Dedesi Abdülmuttalib ve Amcası Ebu Talib’in Peygamberimizi Çok Sevdiğini Gösteren Anı

Dedesi Abdülmuttalib ve amcası Ebu Talib’in Peygamberimiz (s.a.v.) ile ilişkisi nasıldı? Dedesi Abdülmuttalib ve amcası Ebu Talib’in Peygamberimizi (s.a.v.) çok sevdiğini gösteren anı.

Efendimiz (s.a.v) 6 yaşındayken, Medîne’deki Adiy bin Neccâr Oğulları’ndan olan dayılarını ziyârete gitmişlerdi. Oradan dönerken, henüz 20 yaşlarında olan annesi, yolda Ebvâ köyünde vefât etti. Âlemlere Rahmet Efendimiz (s.a.v), babasından yetim olarak doğmuştu, şimdi de çocuk yaşta annesini kaybederek öksüz kaldı. Bu durum onun kalbinde derin bir iz bıraktı. Bundan sonra O’nu dedesi yanına aldı ve kendisiyle alâkadar oldu.

DEDESİ ABDÜLMUTTALİB’İN PEYGAMBERİMİZİ ÇOK SEVDİĞİNİ GÖSTEREN ANI

Kindir bin Saîd babasından şu hâdiseyi nakleder:

“Câhiliye devrinde hacca gitmiştim. Bir adam gördüm, recez söyleyerek Beytullâh’ı tavâf ediyordu:

Rabbim, süvârim Muhammed’i bana geri döndür!

O’nu geri döndür de bana inʻâm u ihsanda bulun!

«‒Bu kim?» diye sordum.

«‒O Abdülmuttalib bin Hâşim’dir. Torunu Muhammed’i, kaybolan devesini aramaya gönderdi. Bugüne kadar O’nu hangi işe gönderdiyse mutlaka başarmıştır. Ancak bugün biraz gecikti!” dediler. Fazla zaman geçmedi Muhammed (s.a.v) deveyi bulup getirdi. Abdülmuttalib hemen O’nun boynuna sarıldı ve:

«‒Yavrucuğum, Sen’in için çok korktum. Daha evvel hiçbir şey için duymadığım çok büyük bir endişeye kapıldım! Vallâhi bundan sonra Sen’i hiçbir işe göndermeyeceğim! Bundan sonra benden hiç ayrılmayacaksın!» dedi.” (Hâkim, II, 659/4184)

Abdülmuttalib 82 yaşında vefât ederken Âlemlerin Sultânı Efendimiz’i amcası Ebû Tâlib’e vasiyet etti. Efendimiz’in babası Abdullah ile Ebû Tâlib ana-baba bir kardeştiler. Ebû Tâlib de Abdülmuttalib gibi Efendimiz (s.a.v)’e kalben bağlanmış ve O’na son derece şefkât ve merhametle muâmele etmiştir. Ebû Tâlib’in Efendimiz (s.a.v)’i beraberinde Şam’a götürmesi, O’nu ne kadar çok sevdiğinin bir delilidir. Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor:

“O, Sen’i bir yetim bulup da barındırmadı mı?” (ed-Duhâ, 6)

Peş peşe gelen hüzünler, insanın nefsini eritir, onu kasvet, kibir ve gurur gibi kirlerden temizler ve ona incelik, rikkat, tevâzu gibi güzel vasıflar kazandırır. Nebiyy-i Ekrem Efendimiz (s.a.v), doğumundan itibaren dünyanın bütün sıkıntılarını çekmiş ve güzel ahlâkın bütün vasıflarını kendisinde toplamıştır.

Yetim olmasına rağmen Fahr-i Kâinât (s.a.v) Efendimiz’in sergilediği muhteşem edeb ve ahlâkı, O’nun Cenâb-ı Hakk’ın emân ve riâyetinde yetiştiğine bir delildir. Terbiyesine ve yönlendirmesine beşer eli karışmamıştır. Böylece Efendimiz (s.a.v), kuvvetli bir irâde ve azme sâhip olmuş, işlerinde Allah’tan başka kimseye güvenmemiştir. Câhiliye anlayışının telkinlerinden âzâde kalmıştır. Cenâb-ı Hak, dedesi ve amcasını, hayatının maddî yönüne yardımcı kılmış, rûhî, ahlâkî ve fikrî terbiyesini ise kendisi üstlenmiştir.

AMCASI EBU TALİB’İN PEYGAMBERİMİZİ ÇOK SEVDİĞİNİ GÖSTEREN ANI

Amcası Ebû Tâlib, Fahr-i Kâinât Efendimiz’in ahlâkına hayran olmuş, O’nu medheden şiirler yazmıştır:

Ebûbekir (r.a) ölüm döşeğindeyken kızı Hz. Âişe vâlidemiz babasını medhetmek için Ebû Tâlib’in şu beytini misal getirdi:

“O öyle bir efendidir ki bembeyazdır, yüzü suyu hürmetine Allah’tan yağmur istenir ve bulutlardan yağmur boşanır. Yetimlerin doyurucusu, dulların koruyucusudur.”

Her şeyin en güzelini Allah Rasûlü’ne lâyık gören Ebûbekir (r.a) şöyle dedi:

“–O dediğin vallahi Rasûlullah Efendimiz’dir. (Ahmed, I, 7; Heysemî, VIII, 272)

***

İbn-i Ömer (r.a) şöyle demiştir:

Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’in (Medine’de minbere çıkıp) yağmur duası yaptığını ve daha minberden inmeden olukların şarıl şarıl aktığını görünce, Rasûlullah (s.a.v)’in mübarek yüzüne baka baka şâirin (Ebû Tâlib’in) Efendimiz (s.a.v) hakkındaki şu sözünü hatırladım:

“Beyaz mübârek bir insan O,

Yüzü suyu hürmetine yağmur istenir bulutlardan,

Yetimleri doyuran, dulları koruyan O.” (Buhârî, İstiskâ, 3)

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Siyer-i Nebi.

İslam ve İhsan

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN İSİMLERİ

Peygamber Efendimiz’in İsimleri

HZ. MUHAMMED’İN (S.A.V.) DOĞUMU, ÇOCUKLUK VE GENÇLİK YILLARI

Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Doğumu, Çocukluk ve Gençlik Yılları

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.