Ebu Eyyüb El-Ensari’nin Hayatı

Ebu Eyyüb El-Ensari kimdir? Peygamberimizi evinde misafir eden ve 90 yaşlarında katıldığı İstanbul kuşatmasında şehit olan sahabi; Ebû Eyyüb El-Ensari Hazretleri'nin hayatı.

Hazret-i Halid İbni Zeyd Ebû Eyyüb el-Ensârî’nin radıyallahu ânh silsilesi babası tarafından 10. dedesinde ve amcası cihetiyle 8. dedesinde Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz ile birleşmektedir. İmam Buhârî ve Müslim rivayetlerine göre:

“Halid İbnği Zeyd Neccar oğullarından 'Ebû Eyyüb' künyesiyle maruf bir sahabeyi celildir. Akabe Bey’atında bulundu. Bedir, Uhud, Hendek harblerine katıldı. Bey’atü’rRıdvan ve bir çok mühim vak’alara iştirak etti. Kendisi gayet şeci’ (cesur) sabırlı takva sahibi idi. Cihadı seven bir zat idi. Emevîler devrine kadar yaşadı. Medine’de sakin iken Şam’a nakli mekan etti. Muaviye’nin hilafeti zamanında oğlu Yezid’in 'Kostantıniyye Seferi' ne mücahid olarak katıldı. Düşman ile karşılaşmaların birçoğunda hazır bulundu. Nihayet hastalığının neticesinde vefat ettiğinde Kostantiniyye karasının dibine defnedildi.”

PEYGAMBERİMİZİN MEDİNE’YE TEŞRİFİ

Rasûlği Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz hicret yolunda Cuma namazını kıldıktan sonra yine devesine bindi. Ve Medine-i Münevvere’ye doğru teveccüh eyledi. Lakin Peygamber Efendimiz, sallallahu aleyhi ve sellem’in Medine’de kimin evinde misafir olacağını kimse bilmiyordu.

Ensâr-ı Kirâm’ın evvelce bütün muhacirlere yapdıkları muavenet ve haklarında gösterdikleri hareket tarif edilemeyecek derecede iken bu defa da bizzat Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem teşrif edince Medine yerinden oynadı. Medine’nin içi kaynadı. Halk adeta düğün-bayram edercesine şenlik eylediler. Çocuklar sokaklarda sevinçlerinden “Allahu Ekber, Muhammed Mustafa geldi. Allahu Ekber, Rasûlullah geldi...” diyerek çağrışıyorlardı. Yolların iki tarafında insanlar sıralanmışlardı. Kabileler:

“Ya Rasûlallah! İşte evlerimiz, işte mallarımız, işte canlarımız, emrinize âmâdedir. Ya Rasûlallah bize buyurunuz! Size yabancı olmayan, saygı duyan düşmanlarınızı tepelemeye gücü yeten ailemizde misafir olunuz.” diyorlardı.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem de onlara taltif ve iltifatlarda bulunarak yoluna devam ediyordu. Tam şehre gireceği sırada hasretle bekleşen kalabalık o dereceyi bulmuştu ki kadınlar evlerinin damlarından şu sözleri okuyorlardı:

Dolunay veda tepelerinden doğdu. Allah’a davet eden bulundukça,

Bize de şükretmek vacib oldu,

Ey Bize gönderilen aziz peygamber!

Sen bize itaat olunması vacib olan bir emirle geldin.

Rasûlği Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem “Kusvâ” namındaki devesi ile Medine’nin sokaklarından geçerken kimin evinin önünden geçse:

Buyurunuz Yâ Rasûlallah! diye herkes davet ediyor, devenin yularından tutup yolundan döndürmeye çalışıyorlardı. Halk bu sûretle deveye sarıldıkça, Rasûlği Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz:

Ona dokunmayınız. O Allah tarafından memur olduğu yere gidiyor. Durunuz bakalım, nereye gidecek? buyuruyordu.

“Devenin yularını bırakınız” diye buyurmasında beliğ bir hikmet vardı. Çünkü herkes Rasûl-i Ekrem Efendimizi misafir etmek arzu, aşk ve heyecanında bulunduğundan hiç kimsenin hatırı kalmaması için bir mucize olmak üzere biiznillâhi Teâlâ tercih işi deveye havale buyurulmuştu.

Deve evvelâ gitti. Malik bin Neccâr’ın evinin önündeki hâlî bir arsaya çöktü ki Kabr-i Saâdetin olduğu yerdir. Lakin orada dahi durmayıp kalktı. Ve tavus gibi süzülerek gitti. İbni Aziz bin Mansûr ve Ca’fer bin Muhammed Ali bin Hasen bin Zeyd’in evlerinin arasında bulunan ve Benî Neccâr’dan Halid bin Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensârî radıyallahu anh nurlu evinin kapusu önüne geldi. Ve Cenâb-ı Allah’ın izni ile oraya çöktü. İşte bu şekilde konak yerini deve tayin edince kimsenin bir deyeceği kalmadı.

PEYGAMBERİMİZİN EYYÜB EL-ENSARİ’YE DUALARI

Hayber Kal’ası Medine-i Münevvere’ye 200 mil mesafede bir yerdir. Burası gerek Medine’de gerekse civarında bulunan Yahudilerin merkezi idi. İslâmiyet’e ve Resûl-i Zîşan Efendimize bütün sûikastler hep buradan geliyordu. Artık bu fitne ve fesâd yuvasını kaldırmak zamanı gelmişti. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem 1600 kişilik bir ordu ile Yahudilerin kuvvetli olan Hayber Kal’asını muhasara eyledi.

