Dünyaya Niye Geldik?

Mü’minlerin maksadı, insanların bu dünyaya, âhirete dönüş için geldikleri şuuruna ermektir. Ancak bu dünyada kesbedilmiş Allah aşkı ebediyete kadar O’nu sevebilir. Bütün dünya işleri ve bu dünyadaki varlığımız Rabbimize fizikî olarak nasıl iltica edeceğimizi öğrenmektir. Ancak Allah’a iltica etmek yaratılmışları Yaratıcılarına yaklaştırabilir.

Şehr-i Ramazan mü’minlerin gönüllerini dünyadan ahirete çevirmesi için bulunmaz bir fırsattır. Ramazan ayında, 30 gün boyunca oruç tutarak insan dünyaya ‘hayır’, ahirete ‘evet’ demeyi öğrenir. Orucun yardımıyla insan dünyada fakir, Huzur-u İlahîde zengin olur. Oruç dünyaya ait her şeyi değersiz, ahirete ait her şeyi de yüksek ve değerli gösterir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurur ki; “Ramazan ayı geldiğinde, rahmet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar bağlanır.”

Ramazanın ayı hazinesini yaşamak ahirete yönelmek demektir. Ahirete yönelmek Allah’ın ipine sarılmak demektir. Ali İmran Suresi 103. ayette Allah Teâlâ buyurur ki; “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Parçalanıp ayrılmayın. Allah’ın üzerinizdeki nimetini düşünün. Hani siz birbirinize düşmanlar idiniz de, O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun (bu) nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki, doğru yola eresiniz.”

Nifferî Hazretleri buyuyor; “Allah’ın sana sarılmanı tavsiye ettiği ip bir vesiledir ve o şeriattır. Vesilelerin en kavisi ve en gerçeği odur. Kara ve denizin karanlıklarında kişiye yolunu gösterecek olan nur, O’nun elindedir. Kim o vesileye yapışır da amel ederse, onlara mükâfatlar vardır. Artık istenmeyecek olanları isteme! İstenmeyeceklerden rücu et de Allah’a yalvar ki o nurdan senin de özüne serpsin.”

GÜZEL HASLETLERİMİZİ KORUMAK İÇİN

Ramazan ayı boyunca Ümmet-i Muhammed ahirete yöneldiği için Ali İmran Suresi 103. ayeti yeryüzünde tecelli ediyor. Bu sarıldığımız iple fıtratımıza dönüp, kazandığımız güzel hasletleri korumak istiyorsak;

-Menfaat, şöhret, makam sahibi olmak yerine hakikat peşine düşmeliyiz.

-Şeytan ve nefsimize köle olmaktan sakınıp Allah ‘a kul olmaya çalışmalıyız.

-Kendi vehmimizde oluşturduğumuz hayali dünyanın kralı olmayı bırakıp, gerçek bir sultana hizmetçi olmalıyız.

-Uyuşturup zehirleyen dünya sevgisinden uzaklaşıp, şifa veren aşk serumu almaya başlamalıyız.

-Bizi iflasa götürecek dünyevi cazibeye kapılmadan, kurtuluşa götürecek ilahi çekim gücüne teslim olmalıyız.

-Nefsimizin geçici nimetlere duyduğu özlem yerine ruhumuzun sahibine duyduğu özlemi takip etmeliyiz.

-Dünya telaşı ile meşgul olmak yerine “Onlar için korku ve hüzün yoktur” müjdesine dahil olmak için uğraşmalıyız.

-Fani olana düşkün sahte bir yaşam tarzını tercih etmek yerine “Batanları sevmem” diyen İbrahim Aleyhisselam’ın Haliliyet’ine talip olmalıyız.

-Bencilliği bir kenara bırakıp “Ya Ayşe, bize kalanlar bizim verdiklerimizdir” diyen bir peygamberin ümmeti olarak infak ahlâkı taşımalıyız.

Tüm hastalıkların kökeninde dünyaya bağlanma yatar ve tüm hastalıklardan şifa bulmak da ahirete bağlanmakla olur. Bir müminin ahiret yerine dünyayı tercih etmesi, sonu olmayan problemlerinin altında yatan sebeptir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’den şöyle rivayet edilmiştir: “Kim bu dünyayı âhirete tercih ederse üç belaya uğrar: Asla hafiflemeyen bir sıkıntı, asla zenginliğe dönüşmeyen bir fakirlik ve asla doyumu olmayan bir açlık.

