Çöküşe Giden Yol: Amerikan Rüyasından Çok Kutuplu Dünyaya

ABD finansal hakimiyetini kaybediyor. Dolar hâlâ güçlü ama alternatif para birimi arayışları, özellikle BRICS ülkeleri arasında hızlandı… Ticaret savaşlarıyla Çin'in sanayi gücünü sınırlayamayan ABD askeri anlamda da caydırıcılığını kaybediyor. Bu durumda çok kutuplu dünya düzeni gerçekleşebilir mi?

Küresel sistem, uzun zamandır görmediği ölçüde birbirine eklemlenmiş ekonomik, siyasi ve güvenlik krizleriyle sarsılıyor. ABD Başkanı Donald Trump'ın yeniden başlattığı tarife savaşları, küresel ekonomik düzeni kökünden sarsıyor. Trump’ın fitilini ateşlediği ekonomi savaşları nereye varacak? Amerikan rüyası çökerken Çin rüyası mı başlıyor?

Ekonomi savaşlarının nasıl sonuçlanacağı meselesi kadar dünya, ABD ve İsrail ikilisinin, Ortadoğu’da, Asya Pasifik’te çaldıkları savaş tamtamlarının gerçek bir savaşa evrilip evrilmeyeceği tedirginliği içerisinde. Bir taraftan ABD’den aldığı sınırsız destek ile Gazze’deki soykırımını sürdüren işgal devleti, Trump yönetiminden İran’ın nükleer kabiliyetinin ortadan kaldırılması yönündeki baskılarını, tahriklerini sürdürüyor. Siyonistlerin bir dediğini iki etmeyen ABD yönetimi hem Siyonistlerin kaygılarını gidermek hem de küresel düzlemde kaybetmeye başladığı hegemonyasını tahkim düşüncesiyle Ortadoğu ya da Asya Pasifik’te güç kullanır mı?

İslam dünyası son yüzyılın en büyük soykırımın yaşandığı Gazze’de neden bu denli aciz hatta zillet içerisinde? İslam dünyası olarak bu soykırım savaşından neden çok kötü sınav veriyoruz?

Dünyada bu sorular çerçevesinde olup biteni yerimiz ölçüsünde değerlendirmeye çalışacağız.

YENİ BİR KÜRESEL DÜZENİN EŞİĞİNDEKİ DÜNYA

Ekonomi savaşlarıyla başlayalım. ABD Başkanı Donald Trump'ın ikinci başkanlık döneminde ticaret savaşlarını yeniden alevlendirmesi, sadece ABD'nin ekonomik çıkarlarını korumaya yönelik bir hamle değil, aynı zamanda uluslararası ekonomik düzenin çözülmesini ivmelendirecek bir süreç olarak yorumlanıyor uluslararası analizlerde. Küresel ekonomileri derinden etkileyen süreç sadece ABD ve Çin’i ilgilendiren bir kriz değil yani. İkinci dünya savaşının ardından kurulan sistemin köklü bir değişimin eşiğine geldiği bugün çok daha net gözlemleniyor.

-Ekonomi savaşları, yalnızca gümrük tarifeleriyle sınırlı değil; enerji kaynaklarına erişim, yüksek teknoloji üretimi, hatta gıda güvenliği gibi stratejik alanlarda da rekabet şiddetleniyor. Bir başka ifadeyle durum klasik anlamda bir ticari anlaşmazlık olmaktan çıkmış durumda. Artık her ekonomik hamle, aynı zamanda jeopolitik bir pozisyon alma aracı. Bu durum, Soğuk Savaş sonrası şekillenen “küreselleşme” anlayışını kökten sarsıyor. Çok kutuplu bir dünyanın inşasına şahit oluyoruz. ABD ve Batı dünyasının dışında; Çin, Rusya, Hindistan, Brezilya, Güney Afrika gibi aktörler daha bağımsız bir rol oynamaya başladı. Ayrıca Körfez ülkeleri, Türkiye ve Afrika'nın yükselen güçleri de yeni dönemin önemli oyuncuları arasında yer alıyor.