Hayber Fâtihi unvanını alan Ali radıyallahu anh’ın bu muharebede pek büyük kahramanlığı görüldü. Kal’alar sükût etti. Pek çok ganimet alındı. Ve bir çok eserler de alındı. Yine Yahudiler sûikastten geri durmadılar.

Yahudiler bu Hayber muharebesinde Peygamber Efendimizi zehirlediler. İrtihal-i Nebevî’de:

“Hayber’de yediğim zehirli etin taht-ı tesirinde bulunuyorum. Çünkü bu sebeple mevlâm şehâdet mertebesi ihsan buyuracak. Uhud muharebesinde gazilik mertebesine atıfet buyurduğu gibi” buyurğ muşlardır.

Bu muharebede Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e daha başka suikastler ve taarruzlar yapmaları pek muhtemel olduğundan, mücâhid-i a’zam Ebû Eyyüb el-Ensârî radıyallahu anh, geceleri sabaha kadar Rasûl-i Ekrem’in çadırının etrafında silahlı olarak nöbet beklemiştir.

Bir sabah Fahr-ı âlem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz çadırından çıktığı vakit Ebû Eyyûb’un nöbet beklediğini görünce:

“Allah’ım! Sabahlara kadar uykusuz kalıp nöbet beklemek sûretiyle beni muhafaza etmeye çalışan Ebû Eyyûb’u sen de dünyada ve ahirette muhafaza buyur” diye dua buyurmuştur. Bir rivayette:

“Allah Celle ve Âlâ sana rahmet etsin. Allah Celle ve Âlâ sana rahmet etsin” diye tekrar tekrar dua buyurmuşlardır. Bir rivayetde de:

“Ya Ebâ Eyyûb sana şimdiden sonra hiçbir kötülük isabet etmez” duayı habibi kibriyasına mazhar olmuştur.

Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretlerinin gaza maksadıyla İstanbul’a Teşrifleri

Hazret-i Ebû Eyyûb el-Ensârî, zamanındaki hiçbir gazada bulunmayı fevt etmemiş hatta âhir ömürlerinde yetmiş seksen yaşlarında olmasına rağmen, sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin, aşağıdaki hadis-i şerifleri üzerine iki defa hicretin 43-48 ve 49-51 senelerinde Süfyan bin Avf kumandasında bulunan büyük bir ordu ile İstanbul’a hareket etmiş, muharebe denizden ve karadan şiddetle devam eylediği sırada gerek Süfyan bin Avf gerekse Ebû Eyyûb el-Ensârî radıyallahu anhümâ ikisi de burada şehit olmuşlardır.

İstanbul’un fethinde Ebû Eyyûb el-Ensârî radıyallahu anh’ın bulunduğu kabr-i şeriflerin yeri Akşemseddin kuddise sirruh tarafından keşfedilmiş ve Fâtih Sultan Mehmed Han tarafından da türbe inşa edilmişdir.

Ebû Eyyûb el-Ensârî gibi bir mücahid-i azamın Türkiyemizde, İstanbul’da medfun olması, milletimiz için bir gurur kaynağıdır.

Allahü Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerine duâ eden birçok kimseler, onun manevi huzurunda istekte bulunurlar. Bu mihmandâr-ı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Cenâb-ı Hakk’ın has kullarından olması dolayısıyla onun yüzü suyu hürmetine ekseriyetle duaları kabul edilir.

Türkiye’deki medfun olan zât ne kadar derecesi yüksek olursa olsun, ondan doğrudan doğruya istekte bulunulmaz. Böyle bir hareket ve niyette bulunulursa şirk olur.

Ancak, o vesîle yani vasıta kılınır.

Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin hadis-i şeriflerinden :

“Bir tarafı kara, diğer tarafı denize bakan bir memleket vardır. İşittiniz mi?” Buyurunca ashâb-ı kiram:

– Evet orası Kostantiniyye, yani İstanbul’du demişlerdir. Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz:

Kıyamet kopmaz, ta ki benî İshak’dan 70.000 asker tekbirlerle o şehre gaza edip fethetmedikçe.

Kostantiniyye elbette feth olunacaktır. İmdi onun emiri ne güzel emirdir ve ordusu ne güzel ordudur.

Benim ümmetimden gaza için ilk denize binen, asker öyle askerdir ki o amelleri sebebiyle onlara cennet vacib olmuştur, yani şübhesiz cennet ve mağfiret kazandılar. Benim ümmetimden gaza için hazırlanıp Kayser-i Rum’un memleketi olan Kostantiniyye’ye cihada giden asker de afv mağfirete mazhar olmuştur.” (Ashâb-ı kiram, Mahmud Sami)

Kaynak: Sâdık Dânâ, İslam Kahramanları 1, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

EYÜP SULTAN KİMDİR?

Eyüp Sultan Kimdir?

MİHMANDAR-I RESUL: EYÜP SULTAN

Mihmandar-ı Resul: Eyüp Sultan

EBÛ EYYÛB EL-ENSARİ (R.A.) KİMDİR?

Ebû Eyyûb El-ensari (r.a.) Kimdir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.