
Dünya, Gazze’de Yaşanan Soykırıma Neden Sessiz Kalıyor?
Gazze’deki insanlık dramı, uluslararası toplumun ve Batı’nın çifte standardının nasıl bir krizine işaret ediyor? Dünya, yaşanan soykırıma neden sessiz kalıyor ve bu sessizlik ne gibi sonuçlar doğurabilir?
Gazze’deki insanlık dramı artık sadece Filistinlilerin trajedisi değil; aynı zamanda uluslararası düzenin, insan hakları normlarının ve Batı’nın çifte standardının açık bir krizidir. Bir başka ifadeyle Gazze'nin yıkımı, sadece fiziksel bir tahribat değil aynı zamanda küresel vicdanın çöküşünü simgeleyen tarihsel bir kırılmadır. Gazzeli çocukların kesilen nefesleriyle birlikte dünya düzeni de çöküyor. Ve tüm dünya bunu yalnızca izliyor…
“İsrail’in kendini savunma hakkı var” klişesiyle şimdiye kadar katil devletin soykırımını meşrulaştırma görevini üstelen Batılı devletler bu desteğin bedelini ahlaki, siyasi ve diplomatik olarak ödemeye başladı. Artık kamuoylarının baskısıyla bu vahşete sessiz kalamıyorlar. Siyonistlerin neden olduğu maliyeti taşımakta çok daha zorlanıyorlar…
Dünya gündemine dair evet konuşulacak, tartışılacak birçok konu var, ancak Gazze’de dünyanın canlı yayınla izlediği soykırım bütün gündemleri konuşmayı, tartışmayı anlamsız kılıyor.
Cenazelerin üst üste yığıldığı korkunç görüntüler yansıyor Gazze’den tüm dünyaya. Açlıktan iskelet hâline gelmiş çocukların, kadınların ve yaşlıların yiyecek sıralarında saatlerce beklediği yürek parçalayan fotoğraflar… Yiyecek ya da temiz su yok. Yaraları saracak ilaç da yok hastane de yok. Bu korkunç tabloyu tüm dünya gibi İslam dünyası da sadece izliyor.
İşgalci İsrail meclisi Knesset üyesi Tzippy Scott, “Bu gece Gazze’de 100 Filistinliyi öldürdük ve bu durum dünyada kimsenin umurunda değil.” sözleriyle bu en acı gerçeği tüm dünyanın yüzüne vuruyordu. Siyonistlerin fütursuzca dillendirdiği gibi bir günde onlarca hatta yüzlerce Gazzeli’nin ölümünü sıradan bir hadise olarak algılıyor dünya.
Kelimelerin Arkasına Saklanan Katliam
Gazze’de süregelen insani felaketin sadece bombalarla, abluka ile ya da açlıkla değil; aynı zamanda kelimelerle sürdürüldüğünü anlamak için içinde yaşadığımız uluslararası düzenin yüzeyindeki “insani cilayı” kazımak yeterli olur herhalde.
Gazze’de her gün biraz daha ağırlaşan insani krize dair uluslararası aktörlerin kullandığı dil, salt diplomatik bir tercih değil; aynı zamanda politik bir pozisyonun ve ideolojik bir örtbas etme mekanizmasının ürünü adeta. Gazze’de süregelen yıkım ve soykırım sadece işgal devletinin vahşet stratejileriyle değil aynı zamanda uluslararası toplumun pasif ve örtük meşruiyet sağlayan diliyle de şekillendiğini söylüyor Middle East Monitor’un yazarlarından Romona Wadi.
Gazze’de yaşananlara Batılı liderlerin “insani kriz” veya “kabul edilemez insani şartlar” gibi ifadelerle yaklaşması, gerçekte yaşanmakta olan sistematik etnik temizlik ve soykırım gerçeğinin üstünü örtmek olduğunun altını çiziyor Wadi.
İngiltere Başbakanı Keir Starmer’ın “insani durum endişe verici” ifadesi ya da AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in “sivil kayıpların kabul edilemez” olduğunu vurgulayan ancak bu vahşete neden olan işgal devletinin adını anmayan açıklamaları, bu söylemsel örtmenin tipik misali olarak okunuyor. Bu nötr söylem biçimi, sadece soykırımı görünmez kılmıyor; aynı zamanda ona dolaylı bir meşruiyet de sunuyor.
Netanyahu’nun Dışlandığı Yeni Ortadoğu Düzeni
Geçen ayın en önemli gündem maddelerinden biriydi. ABD Başkanı Donald Trump’ın Körfez turu. Gazze’de soykırım savaşı olanca hızıyla devam ederken gerçekleşen ziyaret, ekonomik çıkarlar ile jeopolitik hamlelerin ustaca harmanlandığı bir “hasat diplomasisi” olarak tanımlandı genel anlamda. Trump’ın dört günlük ziyaretin toplam hasılası 4 trilyon dolar oldu.