-ABD finansal hakimiyetini kaybediyor. Dolar hâlâ güçlü ama alternatif para birimi arayışları, özellikle BRICS ülkeleri arasında hızlandı. Çin, dünyanın en büyük ihracatçısı oldu. Yapay zekâ, elektrikli araçlar gibi alanlarda ciddi hamleler yapıyor. Kuşak ve Yol Girişimi ile Afrika, Asya ve Avrupa'da devasa altyapı projelerine imza atıyor. Ticaret savaşlarıyla Çin'in sanayi gücünü sınırlayamayan ABD askeri anlamda da caydırıcılığını kaybediyor. Küresel Güney ülkeleri artık kendi kalkınma bankalarını, yatırım ağlarını ve hatta savunma iş birliklerini kurarak eski bağımlılık ilişkilerini kırma yolunda önemli adımlar atıyor. Bütün bu gelişmeler, yeni bir dünya düzeninin ayak sesleri olarak yorumlanıyor.

ABD RÜYASI BİTERKEN ÇİN RÜYASI MI BAŞLIYOR?

ABD'nin kurduğu tek kutuplu dünya düzeni yıkılıyor. İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan Amerikan Rüyası, uzun yıllar boyunca yalnızca ABD için değil, dünya genelinde de bir refah ve ilerleme vaadi olarak parlatıldı. Serbest ticaret, doların küresel hâkimiyeti, Batı merkezli uluslararası kurumlar ve Amerikan hayat tarzı, bir dönemin evrensel hayalini temsil ediyordu. Ancak bugün gelinen noktada, bu rüyadan yavaş yavaş uyanılıyor artık.

ABD rüyası son bulurken Çin rüyasının başladığını söylemek mümkün mü peki? Evet, ABD'nin kurduğu tek kutuplu dünya düzeni yıkılıyor. Fakat yerine doğrudan bir Çin hegemonyası gelmiyor. Zira bir başka emperyal yapı olarak Çin’in de bir hayli sorunlu yönü var. ABD’nin gücünün görece azalması ile birlikte Çin'in ve başka aktörlerin yükselmesiyle çok kutuplu ama sancılı bir dönem başlıyor denebilir. Bugünkü anlamda bildiğimiz küreselleşmenin sonuna gelinirken yeni bir küreselleşme biçimi doğuyor. Eski düzen son bulurken, artık herkesle serbest ticaret yapılmadığı, "en ucuz mal nerede" değil, "en güvenli mal nerede" arayışının öncelendiği, daha çok bölgesel bloklara ve güvenlik kaygılarına göre şekillenen yeni bir küreselleşme başlıyor. 

ABD'NİN HEGEMONYA ARAYIŞI VE İRAN ÇIKMAZI

-Ekonomi savaşlarının nasıl sonuçlanacağı meselesinden ABD ve İsrail ikilisinin, Ortadoğu’da, Asya Pasifik’te çaldıkları savaş tamtamlarının gerçek bir savaşa dönüşme ihtimaline gelecek olursak...

ABD ile Tahran yönetimi arasında geçen ay başlayan müzakerelerden bir sonuç alınamazsa Donald Trump, İsrail’in talebi doğrultusunda İran’ın nükleer tesislerini vuracak mı? Bu satırlar kaleme alındığı günlerde gündemdeki sorulardan biriydi bu. Taraflar arasındaki ilk iki görüşmeden bir sonuç çıkmamış olsa da uzlaşı ihtimali tamamen ortadan kalkmış değildi. Bu durum Siyonist yönetimi bir hayli endişelendiriyor. Zira işgal devleti, İran’ın nükleer silaha kavuşma potansiyelini kendisi açısından varoluşsal bir tehdit olarak görüyor. ABD üzerinde baskı kurarak müzakere sürecini baltalamaya çalışıyor. Ancak Trump yönetimi, İsrail’in çatışmayı tırmandırma çağrılarına şimdilik direniyor.

 Donald Trump, İran’ın nükleer programının sonlandırılması gerektiğini savunmakla birlikte bunun savaş gibi sonu öngörülemeyen bir yöntemle değil maksimum baskı politikası ile ekonomik yaptırımlarla, bölgenin güvenliğini de risk atmayacak daha az maliyetli, seçeneklerle gerçekleşmesini istiyor.

