Gazze’de Şahit Olduklarımız

Gazze’de bir tarih yazılıyor. İnsanlığın vicdanı orada imtihandadır. İyiler iyiliğini yapmaya ve yaymaya devam etsin. Dua edelim, yardım edelim, ablukayı yaralım, vicdanları harekete geçirecek sözleri ve görüntüleri her tarafa yayalım. Müslümanca hayat tarzımız ile zalimin ürettiği, sattığı ve pazarladığına muhtaç olmayalım. Sadece tepki göstererek değil, daha iyisini, daha faydalısını ve daha verimlisini üreterek alternatifler oluşturalım. Bu bir şâhitlik ve müşâhitlik meselesidir. Görebildiğimiz yapabildiğimize, yapabildiğimiz akıbetimize delil olacaktır.

Dünyaya şâhit olmaya geldik. İnsan ne için yaşar, neye kıymet verir ve neden çekinir; bunu görüp, idrak etmek için yaşıyoruz. Bu idrakle bir hayatın mümessili oluyoruz. Temsil, insan ne için yaşar, neye kıymet verir ve neden çekinir, bunu diğerlerine fiilen göstermek içindir. En büyük şâhitlik, hayatı ile insanlara örnek olmaktır. Bunun daha büyüğü ise şehitliktir. Şehit, şâhitliğini yaptığı bir hayat için en büyük kıymetini, hayatını feda edebilen insandır.

EN BÜYÜK ŞAHİTLER

Şehitler, en büyük şâhitlerdir. Hayat ne için yaşanır, şehit bunu canını vererek gösterir. Düzgün, dürüst ve doğru yaşansın diye ölmek insana şaşırtıcı gelebilir. Şehit bu açıdan işte eşsizdir. O kendi hayatını feda ederken, nice hayatlara vesile olur. Ölürken diriltir. Bir ölür, başka binlerce canı ihya eder. Şehidin şâhitliği, en büyük sâlih ameldir. Müteselsil bir iyilik zinciri olarak dokunduğu herkesi safını seçmeye zorlar.

Şehitlerin şâhitliği herkesi bir tercihe zorlar. Ya şehitlerdensinizdir, ya da karşılarındaki bahtsız güruhtan… Üçüncü bir taraf yoktur. Ya seçtiğiniz hayatı uğruna ölecek kadar kıymetli görüyorsunuzdur ya da seçtiğiniz hayatı zilletle yaşamak uğruna başkalarının ölümüne göz yumuyorsunuzdur. Şehitlik bir yüzleşmedir. Şehit, o yüzleşmeyi canını verdiği anda yaşar. Bu bir sevinçtir. Şehit yüzleştirir de… Şehit haberi ile yaşanan ya ibrettir, ya zillettir.  

Şehitlerin şâhitliği herkesi bir hayat tarzı seçimine zorlar. Ya âhiretin çocukları olacaksınızdır ya da dünyanın… Üçüncü bir grup yoktur. Aslında üçüncü yol hep vardır. Buradaki üçüncü yol ahiretin çocukları olmayı seçenlere, dünyanın ram oluşudur. Seçenek iki tanedir ama netice Allah’ın takdiridir. Ahireti seçenlere Allah hem dünyayı hem ahireti vaat etmiştir. Dünyayı seçenlerin ise buradan nasipleri az bir şey, ahiretleri ise hüsrandır.

GAZZE ŞEHİT DÜŞÜYOR

Gazze bütün dünyaya şehitliği ve şâhitliği yeniden öğretiyor. Orada müstekbirlerin zulmüne karşı çıkarak hayatlarını kaybedenler hepimize hayat ne için yaşanır, kıymet hükmü nedir, ümit ve korku kime karşı olmalıdır, bunun dersini veriyorlar. Ekranlarımıza düşen kan, gözyaşı ve toprak bulamacı görüntüler hepimize şâhitliğin ve şehitliğin ispatını yapıyor. Gazze şehit düşüyor ama hepimizi kendisine, davasına ve yaşadığına şâhit kılıyor. Bu bir taraf olma mecburiyetidir. Bizler Gazze’nin yanındayız ve şâhidiz.

