindiren şeyi daha çok severim.» dedim.

Sonra kalktı, güzelce abdest aldı ve namaza durdu. Ağlıyordu… O kadar ağladı ki, elbisesi, mübârek sakalları, hattâ secde ettiği yer sırılsıklam ıslandı. O, bu hâldeyken Hazret-i Bilâl namaza çağırmaya geldi. Ağladığını görünce:

«–Yâ Rasûlâllah! Allah Teâlâ Siz’in geçmiş ve gelecek günahlarınızı bağışladığı hâlde niçin ağlıyorsunuz?» dedi.

Bunun üzerine Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

«–Allâh’a çok şükreden bir kul olmayayım mı? Vallâhi bu gece bana öyle âyetler indirildi ki, onu okuyup da üzerinde tefekkür etmeyenlere yazıklar olsun!» karşılığını verdi ve şu âyetleri okudu:

«Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, akl-ı selîm sâhipleri için (Allâh’ın birliğini gösteren) kesin deliller vardır. Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her an) Allâh’ı zikrederler; göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin tefekkür ederler ve; “–Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın. Sen’i tesbîh ederiz; bizi Cehennem azâbından koru!” (derler) (Âl-i İmrân, 190-191) (İbn-i Hibbân, II, 386)

  • Allah’a şükrederdi

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, kendisinde bulunan nîmetlerin başkalarında olmadığını müşâhede ettiğinde, hemen Allâh’a şükrederdi. Nitekim bir defâsında kötürüm bir hastanın yanına uğrayıp onun hâlini gördüğünde, hemen hayvanından inerek şükür secdesine kapanmıştı. (Heysemî, II, 289)

Allah Rasûlü’nü sevmenin alâmeti, O’nun hâliyle hâllenmektir. Bizler, şâhid olduğumuz nice ibret dolu manzaralar karşısında ne kadar şükür secdesine kapanabiliyoruz?!

  • Peygamberimize şükür secdesi yaptıran müjde

Sa’d bin Ebî Vakkâs -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

“Bir gün Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile beraber Medîne’ye gitmek üzere Mekke’den yola çıkmıştık. Azvera denen yere yaklaştığımızda Rasûl-i Ekrem Efendimiz bineğinden indi. Sonra ellerini kaldırarak bir süre duâ etti, daha sonra secdeye kapandı, uzunca bir süre secdede kaldı. Bunu üç defa tekrarladı. Nihâyetinde şöyle buyurdu:

«Rabbimden dilekte bulundum ve ümmetim için şefâat niyâz ettim. O da ümmetimin üçte birini bana bağışladı. Ben de Rabbime şükretmek için secdeye kapandım. Sonra tekrar başımı kaldırıp Rabbimden ümmetimi bağışlamasını diledim; O da bana ümmetimin üçte birini daha bağışladı. Ben de bunun üzerine Rabbime şükür secdesine kapandım. Sonra tekrar başımı kaldırıp Rabbimden ümmetimi diledim; O da bana ümmetimin geri kalan üçte birini bağışladı. Ben de Rabbime şükretmek üzere tekrar secdeye kapandım.»” (Ebû Dâvûd, Cihâd, 162/2775)

Burada Efendimiz’i son derece sevindirip şükür secdelerine sevk eden müjde; ümmetinden büyük günah işleyenlerin, bu günahları sebebiyle cezâ görseler bile, cehennemde ebediyyen kalmayacakları ve kendisinin şefaatiyle cennete kavuşacakları, küçük günah işleyenlerin ise belki de hiç cezâ görmeden affedilecekleriydi. Îmandan nasîbi olmayanlarınsa cennete girmesi mevzubahis değildir.