Trump’ın Körfez turunda dikkat çeken bir diğer trajik unsur, hiçbir Arap liderin Gazze’deki katliama dair bir kelime dahi etmemiş olması oldu. Gazze’deki soykırımın en büyük ortağı ABD ve onun lideri ile trilyon dolarlık anlaşmalar yaparken diğer yandan Filistin halkının soykırıma uğramasına sessiz kaldılar.
Middle East Eye genel yayın yönetmeni David Hearst Gazze’de binlerce çocuk açlıkla boğuşurken, Körfez liderlerinin Trump’la 4 trilyon dolarlık ekonomik ve askeri anlaşmalara imza atmasını Filistin’e karşı "tarihi bir ihanet" anlamına geldiğini söylüyor. Hearst’e göre Trump’ın Ortadoğu turunda Gazze’ye dair tek bir ciddi diplomatik çıkış yapılmaması, Körfez ülkelerinin artık Filistin dosyasını “rahatsız edici bir miras” gibi görmeye başladığının en son delili niteliğinde.
-Trump’ın işgal devletini ziyaret listesine almaması dikkat çekiciydi. Trump, İsrail’i dışarda bırakarak Arap kamuoyunu hedefleyen bir tablo çizdi. Trump’ın Riyad’da, işgal devleti talebinin hilafına Suriye’nin yeni Cumhurbaşkanı Ahmed Şa’ra ile yaptığı görüşme ziyaretin, en dikkat çeken bir başka yönüydü. Trump’ın, Netenyahu’yu ters köşe yapan hamleleri bununla da sınırlı kalmadı. Husilerle ateşkes, Hamas’tan rehine iadesi, Hamas ile doğrudan müzakere, İran’la Maskat görüşmeleri gibi diplomatik girişimlerde bulundu.
-Hiç kuşkusuz ziyaretin en dikkat çekici yönü Trump’ın Netanyahu hükümetiyle arasına mesafe koyması oldu. İsrailli Haaretz gazetesi, Trump’ın “Gaza operasyonlarını durdurması için İsrail’e doğrudan baskı uyguladığı” iddiasını gündeme taşıdı. New York Times, bu tavrı Trump’ın “Ortadoğu’daki dengeyi yeniden kurma” stratejisine bağlarken, Politico dergisi ise “Trump, ABD kamuoyunda Filistin’e yönelik artan sempatinin farkında.” diyerek meseleyi tamamen iç politikaya bağladı.
Trump’ın Netenyahu ile yaşadığı soğukluk Arap dünyasında da bir hayli köpürtüldü. Suudi Arabistan merkezli el-Arabiya, Trump’ın “iki devletli çözüme dair yeni bir zemin arayışında” olduğunu iddia etti.
Trump-Netanyahu Gerilimi: Stratejik Ayrılık mı, Taktiksel Restleşme mi?
Trump ve Netanyahu’nun geçmişte yakın bir müttefik görüntüsü vermiş olsalar da son dönemdeki söylemler ve diplomatik hamlelerden hareketle taraflar arasında ciddi bir görüş ayrılığı yaşandığı söyleniyor. Acaba durum gerçekten böyle mi? Trump ile Netanyahu arasındaki ilişkilerin ciddi biçimde bozulduğuna dair yaşanan gelişmeler gerçekten stratejik bir ayrışmaya mı işaret ediyor, yoksa taktiksel bir restleşme mi söz konusu?
Açıkçası bu konuya ilişkin farklı değerlendirmeler mevcut. Kimilerine göre Trump, Netanyahu ile gerçekten ciddi sorunlar yaşıyor. Trump’ın Körfez turu boyunca İsrail Başbakanı Netanyahu’nun dışlanması, Washington-Tel Aviv hattında süregelen gerilimin kamuya açık bir tezahürü olarak yorumlanıyor.
Netanyahu’nun, Gazze savaşını sonlandırmaya dönük Amerikan çağrılarına direnmesi, İran’a karşı önleyici askeri operasyon beklentisinde bulunması ve Suudi Arabistan ile normalleşme sürecini sekteye uğratması, Trump yönetimi tarafından “denge bozucu” bir tavır olarak değerlendirildi. Eski ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı David Schenker’e göre; “Trump yönetimi, Netanyahu’nun artık Amerikan stratejik çıkarlarının önünde bir engel olarak görüldüğü mesajını açıkça verdi.”