Şâhidiz; büyükleri küçükleri, kadınları erkekleri, gençleri ihtiyarları ile Gazze’nin izzetli halkı bir İslam destanı yazıyor. Onlar insan türünün yeryüzündeki iftiharıdır. Melekleri gıpta ettirecek kıyamları, Asr-ı Saadet kahramanlarının günümüze akseden şerefli izleridir. Tevekkülleri, cennet ehlinin hamdinin yeryüzündeki terennümüdür. “İşte ailem şehit oldu, sıra bana geldi, şükürler olsun Allahım” deyişleri, “hasbünallahu ve n’imel vekil” zikirleri Allah’ın, O’nun değişmeyecek vaadinin ve o mübarek mazlumların dağ gibi imanının ispatıdır.

Şâhidiz; izzet Allah ve Rasûlü’nden başka kimsesi olmayanların, zillet ise hasımlarınındır. Gücün hakkından başkasını tanımayanlar hakkın gücü için mücadele eden bir avuç insanın karşısında yerin dibine geçmiştir. Uluslararası hukukun ve siyasetin hükmü kalmamıştır. Hukuk bir avuç soykırımcının işine gelenin ilanı, siyaset ise zalimin iş görme biçimidir. “Hayatın olağan akışı” bozulmuştur. Hayat çirkefleşmiş, olağan haddini aşmış, akış tıkanmıştır. Adil, sâdık ve fâzıl bir idarenin zamanı gelmiş, dünya sulh için zalime haddini bildirecek sâlihlerin yolunu gözler olmuştur. 

Şâhidiz; masumlar katlediliyor, katilleri masum kisvesi ile dünyayı kandırıyor. Siyaset, ticaret ve medyanın sahipleri kimlerin elinde esir ve oyuncaktır, bu artık gizlenemez bir gerçek olarak yüzlere çarpılmıştır. Atlantik ötesinden dünyayı kana ve ateşe bulamaya çalışan azgın siyonist güruhun tasavvur, tasvir ve tasarımının dünyayı esir alışı çoğunun gözünü açmıştır. Tarihten ibret almayanlar, tekerrür edene mahkûm olmuştur. Bizler gafil olabiliriz ama Allah gafil değildir. Zalim siyonist, nefsindekini değiştirmediyse Allah da onun hakkındaki hükmünü değiştirmeyecektir.

KÜFÜR TEK MİLLETTİR

Şâhidiz; küfür tek millettir, inananlar ise maalesef parça parçadır. Küfrün vahdetinin sebebi menfaat ve korkudur. İnananların dağınıklığının sebebi de aynıdır. Her iki taraf da cenneti dünyada bulduğu zehabıyla elindekini kaybetmekten korkmakta, bu da kan, gözyaşı ve vahşet olarak mazlumu vurmaktadır. Çare hayra çağıracak, münkerden nehyedecek Allah adamlarının öne çıkması ve diğerlerini etrafında toparlamasıdır. Kim dünya ile değil ahiret ile ferahlar hâle gelir, kim kâfire karşı izzetli, mü’mine karşı alçak gönüllü durur, Allah onları kendi adamları olarak, etrafında toparlanacak önderler kılacaktır.

Şâhidiz; vicdan Allah’ın insan türüne koyduğu kendi fıtratıdır. Onun dini, dili, coğrafyası ve soyu yoktur. Dünyanın dört bir tarafından zulme karşı sesini çıkaran, meydanları dolduran, zalime karşı elinden geleni yapan yüreği büyük insanlar Allah’ın yeryüzündeki en büyük delillerindendir. Şimdilerde bu küresel intifada ile vicdanının sesini dinleyenler, kalplerine doğacak hidayet güneşine bir pencere açmışlardır. Sosyal medya o pencereden yüzü ışıyanların hikâyeleri ile dolmaya başlamıştır. Hidayet ancak Allah’tandır.

ŞUNLARI YAPALIM

Gazze’de bir tarih yazılıyor. İnsanlığın vicdanı orada imtihandadır. İyiler iyiliğini yapmaya ve yaymaya devam etsin. Dua edelim, yardım edelim, ablukayı yaralım, vicdanları harekete geçirecek sözleri ve görüntüleri her tarafa yayalım. Müslümanca hayat tarzımız ile zalimin ürettiği, sattığı ve pazarladığına muhtaç olmayalım. Sadece tepki göstererek değil, daha iyisini, daha faydalısını ve daha verimlisini üreterek alternatifler oluşturalım. Bu bir şâhitlik ve müşâhitlik meselesidir. Görebildiğimiz yapabildiğimize, yapabildiğimiz akıbetimize delil olacaktır.