  • Peygamberimizin şükür hassasiyeti

Abdurrahmân bin Avf -radıyallâhu anh-, Peygamber Efendimiz’in Allâh’ın ikram ve ihsanlarına karşı şükür husûsundaki hassâsiyetini gösteren bir hâdiseyi şöyle anlatıyor:

“Bir defâsında Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- mescidden çıkmıştı. Ben de hissettirmeden onu tâkip ettim. Bir hurma bahçesine girdi. Kıbleye karşı durarak secdeye vardı. Secdesini o kadar uzattı ki, vefât etti sandım. Hemen yanına vardım, eğilip yüzüne bakmaya başladım. Başını kaldırdı ve:

«–Ne oldu ey Abdurrahmân?» diye sordu.

«–Yâ Rasûlâllah! Secdeyi o kadar uzattınız ki, vefât ettiniz diye korktum ve hemen yanınıza geldim.» dedim. Peygamber Efendimiz:

«–Bahçeye girdiğimde Cebrâîl -aleyhisselâm- ile karşılaştım. Allah Teâlâ’nın şöyle buyurduğunu müjdeledi: “Kim Sana selâm verirse Ben de ona selâmet veririm. Kim Sana salevât getirirse, Ben de ona salât ederim.” (Bunun için Rabbime şükür secdesi yaptım)» buyurdu.” (Hâkim, I, 344-345/810)

  • Allah sana hayırlar versin

Bize lûtfedilen bütün nîmetlerin Allah Teâlâ’dan olduğu muhakkaktır. Lâkin nîmetlerin bize ulaşmasına vesîle olana teşekkür etmek de, bir vefâ ve nezâket îcâbıdır. Hadîs-i şerîfte:

“Kendisine iyilik yapılan kimse, yapana; «Allâh sana hayırlar versin!» diyerek duâ ederse, şükür borcunu pek yüksek bir şekilde îfâ etmiş olur...” buyrulmaktadır. (Tirmizî, Birr, 87/2035)

  • Allah’a şükretmek

Âişe -radıyallâhu anhâ- şöyle der:

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bana sık sık şöyle buyururdu:

“–Ey Âişe! Ezberindeki beyitlerden biraz okur musun?” Ben:

“–Hangi beyitleri istiyorsun yâ Rasûlâllah! Hâfızamda birçok şiir var?” derdim.

“–Şükür hakkındakilerden!” buyururdu. Ben de bir defasında:

“–Anam babam Sana fedâ olsun! Şâir şöyle demiştir.” dedim ve:

“Gördüğün zayıfın elinden tut ve onu kaldır. Onun zayıf olması seni aldatmasın. Gün gelir musîbetler sana ulaşır ve her tarafını kuşatır. İşte o zaman o yardım ettiğin fakir sana karşılığını verir veya bir şey yapamazsa, hiç değilse seni senâ eder. Çünkü yaptığın bir işten dolayı senâ eden kimse de seni mükâfatlandırmış olur. Kerîm olan bir kimseyi ayıplamak istersen, şunu bil ki, onun sağlam ipini zayıf kuvvetler eskitemez.” şiirini okudum.

Bunun üzerine Allah Rasûlü:

“–Ey Âişe! Cibrîl’in bana haber verdiğine göre, Allah Teâlâ kıyâmet günü mahlûkâtı haşrettiğinde, bir başkasından iyilik gören kuluna şöyle buyurur:

«–Sana iyilik eden kuluma teşekkür ettin mi?»

O da:

«–Ey Rabbim! Bana dokunan iyiliğin Sen’den geldiğini bildiğim için sâdece Sana şükrettim.» der. Allah Teâlâ ona:

«–Bu iyiliklerin sana ulaşmasına vâsıta kıldığım kuluma teşekkür etmedikçe Bana şükretmiş olmazsın!» buyurur.” (Ali el-Müttakî, III, 741-742)

Âlemlerin Efendisi diğer bir hadîslerinde, Allah Teâlâ’ya şükretmekle, iyilik yapan insana teşekkür etmek arasındaki yakın alâkayı şöyle ifâde buyurmuştur:

“İnsanlara teşekkür etmeyen, Allâh’a şükretmiş olmaz.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 11/4811; Tirmizî, Birr, 31)