Yine bu minvalde yapılan değerlendirmelerde Trump’ın Körfez ziyareti, yalnızca ekonomik ve askeri anlaşmalarla sınırlı değil; Ortadoğu’nun diplomatik haritasında köklü bir yeniden çizimi de beraberinde getirmeyi hedefliyor. Bu bağlamda İsrail’in bölgedeki rolünün sorgulandığı; yeni güç dengelerinin Ankara, Riyad, Doha ve Abu Dabi etrafında şekillendiği ileri sürülüyor. Bu görüşü savunanlara göre Trump’ın mesajı net: Ortadoğu'da “önce Amerika” yaklaşımı, artık İsrail’e şartsız destek anlamına gelmiyor.
Yapısal İttifak Devam Ediyor: Maskelenmiş Destek
-Re’yul Yevm gazetesi başyazarı Abdülbari Atvan ise Trump’ın Körfez’e milyar dolarlık silah ve enerji anlaşmaları yapmak için geldiğini, Tel Aviv’e ise sadece “maskelenmiş bir destek” verdiğini savunuyor. Atvan’a göre Trump’ın ziyaret planında İsrail’e yer vermemesi, Netanyahu’nun Gazze’deki saldırgan politikasına kamuoyu önünde destek vermemek adına atılmış taktiksel bir adım. ABD-İsrail ilişkilerinin yapısal doğası göz önüne alındığında, Trump’ın İsrail’e gerçekten sırtını dönmesi mümkün değil. Atvan’a göre “Trump ile Netanyahu, önce Gazze, sonra Batı Şeria’nın geleceğini belirleme konusunda tam bir mutabakat içinde.”
Diğer Arap yorumcular ise ABD'nin Gazze'deki katliamlara doğrudan müdahale etmeyişini eleştirirken, Trump'ın siyasi diliyle Netanyahu’nun eylemleri arasında bir mesafe olduğunu öne sürüyor. Bazı analizlerde ise Trump’ın “Abraham Anlaşmaları 2.0” projesinde Netanyahu’yu frenlemek için Suudi Arabistan’a jest yaptığı dile getiriliyor.
İsrail Medyasının Endişesi: Desteğin Tonu Azaldı Ama Yönü Değil
İsrail’in sağcı gazetesi Israel Hayom, Re’yul Yevm gazetesi yazarı Abdülbari Atvan’ı doğrularcasına Trump’ın Tel Aviv’i pas geçmesinin bir “yanıltmaca” olduğunu, perde arkasında ilişkilerin sürdüğünü belirtiyor. Trump’ın “Netanyahu ile anlaşmazlık yaşasa bile İsrail’i terk etmeyeceği” vurgusu ile birlikte.
Haaretz gazetesi ise daha eleştirel bir dil kullanarak, Netanyahu’nun Trump’la ilişkisini fazla kişiselleştirdiğini ve bunun İsrail’in dış politikasını riskli hale getirdiğini savunuyor. Analize göre, Trump’ın yeni dönemde Körfez’le “ekonomik pragmatizm” temelinde kurduğu ilişkiler, Netanyahu’nun aşırı güvenlikçi yaklaşımıyla çelişiyor. Bu nedenle iki liderin ajandasında çatışan unsurlar olsa da ortak çıkarlar ilişkiyi ayakta tutuyor.
Dolayısıyla “bozulma” olarak görülen durum, aslında bir öncelik kayması: Trump artık doğrudan İsrail’in güvenliğine değil, Körfez’le kuracağı ekonomik ve diplomatik dengeye odaklı. Bu da Netanyahu açısından bir kırılma olarak algılanıyor kimi çevrelerce.
Yani Trump ile Netanyahu arasında yaşananlara bakılarak ABD-İsrail ilişkilerinin bozulduğunu söylemek mümkün değil. Bir gerilim varsa da bir kopuş yok. Washington, İsrail’e askeri lojistik ve istihbari desteğini sürdürüyor. Trump ile Netanyahu arasındaki ilişkide medyaya yansıyan gerilimler, yapısal bir ittifakın çatlamasından ziyade, taktiksel farklılıkların ve karşılıklı güç gösterilerinin bir yansıması olarak okunuyor. Ancak yine de Trump’ın uyanık tüccar tarzı siyasetini göz önüne alanlar ilişkilerdeki "şartsız destek" döneminin sona erebileceği ihtimalini yabanı atmıyor. Yani, Trump, daha rasyonel, daha çok çıkar odaklı bir lider olarak artık İsrail’in taleplerini otomatik olarak kabul etmeyebilir. Bu durum, Netanyahu hükümetinin içerde ve dışarda daha agresif ve savunmacı politikalar izlemesine neden olabileceği vurgulanıyor kimi değerlendirmelerde. Netanyahu yönetiminin, Washington’daki bu değişimi kalıcı bir paradigma kayması olarak görmeye başlarsa, Çin ve Rusya gibi alternatif dengeleyicilere yönelebileceği vurgulanıyor.