AHİRETİ DÜNYA HAYATINA SATMIŞ KİŞİLER

Kur’an’da şöyle buyrulmaktadır;İşte bunlar, ahireti dünya hayatına satmış kişilerdir. Onun için, bunlardan azap hafifletilmez, kendilerine hiçbir yardım da edilmez.” (Bakara Sûresi, 86)

Fakat siz, dünya hayatının tercih ediyorsunuz. Halbuki ahiret, daha hayırlı ve daha süreklidir.” (A’lâ Suresi 16, 17)

“Her kim ahiret kazancını isterse, biz onun kazancını artırırız, her kim de dünya kazancını isterse ona da ondan veririz, ama onun ahirette hiçbir nasibi yoktur.” (Şûra Suresi, 20)

Halbuki bu dünya hayatı, bir eğlence ve bir oyundan başka bir şey değildir. Şüphesiz ahiret yurdu ise, elbette asıl hayat odur. Keşke bilselerdi!” (Ankebût Suresi, 64)

Dünya bizim sureten gördüğümüz şey değildir. Dünya, Hakk’ın Huzuru ve Cemâl’inden, ilâhî merhamet gerçeğinden, ebediyetten, ölümsüzlükten, âhiretten, sonsuzluktan, kısaca Allah’tan gafil olmak demektir. Dünya ayrıca Allah’a ihtiyaç hissedememek, O’nu özleyememek, O’nun Nûr-ı Cemâl’inden mahrum kalmak demektir. Diğer bir deyişle, bu dünyaya duyulan muhabbet oranında Âlemlerin Rabbine muhabbet duyamıyoruz demektir.

AHİRETİN MEYVELERİ BU DÜNYADA

Bu dünya, âhiretin meyvelerini dermenin yeridir. Ebediyet meyvesi ve ilâhî ahenk bu dünya sahnesinde kazanılır, günlük hayatımızdaki mücadelelerimizle elde edilir. Muhyiddin İbnü’l-Arabî (k.s.) şöyle buyuruyor; “İnsanın bâtını doğası ilim biçiminde yeniden diriltilirken, bedenler ise işledikleri amellerin içinde yeniden diriltilirler.” “

Tevhîd-i ilâhîye îmân etmiş ve Ümmet-i Muhammed’den olmuşların maksadı, şu dünya çölünde âb-ı hayatı bulmamız gerektiğine dair bir şuura yükselmektir. Ve bu mü’minlerin maksadı, insanların bu dünyaya, âhirete dönüş için geldikleri şuuruna ermektir. Ancak bu dünyada kesbedilmiş Allah aşkı ebediyete kadar O’nu sevebilir. Bütün dünya işleri ve bu dünyadaki varlığımız Rabbimize fizikî olarak nasıl iltica edeceğimizi öğrenmektir. Ancak Allah’a iltica etmek yaratılmışları Yaratıcılarına yaklaştırabilir.

İslam dininin ruhunu Allah’a dönerek, sığınarak, yönelerek, mânâ denizine dalarak, namaza, Fatihayı şerifeye, secdeye ve Kuran-ı Kerim’e sarılarak yaşarız. Bize İslam’ın özünü yaşatan, tefekkür ve muhabbettir. İslam’ın özünü yaşatan, itaat, iman, teslimiyet, cihat, ibadet ve infak sevgisidir. İslam’ın özünü yaşatan, hayatımızda sürekli bir muhabbet savaşı içinde olmamızdır. Kendi benliğimizden kurtulmak, manevî hastalıklardan şifa bulmak, belâdan, cehaletten, gafletten, şuursuzluktan ve maddesel bağlantılardan kurtarmaktır. Hayatımızın temel meselesi, temel amacı manevi uyanışa erişmektir. Hz. Mevlânâ der ki; “Allah gökleri yarattıysa ihtiyaçları gidersin diye yarattı. Nerede dert varsa deva oraya gider, nerede yoksulluk varsa nimet oraya varır. İbret almayı, uyanmayı Allah’tan dile. Kitaptan, sözden, harften, duraktan değil.”

İnsanlar sadece ve sadece muhabbetin zaferiyle huzuru, adaleti, doğruluğu ve birbirleriyle eşit olmayı bulabilir. Çünkü insan dünyevi statü ve şerefi bırakırsa, kulluk ve şehadeti kazanabilir. Meyveler bu hallerle toplanabilir. Bu şekilde bir insan tüm insanlar için bir kahraman olur ve herkesle bütünleşir.

Kaynak: Rabia Brodbeck, Altınoluk Dergisi, Sayı: 389

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.