  • Şükreden kalp

Peygamber Efendimiz, insana verilen en büyük nîmetler arasında şükreden bir kalbi zikretmiştir. Sevbân -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

…Altın ve gümüşü biriktirip de bunları Allâh yolunda sarf etmeyenlere, can yakıcı bir azâbı müjdele!” (et-Tevbe, 34) âyeti nâzil olduğu zaman biz, Allah Rasûlü ile birlikte seferde bulunuyorduk. Ashâbdan bâzısı:

“–Altın ve gümüş hakkında inecek olan indi. (Artık bir daha onları biriktirmeyiz.) Keşke hangi malın daha hayırlı olduğunu bilsek de ondan biraz edinsek?” dedi. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şu cevâbı verdi:

“–Sâhip olunan şeylerin en kıymetlisi, zikreden bir dil, şükreden bir kalp, kocasının îmânına yardımcı olan sâliha bir zevcedir. (Tirmizî, Tefsîr, 9/3094)

  • Nasıl şükredilir?

Dâvûd -aleyhisselâm-, Rabbine çok şükrederdi. O, bir keresinde şöyle demiştir:

“–Yâ Rabbi! Ben Sana nasıl şükredeyim. Zîrâ Sen’in şükrüne ancak Sen’in nîmetinle erişebiliyorum.”

O’na şöyle vahyedildi:

“–Sana olan nîmetlerimin hepsinin Ben’den olduğunu biliyor musun?”

Hazret-i Dâvûd:

“–Evet.” dedi.

Bunun üzerine Allah Teâlâ:

“–Bu şekilde düşünmen, Ben’im Sen’den râzı olmama kâfîdir.” dedi.[2]

  • Kullarımdan şükredenler pek azdır

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, bir mü’mine rastlamıştı. O devamlı; “Allâh’ım, beni azlardan eyle!” diye duâ ediyordu. Ömer -radıyallâhu anh-, o zatın bu duâ ile neyi kastettiğini anlayamamıştı.

“–Niçin böyle duâ ediyorsun?” diye sordu. O mü’min, şu cevâbı verdi:

“–Allah Teâlâ; “...Kullarımdan şükredenler pek azdır.” (Sebe, 13) buyuruyor. Ben de o mes’ûd azınlıktan olmayı talep ediyorum.” dedi.

Bu güzel düşünce karşısında hayran kalan Ömer -radıyallâhu anh-:

“–Yazık bana, herkes Ömer’den daha akıllı ve bilgili!” diye hayıflandı. (İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, VII, 81)

  • Şükür nedir?

Cüneyd-i Bağdâdî yedi yaşında iken dayısı Seriyy-i Sakatî onu hacca götürür. Harem içinde gerçekleşen irfan sohbetlerinden birinde, şükür hakkında konuşulur. Oradaki âriflerin her biri kendi değerlendirmelerini yaptıktan sonra, Seriyy-i Sakatî, Cüneyd’e dönerek onun da konuşmasını ister. Cüneyd, bir müddet düşündükten sonra şu muhteşem cevâbı verir:

“–Şükür, Allah Teâlâ’nın lûtfettiği nîmetle O’na âsî olmamak ve o nîmeti mâsiyete sermâye etmemektir.” (Ferîdüddîn Attâr, s. 318)

  • Bulursak şükredip infak eder, bulamazsak şükredip sabrederiz

Şükür hâli husûsunda İbrâhim bin Edhem ile Şakîk-i Belhî arasında geçen şu mülâkat, ne kadar hikmetlidir:

Şakîk-i Belhî, İbrâhim bin Edhem’e sorar:

“–Geçim husûsunda ne yaparsınız?”

İbrâhim bin Edhem şöyle cevap verir:

“–Bulunca şükrederiz, bulamayınca sabrederiz!..”

Şâkîk-ı Belhî:

“–Horasan’ın köpekleri de böyle yapar!” deyince bu defa İbrâhim bin Edhem sorar:

“–Ya siz ne yaparsınız?”

