İbret Tecellileriyle Dolu Savaş

Uhud Savaşı Müslümanlar ile Mekkeli müşriklerin arasında geçen ikinci savaştır. Bu savaş esnasında yaşananların pek çok hikmeti vardır.

Uhud[1] Gazvesi de Bedir gibi Mekkeli müşriklerle yapılan dehşetli bir savaştır. Hicretin üçüncü senesinin Şevvâl ayında vukû bulmuştur.

Mekkeli müşrikler, Bedir hezîmetinden sonra büyük bir mâteme bürünmüşlerdi. Herkes bir yakınını kaybetmişti. Onun intikâmını almanın hıncıyla doluydu. Kureyş’in yeni reisi Ebû Süfyân’ın hanımı Hind de bunların başında gelmekteydi. Netîcede aradan fazla bir zaman geçmeden, intikam ateşiyle yürekleri tutuşmuş üç bin kişilik bir müşrik or­dusu hazırlandı. Ordunun techîzi için Ebû Süfyân’ın Bedir Gazvesi’nde kurtarmayı başardığı kervandaki mallar kullanıldı. Çevredeki Araplardan da yardım istendi.[2]

Bu arada Hazret-i Peygamber’in -sallâllâhu aleyhi ve sellem- amcası Abbâs, olup bitenleri Medîne’ye haber verdi.[3] Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de derhâl harp meclisini topladı. Medîne içinde kalıp müdâfaa harbi mi yoksa şehir dışına çıkarak taarruz harbi mi yapmak lâzım geldiği husûsunda istişârede bulundu. Kendileri, müdâfaa harbi yapmak taraftârı idiler.[4]

PEYGAMBER ZIRHINI GİYDİKTEN SONRA ÇIKARMAZ

Ancak Bedir Gazâsı’na katılamamış olan gençlerin ve Hazret-i Hamza gibi yiğitlerin çoğunluğu teşkîl eden reyleriyle, şehir dışına çıkarak taarruz harbi yapılma­sına karar verildi.[5] Hattâ onların bir kısmı:

“–Biz böyle bir günü sabırsızlıkla bekliyorduk!” dediler.

Bunun üzerine Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hücre-i saâdetine girerek zırhını giyindi. Ancak bu arada Medîne’de kalıp müdâfaa harbi yapmaya taraftar olanlar, diğerlerini iknâ etmişlerdi. Sa’d bin Muâz ile Üseyd bin Hudayr:

“–Medîne’den çıkmak istemediği hâlde siz Allâh Rasûlü’ne ısrâr edip durdunuz. Hâlbuki O’na emir semâdan iner. Siz bu işi O’na bırakın. O’nun emrettiği şeyi yapın!” dediler. (Vâkıdî, I, 213-214)

Onlar da derhâl Rasûlullâh’a -sallâllâhu aleyhi ve sellem- koştular:

“–Yâ Rasûlallâh! Biz sizin reyinize karşı gelmeyiz. Biz hatâ ettik. Siz arzu ettiğiniz gibi hareket ediniz!” dediler.

Allâh Rasûlü’nün cevâbı kesin oldu:

“–Bir Peygamber zırhını giydikten sonra harb etmeden onu çıkarmaz! Ben size ne buyurursam, onu yapmaya bakınız! Haydi Allâh’ın ismiyle gidiniz! Eğer sabreder ve vazîfenizi de yaparsanız, Allâh Teâlâ, zaferi yine size ihsân buyuracaktır!” (Vâkıdî, I, 214; İbn-i Sa’d, II, 38)

UHUD SAVAŞI’NDA ORTAYA ÇIKAN HİKMETLER

Nitekim Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, cuma namazını müteâkip Medîne’de Abdullâh bin Ümm-i Mektûm’u vekil bırakarak bin kişilik ordusuyla yola çıktı. Ancak yolda münâfıkların elebaşısı Abdullâh bin Übey’in, üç yüz kişilik taraftarıyla berâber geri dönmesi üzerine İslâm ordusundaki asker sayısı yedi yüze düştü. Cenâb-ı Hak, bu hâdise hakkında şu âyet-i kerîmeyi inzâl buyurdu:

وَمَا اَصَابَكُمْ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِ فَبِاِذْنِ اللهِ وَلِيَعْلَمَ الْمُؤْمِنِينَ وَلِيَعْلَمَ الَّذِينَ نَافَقُوا وَقِيلَ لَهُمْ تَعَالَوْا قَاتِلُوا فِى سَبِيلِ اللهِ اَوِ ادْفَعُوا قَالُوا لَوْ نَعْلَمُ قِتَالاً لاَتَّبَعْنَاكُمْ هُمْ لِلْكُفْرِ يَوْمَئِذٍ اَقْرَبُ مِنْهُمْ لِلْاِيمَانِ يَقُولُونَ بِاَفْواهِهِمْ مَا لَيْسَ فِى قُلُوبِهِمْ وَاللهُ اَعْلَمُ بِمَا يَكْتُمُونَ

“İki birliğin karşılaştığı gün sizin başınıza gelenler, ancak Allâh’ın izniyle ol­muştur ki, bu da mü’minleri ayırd etmesi ve münâfıkları ortaya çıkarması için idi. Bunlara:

«−Gelin, Allâh yolunda çarpışın veya müdâfaada olsun bulunun!» denildiği zaman:

«−Harbetmeyi bilseydik, el­bette sizin peşinizden gelirdik!» dediler. Onlar o gün, îmandan çok kâfirliğe yakın idiler. Ağızları ile kalplerinde olmayanı söylüyorlardı. Hâlbuki Allâh, onların içlerinde gizlediklerini daha iyi bilir.” (Âl-i İmrân, 166-167)

وَاِذْ غَدَوْتَ مِنْ اَهْلِكَ تُبَوِّئُ الْمُؤْمِنِينَ مَقَاعِدَ لِلْقِتَالِ وَاللهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ. اِذْ هَمَّتْ طَائِفَتَانِ مِنْكُمْ اَنْ تَفْشَلاَ وَاللهُ وَلِيُّهُمَا وَعَلَى اللهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ

(Ey Rasûlüm!) Sen, sabah erkenden mü’minleri savaş mevzîlerine yerleştirmek için âilenden ayrılmıştın. Allâh, hakkıyla işiten ve bilendir. O zaman içinizden iki bölük bozulmaya yüz tutmuştu. Hâlbuki Allâh, onların yar­dımcısı idi. Mü’minler, yalnız Allâh’a dayanıp güvensinler!” (Âl-i İmrân, 121-122)

Münâfıkların ordudan ayrılışı, bir bakıma ilâhî bir lutuf olmuştu. Çünkü onların bu davranışıyla ordu zayıflamamış, aksine içinde bulunan iki yüzlü ve ürkek yüreklerden temizlenmiş, böylece mânevî yönden daha dinç ve zinde bir hâle gelmişti. Zîrâ onların savaş ânında ihânetleri daha tehlikeli olabilir, mü’min­lerin mâneviyâtını sarsabilirdi.


[1] Uhud, Medîne’nin kuzeyinde olup uzaklığı 5 km civârında idi. Bugün neredeyse şehre birleşmiş durumdadır.

[2] Vâkıdî, I, 199-203.

[3] İbn-i Sa’d, II, 37.

[4] Bu, Efendimiz’in gördüğü bir rüyâ sebebiyle idi. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- daha sonra şöyle buyurmuştur:

“…Rüyamda kendimi bir kılıcı sallıyor gördüm, kılıcın başı kopmuştu. Bu, Uhud Savaşı’nda mü’minlerin mâruz kaldıkları musîbete delâlet ediyormuş. Sonra kılıcımı tekrar salladım. Bu sefer, eskisinden daha iyi bir hâl aldı. Bu da Cenâb-ı Hakk’ın fetih lutfuna ve müslümanların bir araya gelmeleri nevinden ihsân ettiği nîmetlerine delâlet etti. Aynı rüyâda sığırlar ve Allâh’ın (verdiği başka bir) hayrı gördüm. Sığırlar Uhud gününde mü’minlerden bir cemaate çıktı, (onlar şehîd edildiler. Gördüğüm) hayır da Allâh’ın Bedir’den sonra nasîb ettiği fetihlerin hayrı ve bize Rabbimizin lutfettiği (Bedru’l-Mev’id) sıdkının sevâbı olarak çıktı.” (Buhârî, Tâbir, 39, 44; Menâkıb, 25; Müslim, Rüyâ, 20)

[5] İbn-i Hişâm, III, 6-7.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Muhammed Mustafa 2, Erkam Yayınları

HZ. MUHAMMED (S.A.V.) KİMDİR? HZ. MUHAMMED’İN (S.A.V) HAYATI

HZ. MUHAMMED MUSTAFÂ (S.A.V.)

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.