Gazze’nin izzetli insanları… Sözde çaresiz ve kimsesizler. En yakınlarından, soydaşlarından, dindaşlarından bile fayda yok. Zalimlerin ablukasında her geçen gün sesleri, nefesleri kesiliyor. Yüreğimiz yanıyor. Ama acıdığımız için değil, elimizden bir şey gelmediği için. Kimse Allah ve Rasûlü’nden başka kimsesi olmayan mazlumlara acımasın. Onlar âhiretin çocukları olmuşlar, şehitliğin ve şâhitliğin hazzı ile ölümün ve dünyanın üzerine yürüyorlar. Onlar hepimizin şerefidir. İnsanlık Gazze’de ölüyor ama Gazzeliler şanlı kıyamları ile hepimizin, ümmetin ve bütün insanlığın umudu olmayı başarıyorlar.

BİR AYET BİNBİR DERS

“Tâlût askerleriyle birlikte ayrılıp sefere çıkınca, “Allah muhakkak sizi bir nehirle imtihan edecek; kim ondan içerse benden değildir, -eliyle bir avuç alan müstesna- ondan tatmayan da bendendir” dedi. İçlerinden pek azı dışındakiler ondan içtiler. Kendisi ve onunla beraber inananlar nehri geçince “Bugün Câlût’a ve askerlerine karşı bizim gücümüz yok” dediler. Allah’a kavuşacaklarını umanlar ise, “Nice az birlik vardır ki, Allah’ın izniyle sayıca çok birliği yenmişlerdir, Allah sabredenlerle beraberdir” dediler. Câlût ve askerlerinin karşısına çıkınca da “Rabbimiz! Bizi sabırla donat, bize sebat ver ve inkârcı topluluğa karşı bize yardım et!” diye niyazda bulundular.” (Bakara, 249-250)

Hepimiz dünya nehrinden ne kadar içip içmeyeceğimizle imtihan olunuyoruz. Kana kana içmek isteyen içebilir. Ama içen bilecek ki onun Allah ve Rasûlü’nün yanında yeri yoktur. Allah’ın ve Rasûlü’nün yanında olmak isteyen elinin yettiği kadarı ile iktifa edecek. Dünyadan nasibimiz hırsımızın değil, elimizin yettiği kadardır. Allah herkesin elinin yettiğini rızkına ve nasibine göre farklılaştırmıştır. Rızık takdir olunmuş, ihtiras ise kifayetsiz kılınmıştır.

İnsan ya elinin yettiğine razı olacak ya da kifayetsiz muhteris olacaktır. Kifayetsiz muhterisler çoktur. Elinin yettiğine razı olanlar ise azdır. Tâlût’un ordusunda bir rivayete göre seksen bin insan vardı. Bunlardan çoğu kendisine söyleneni dinlemedi ve o nehirden kana kana içti. Elinin yettiğine razı olanlar Bedir ashabı kadardı: 314 kişi. Onlar öyle yiğit erlerdi ki düşmanla karşılaştıklarında tıpkı nehirdeki gibi bir imtihanla karşı karşıya olduklarını anladılar.

Derya gibi bir sudan kifayet miktarı istifade etmek bir imtihandı. Derya gibi düşman karşısında sebat etmek de bir imtihandı. Sarsılmadılar. Bildikleri iki hakikat vardı. Birincisi, nice az birlik vardı ki, Allah’ın izniyle sayıca çok birliği yenmişlerdi. İkincisi, Allah sabredenlerle beraberdi. Onlar azmettiler ve imtihanı verene sığındılar. Sabır, sebat ve zafer istediler. Allah da onları yalnız bırakmadı. Hz. Davut gibi bir Allah erini gönderdi. Onun basit bir araç ile düşman ordusuna vurduğu darbe zafere giden yolu açtı.

 Dünyaya karşı istiğna sahibi olmadan düşmana korku salmak mümkün değildir. Allah güçlünün ve sayıca çok olanın değil, her fırsatta ve durumda kendisine sığınanların, sabır ve sebatla kendisinden yardım isteyenlerin yanındadır. Dünya hayatı bir imtihandan ibarettir. Oradaki nimetlerden kifayet miktarı istifade edebiliriz. Dünyaya tatmaya geldik, doymaya değil. Burada doyanın, burası ile ferahlayanın ve tatmin olanın akıbeti, düşman karşısında zillete ve yenilgiye müstahak olmaktır.

Kaynak: Mehmet Lütfi Arslan, Altınoluk Dergisi, Sayı: 454

İslam ve İhsan

FİLİSTİNLİ KARDEŞLERİMİZ İÇİN DUA EDELİM!

Filistinli Kardeşlerimiz İçin Dua Edelim!

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.