Şakîk-i Belhî şöyle cevap verir:

“–Bulursak şükredip infâk eder, bulamadığımızda ise yine şükredip sabrederiz.”

  • Nimete şükür

Allâh’ın bahşettiği nîmetlere hakkıyla şükredebilmek mümkün değildir. Ancak, elimizden geldiğince hamd ve şükredersek, Cenâb-ı Hak, azımızı çok kabûl ederek bizden râzı olur. Allâh dostlarından Bişr-i Hâfî, bu hususta güzel bir misal teşkîl eder:

Hazret, vefâtından sonra rüyâda görüldü. Kendisine:

“–Allâh senin hakkında ne hüküm verdi?” diye sorulunca, şu mukâbelede bulundu:

“–Allâh beni affetti ve cenneti bana lûtfederek dedi ki:

«–Ey Bişr! Eğer Ben’im için ateş korları üzerinde secde etseydin bile kullarımın kalbinde senin için yerleştirmiş olduğum muhabbetin şükrünü edâ edemezdin!»” (Kuşeyrî, Risâle, Beyrut 1990, s. 406)

  • Barbaros Hayreddîn Paşa’nın şükrü

Barbaros Hayreddîn Paşa, Andrea Dorya’yı Preveze’de mağlûb eder. Andrea Dorya, perişan bir hâlde donanmasını bırakıp kaçmak sûretiyle canını zor kurtarır.

Barbaros, direkleri yatırılmış düşman kadırgalarını ve içinde on binlerce esiri önüne katarak Sarayburnu’ndan Haliç’e girmektedir. Denizin üstü, içleri esir dolu düşman kadırgalarıyla kaplıdır.

Kânûnî, vezirler ve paşalar bu muhteşem manzarayı, Sarayburnu’nda şu anda mevcûd olmayan bir sâhil sarayının önünden seyretmektedirler. Paşalardan biri heyecanla:

“–Sultanım, dünyâ böyle bir manzarayı acabâ kaç kere seyretti? Sizler ne kadar fahretseniz (övünseniz) azdır!” der.

Ulu Hâkan Kânûnî ise cevâben:

“–Paşa! Bize; fahretmek mi (gururlanıp övünmek mi), yoksa bu muzafferiyetleri bahşeden yüce Rabb’imize hamd ile şükretmek mi düşer?” der.

Ne muazzam bir İslâmî terbiye, ne muhteşem bir gönül âlemi…

ALLAH’A HAMD VE ŞÜKÜR

Velhâsıl, her ânımızı hamd ve şükür duyguları içinde yaşamamız, mühim bir kulluk vazîfemizdir. Bu mühim vazîfeyi îfâ etmemiz, bizi aynı zamanda Allah Teâlâ’ya yaklaştıracak, üzerimizdeki nîmetlerin ziyâdeleşmesine vesîle olacaktır. Mevlânâ Hazretleri ne güzel söyler:

“Nîmete şükretmek nîmetten daha hoştur. Şükrü seven kimse, şükrü bırakır da nîmet tarafına gider mi? Şükretmek, nîmetin canıdır. Nîmet ise deri gibidir, kabuk gibidir. Çünkü seni dostun kapısına ancak şükür götürür. Nîmet insana uyanıklığın zıddına gaflet de verebilir. Şükretmek ise dâimâ uyanıklık getirir. Sen aklını başına al da şükür nîmeti ile gerçek nîmeti avla!”

Dipnotlar:

[1] Müslim, Zikir, 89. [2] İbn-i Kesîr, Kısasü’l-Enbiyâ, Beyrut, Dâru’l-Kalem, s. 524.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Faziletler Medeniyeti 1, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

EN GÜZEL ŞÜKÜR İFÂDESİ

En Güzel Şükür İfâdesi

HAMD ETMEK İLE İLGİLİ HADİSLER

Hamd Etmek İle İlgili Hadisler

ALLAH’A HAKKIYLA HAMD ETMEK MÜMKÜN MÜDÜR?

Allah’a Hakkıyla Hamd Etmek Mümkün müdür?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.