Peki neden? Çünkü savaş, dünya ticaretini, petrole ve dolara olan güveni sarsabilir. Alternatif ödeme sistemlerine ve yerel para birimiyle ticarete geçişi hızlandırabilir. ABD'nin başka bir savaş batağına saplanması, Çin'in ekonomik ve diplomatik üstünlüğünü arttırmasına yol açabilir. Yükselen petrol fiyatlarıyla artan enflasyon içeride karışıklığa neden olabilir. Özellikle ABD’deki genç nesil artık "yurt dışında savaş" fikrine uzak olduğu gibi yönetimlerinin Siyonistlere verdiği sınırsız desteği çok daha güçlü bir şekilde sorguluyor. Yani Ortadoğu ya da Asya Pasifik’te başlatacağı bir savaşta ABD'nin kayıpsız bir zafer kazanması çok zor.

 Velhasıl, evet ABD, askerî güç kullanarak hem kaybetmeye başladığı hegemonyasını tahkim etmeye hem de Siyonistlerinin taleplerini karşılamaya yönelik bir girişimde bulunabilir. Ancak güç kullanma fikri tam tersi bir sonuç da doğurabilir. Zira askerî güç tek başına hegemonya için yeterli bulunmuyor artık.

 SOYKIRIMI MEŞRULAŞTIRAN SESSİZLİK VE İHANET CEPHESİ

 ABD başkanı Donald Trump ile birlikte işgal devletinin soykırımcı başbakanı Netanyahu’nun sapkın dini motivasyonla kurduğu ittifakın ortak vizyonu yalnızca Filistin halkının haklarının gaspına yol açmış değil aynı zamanda bölgesel istikrarı da ciddi biçimde tehdit ediyor.

Artık herkesin malumu olduğu üzere Siyonistlerin Gazze’deki soykırımı sürdürmesinin en önemli neden ABD başta olmak üzere Batı dünyasının bu soykırım savaşına verdiği sınırsız destek. Bir diğer önemli neden yine herkesin malumu olduğu üzere İslam dünyasının özellikle bölgenin birçok Arap yönetiminin içinde bulunduğu acizlik hatta büyük bir ihanet içinde olmaları denebilir. Gazze’nin tamamen yıkılmasına, 20 bini çocuk 60 bine yakın Gazzelinin katledilmesine mâni olamayan bir İslam dünyası gerçeği var karşımızda ne yazık ki.

Birçok Arap yönetimi soykırım savaşının önüne geçmek adına etkili bir siyaset izlemek şöyle dursun bu savaşın başlamasının sorumlusu olarak Hamas’ı suçlayan bir yaklaşım içerisindeler. Sanki her şey 7 Ekim’de başlamışçasına Hamas’a yüklüyorlar Gazze’de akan kanın sorumluluğunu.

Siyonistlerin Gazze’deki işledikleri soykırım Batı dünyasının neredeyse tüm başkentlerinde protesto edilirken birkaçı hariç Arap yönetimleri soykırımın protesto edilmesine dahi izin vermiyor. Bırakın protestoyu Gazze konusunda yapılan ferdi eleştirilere dahi tahammül edilmiyor. İşin çok daha acı tarafı bu yönetimlerin Gazze konusundaki, en hafif tabirle beceriksizlikleri, acizlikleri daha doğru bir ifadeyle zillet içinde olmaları kimi din adamı görünümlü dalkavukları tarafından da meşrulaştırılmaya çalışılıyor ne yazık ki.

"İsrail ile savaşmak caiz değildir, çünkü onlarla bir antlaşmamız var. (Camp David Anlaşması) Gazze, İsrail’e savaş açmadan önce bize danışmadı ki şimdi bizden yardım istiyorlar"  ifadelerini kullanacak kadar alçalabilen sözde din adamı özde rejim istihbaratı aparatlar çıkabiliyor mesela.

Kuveytli din alimi Nebil el Avadi bu gibiler için yerinde bir tespitte bulunuyor; “Abdullah ibni Selul zamanında nifak gizli tutulurdu. Ama bugün rejimlerin dalkavukluğunu yapan kimi din adamı görünümlü şahıslar nifaklarını aşikâr etmekten dahi çekinmiyorlar.”