Yakın gelecekte ABD-İsrail ilişkilerinin seyrini belirleyecek olan şey, Trump’ın Filistin meselesinde ne ölçüde kararlı olacağı ve Netanyahu’nun bu yeni Amerikan gerçekliğine ne ölçüde uyum sağlayabileceği olacak.
Gazze, İşgal Devletinin Vietnam’ı mı?
Gazze’de İsrail’in aylardır süren yoğun hava saldırıları, kara harekâtları ve ağır abluka politikası, Filistin’deki direniş hareketlerini çökertmedi; aksine daha köklü bir toplumsal destek kazandırdı. Bu durum, birçok analist için kaçınılmaz bir benzetmeyi gündeme getiriyor: Gazze, İsrail’in Vietnam’ı olabilir mi?
1960’lı ve 70’li yıllarda ABD ordusu, dünyanın en güçlü silahlarıyla Vietnam topraklarını yakıp yıktı. Ancak, gerilla taktikleriyle savaşan Kuzey Vietnam ve Viet Cong birlikleri karşısında üstünlük sağlayamadı. Stratejik hedefler bulanıklaştı, savaş uzadı ve sonunda ABD geri çekilmek zorunda kaldı.
Bugün benzer bir tablo, Gazze’de karşımıza çıkıyor. İsrail, ileri düzey silah sistemleri, hava üstünlüğü ve istihbarat teknolojileriyle Gazze’ye saldırıyor. Ancak Hamas ve diğer Filistinli gruplar, yeraltı tünelleri, düzensiz çatışma biçimleri ve halkın desteğiyle ayakta kalıyor. Her yeni operasyon, İsrail’in siyasi hedeflerinden biraz daha uzaklaştığını gösteriyor.
Vietnam’da Amerikan halkı, televizyondan izlediği ölümler ve sivil katliamlar karşısında savaşa desteğini çekmişti. Protestolar, üniversite işgalleri ve siyasi krizler ABD’yi içeriden sarstı. Bugün benzer bir dönüşüm, Gazze üzerinden yaşanıyor. Küresel kamuoyunun özellikle genç kuşakları, Filistin’e yönelik katliam görüntüleriyle sarsılmış durumda. Kampüs protestoları, ünlü isimlerin boykot çağrıları ve sivil toplum hareketleri, Batı hükümetlerini politik pozisyonlarını gözden geçirmeye zorluyor.
İşgal devletinin en yüksek tirajlı gazetelerinden Yedioth Ahronoth, Batı kamuoyları da dahil tüm dünyada rüzgârın kendi aleyhlerine döndüğünü yazıyor. İsrail’in uluslararası alandaki konumunun tarihinin en düşük seviyesine gerilediğini ve ülkenin adeta bir “dışlanmış devlet” konumuna düştüğünü belirtiyor. “Gerçek bir tsunami ile karşı karşıyayız ve bu daha da kötüleşecek. Dünya artık bizim yanımızda değil,” diyor gazeteye konuşan Siyonist yönetimin önde gelen isimleri.
Soykırım Savaşı İsrail İçindeki Çatlakları Derinleşiyor
“Bu savaş, İsrail’in güvenliği için değil; Netanyahu’nun tahtı için.” Bu tespit, İsrail’in eski başbakanlarından Ehud Barak’a ait ve her şeyi özetliyor. Gazze’ye karşı yürütülen saldırılar, askeri mantıktan çok siyasi panikle şekilleniyor.
İsrail Eski Genelkurmay Başkan Yardımcısı ve Demokratlar Partisi Lideri Yair Golan çocukları hobi olarak katleden kendi ordusuna isyan ediyor: “Normal bir devlet sivillere karşı savaş yürütmez, hobi olarak çocukları öldürmez, bir halkı yerinden etmeyi kendisine hedef olarak belirlemez. İsrail milletler arasında bir parya devleti olmaya doğru ilerliyor.”
-İşgal devleti, tarihinde belki de ilk defa bu denli içten parçalanıyor. Dindar Yahudiler (haredim) ile seküler kesim arasında askerlik meselesi üzerinden patlayan kriz, toplumun ideolojik yarılmasını tetikliyor. Asker sayısı düşüyor, rezerv birlikler moral bozukluğu içinde, psikolojik travmalar almış durumda. İşgal ordusunun kendisi bile bu savaşı gönülsüz yürütüyor. Netanyahu’nun faşist kabinesinin baskısıyla, bir çıkış stratejisi olmadan, belirsiz bir “zafer” adına Gazze’ye girip çıkıyor. İsrail medyası işgal ordusunu sözcüleri bile artık daha temkinli; çünkü askerler geri dönüyor ama galibiyet yok.
Kaynak: Beytullah Demircioğlu, Altınoluk Dergisi, Sayı: 472
YORUMLAR