STRATEJİK HESAPLARIN GÖLGESİNDE GAZZE'NİN YALNIZ DİRENİŞİ

Hakikaten birçok Arap yönetimi gibi İslam dünyasının geneli Gazze konusunda çok kötü sınav verdi, hâlâ da vermeye devam ediyor. Peki İslam dünyası özellikle de Arap yönetimlerinin Filistin meselesinde yeterli bir direnç göstermemelerinin nedeni ne?

Arap Baharı'nın üzerinden geçen yıllar, yalnızca Arap dünyasının iç siyasi yapılarında değil, bölgenin İsrail ve Filistin meselesine bakışında da köklü bir değişimi beraberinde getirdi. Bir zamanlar Filistin davasının savunucusu görünen Arap rejimlerinin önemli bir kısmı, bugün İsrail ile açık veya örtülü ilişkiler geliştirirken, güvenlik vizyonları değişti. Arap Baharı dalgasının kendi toplumlarına da sıçramasından ciddi şekilde korktular. Rejimlerin meşruiyetini tehdit edebilecek her türlü halk hareketi bastırılacak "iç sorun" olarak görüldü. İslami hareketler özellikle Müslüman Kardeşler düşman ilan edildi. Hamas da bu düşmanlaştırmadan fazlasıyla payını aldı. Bu düşmanlaştırmada medya kadar rejimlerin kuklası sözde dini otoriteler de kullanıldı. Bu süreçte “İslamcıların” meselesine indirgenen Filistin ve Mescid-i Aksa meselesi bölgesel öncelikler listesinin en alt sıralarına itildi. 

-İran’ın bölgedeki mezhep eksenli yayılmacı politikaları İsrail’in eline bir başka kozu daha verdi. İran’ın yayılmacılığına karşı, işgal devleti Arap yönetimlerinin "gizli müttefiki" haline geldi. Bu ülkeler, İsrail ile ilişkilerini normalleştirerek veya derinleştirerek, İran’a karşı dolaylı bir denge kurmaya çalıştı. 2020’de imzalanan Abraham Anlaşmaları, bu stratejik kaymanın en somut göstergesi oldu. Askeri koruma ve ekonomik yardımlar gibi hususlarda Batı’ya olan bağımlılığın siyasi faturası ise ifade ettiğimiz gibi Filistin davasına çıkartıldı.  Daha açık söylemek gerekirse ideallerin değil, bekanın, stratejik çıkarların ve jeopolitik hesapların öncelendiği bu sürçte Filistin davası yalnızlığa terk edildi. Ümmetin davasını yüklenme görevi başta Gazze halkı olmak üzere halkların omuzlarına yüklendi. Bölge ülkeleri stratejik çıkarların ve jeopolitik hesapların içerisinde olsa da Filistin davası halkların omuzlarında yükselmeye devam edecek inşallah.

UNUTULAN FELAKET: SUDAN’DA DERİNLEŞEN İNSANİ KRİZ

-Gazze’deki soykırımın ve küresel ekonomilerin gölgesinde kalsa da gündemde kendine yeterli ölçüde yer bulmasa da Afrika’nın önemli ülkesi Sudan’da büyük bir insani felaket yaşanıyor. Başlangıçta, Sudan Ordusu Komutanı Orgeneral Abdülfettah el-Burhan ile Hızlı Destek Kuvvetleri Komutanı Muhammed Hamdan arasındaki iki yılını dolduran iktidar mücadelesi Sudan halkına çok büyük acılar yaşatıyor. BM’ye göre dünyanın en büyük yerinden edilme krizine sebep olan çatışmalar, ülkenin altyapısı, sağlık, eğitim, ekonomik alanlarında ciddi yıkıma yol açarken Sudan yine BM raporlarına göre "dünyanın en büyük gıda güvensizliği krizi"ni yaşıyor.

Trajedinin sorumlusu kim pek? Bu soruya cevap vermek kolay değil. Herkes bir diğerini suçlarken Sudan üzerindeki güç mücadelesine dahil olan bölgesel aktörlerin payı oldukça büyük. Gerek bölgesel ve küresel aktörlerin payı gerekse uluslararası toplumun çatışan taraflar üzerinde yeterince baskı kurmaması savaşın uzamasının en önemli nedeni olarak görülüyor.

Kaynak: Beytullah Demircioğlu, Altınoluk Dergisi, Sayı: 471

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.